“Hastane önünde incir ağacı, anam ağacı/Doktor bulamadı bana ilacı, anam ilacı” diye başlayan meşhur türküyü bilirsiniz. Hikâyesi oldukça yürek sızlatıcıdır. Askerde, o sıralarda “İnce Hastalık” tabir edilen vereme tutulan gencin memleketinde “beşik kertmesi” bir sevdiceği vardır. Beşik kertmesi de olsa sevda bu ya; hastalık da dinlemez dert de… Hava değişimi için geldiği memleketinde hastalığını öğrenen kız tarafı onunla görüşmedikleri gibi kızlarını da göstermezler. Bir ümit İstanbul’a gidip hastaneye yatan gence çare bulunamaz ve bir süre sonra ölür. Ailesine teslim edilen eşyaları arasından da işte o türkünün sözleri düşer; genç, derdini mısralara dökmüştür.
Ankara’da bir zamanlar bir Atatürk Hastanesi vardı. “Bir zamanlar” dediğime bakmayın siz, açılışı daha 20 yılı bile doldurmamıştı ve o, CHP – DSP ortaklığı ile kurulan 57. Hükümetin MHP’li Sağlık Bakanı Prof. Dr. Osman Durmuş’un Ankara’ya kazandırdığı iki hastaneden biri idi. Şu işe bakın ki, yine mevcut iktidarın -bakan vermese de- baş destekçisi olan MHP zamanında tarih oluverdi. “Kendi gitti adı kaldı yadigâr” bile diyemiyorum, çünkü Atatürk adını pek çok stad, kültür merkezi ve benzeri yerlerden kaldıran zihniyet hastanelerden de silip atma gayreti içinde.
İşte o Atatürk Hastanesi’nin arka girişinde, iki blok arasında devasa bir incir ağacı duruyor, her gidişimde o türküyü hatırlıyordum. Atatürk Hastanesi kapatıldı ve hemen yanına kondurulup “Dünyanın en büyük şehir hastanesi” diye açılışı yapılan “Bilkent Şehir Hastanesi”ne taşındı. Yolum düşmediği için Atatürk Hastanesi’nin iki bloğu arasında bitip boy veren o incir ağacının yerinde durup durmadığını bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, büyük iddialarla açılan Şehir Hastanelerinde her şey yolunda gitmiyor.
Daha önce bu konuda birkaç yazı yazmış, açılışlar yapılmadan da bazı hususlara dikkat çekmiştim. Bu arada şunu da belirtmek durumundayım: Şehir Hastanelerine gidip hizmetten ve doktorlardan memnun olanların yazılarımızla ilgili sitemlerini de zaman zaman duyuyorum. Hasta, oralarda dönen dolapları ve yapılan usulsüzlükleri bilmediği için bu gayet normal. Çünkü görev yapan doktorlar zaten önceki hastanelerinden bilinen kişiler. Dikkat edilirse, yazımın başlığında da zaten “Doktor bulamadı bana ilacı” yerine, “Şehir Hastaneleri bulacak mı ilacı” ifadesini kullandım. Benim derdim, bu hastanelerdeki idari aksaklıklar ve işletme problemleri… Nitekim şimdi, bu hastanelerle ilgili Sayıştay raporları da açıklanıyor. Görüyoruz ki tabir yerinde ise -tıpkı belediyelerde, köprülerde ve diğer yap – işlet devretlerde olduğu gibi- tam bir “Türkiye Klasiği” sergileniyor.
Sayıştay’ın Denetçi raporlarına göre, Adana, Mersin, Yozgat, Isparta, Kayseri, Eskişehir, Manisa ve Elazığ şehir hastaneleri arasında tıbbi atık kalemi için en düşük birim fiyat ile en yüksek birim fiyat arasında yüzde 830 fark bulunuyor. Tıbbi olmayan atık alt kaleminde ise bu fark daha yükseklere çıkıyor. Kıyaslama yapmak ve buradaki soygunu/yolsuzluğu iyice anlayabilmek için en çarpıcı ve dikkat çekici örnek de şu: Yozgat Şehir Hastanesinin çamaşırhane hizmetlerini yürüten alt yüklenicisinin, Yozgat’ın ilçesi olan hemen yakınlarındaki Sorgun Devlet Hastanesine de aynı hizmeti veriyor ama firmanın Sorgun Devlet Hastanesi'ne hizmet karşılığı olarak teklif ettiği bedel ile şehir hastanesine sunduğu çamaşır hizmetinin ortalama birim fiyatı arasında 14 kat fiyat farkı var!
