Cumhuriyetin kuruluşundan 1980’e kadar 57 yılda 45 hükümet kurulmuştu. 1980-2002 arası ise 22 yılda