İşi uzatmaya gerek yok; Allah’a şükür ki biz daha testi kırılmadan yol göstermişiz. İşte, Ocak 2019’da, bundan tam sekiz ay önce yayınlanan yazımdan bir paragraf:
“Bu çerçevede yapılan Hastanelerde, köprülerde uygulanan “geçiş garantisi” gibi bir “Hasta garantisi” olmadığı söylense de konu ile ilgili olarak kamuoyu yeterince bilgilendirilmiş değil. Sözleşme gereği yüklenici firma belirlenen birimleri inşa ederek 25 veya 30 yıl süreyle işletecek. İlgili firmalar bunun karşılığı olarak devletten kira alacaklar ve ayrıca kampüs içinde bulunan ticari alanlardan gelir elde edebilecekler. Kira bedellerinin hastane işletmelerindeki döner sermayelerden ve bütçeden ayrılacak ödeneklerden karşılanacağı ve on beş civarındaki Şehir Hastanesi için yılda en az 2 milyar TL civarında kira bedeli ödeneceği biliniyor. Mesele yalnız kira ödenmesi de değil tabii… Güvenlik, yemek, tıbbi sekreterlik, kantinler ve otopark işletmeciliği gibi sosyal hizmetler de ilgili şirket tarafından para karşılığı yapılacakmış. Buradaki katmerli rantı düşünebiliyor musunuz?”
“Ben bencilik” doğru değil amenna ama göz göre göre gelen ve Sayıştay raporları ile belgelenen bu durumu başta Sağlık Bakanlığı ve iktidar yetkilileri niye görüp tedbir almadılar, niye almıyorlar?
Şehir Hastaneleri ile ilgili dertler yalnız bunlardan ibaret değil tabii. Doktorların bölümler arasında gidip gelmekten yorgun düştükleri, bazı hastanelerde doğru dürüst istirahat edecek bir odalarının bile olmaması, bazı bölümlerdeki çiftli tuvaletlerin ancak şikâyetler üzerine bölündüğü, lüks görünümlü hastane bloklarının camlarına kırsaldaki gibi çamaşırlar asıldığı, odalara ve aralara konan bazı televizyonların işletici firmanın işlettiği bir otelden sökülüp getirildiği gibi şikâyetler duyuyoruz.
Ankara’da açılan Şehir Hastanesi’ndeki Otopark sıkıntısı ve hastane doktorlarına özel yer ayrılmadığı için zorluk çektiklerini, araçlarını hasta yakınlarının arabalarının arkasına koymak zorunda kaldıklarını daha önceki yazılarımda ifade etmiştim. Öyle ki, bir doktorun aracının içinde olduğu halde bir arkadaşı için beş on dakika beklemesine bile tahammül edilemiyor.
Biz normal olarak Şehir Hastaneleri’nin devletimize ait olduğunu sanıyoruz ama meğer öyle değilmiş. Bilkent Şehir Hastanesi’nin işletmecisi olan şahsın hastaneye giriş çıkışını görseniz şaşarsınız… Güvenlik görevlileri yolları açıyor, herkes adeta el-pençe divan duruyor. “Ne var, ne oluyor” diye soranlara verilen cevap: “Lütfen anlayış gösteriniz, hastanenin sahibi geliyor!..” Hastanenin sahibi kim? “Murat Çeçen!..” Öyle anlaşılıyor ki “Yap işlet devretçi” patron 25 yıllığına da olsa yalnızca binaların sahibi değil, maaşını devletten, sizin, bizim ve kendi vergilerinden alan doktorlarla hastane personelinin de “sahibi” olarak muamele görüyor!
Söz Ankara’daki Bilkent Şehir Hastanesi’nden açılmışken noktayı onunla koyalım… Sayıştay Raporu’na konu olan hastanelere göre daha geç açıldığı için o raporda yer alan ve “Şehir Hastaneleri içinde en az zarar edeninin” yöneticisi şimdi Ankara Şehir Hastanesi’ne yönetici olmuş. Dileriz gereksiz tetkiklerin önüne geçilir, lüzumsuz harcamalar önlenir, hastanelerin vazgeçilmez personeli rahata kavuşturulur, otoparklar ihtiyacı karşılayacak hale getirilir, tıbbi malzeme sıkıntısı çekilmez, fiyatlar makul rakamlara çekilir ve kafeteryalardaki lüks tarifeler hizaya getirilir.
Unutulmasın ki hastaneler soygun ve rant yerleri değil hizmet ocakları ve hatta bir bakıma hayır kurumlarıdırlar! Onun içindir ki ecdat “Hastahane” değil “Şifahane” adını vermiştir. Şifahaneleri dert haneleri haline getirmeye kimsenin hakkı yoktur ve haddi de değildir. “Çare” olarak devreye sokulan Şehir Hastanelerinin önlerinde belki incir ağaçları yok ama dileriz “Şehir Hastaneleri bulamıyor ilacı” dedirtmezler!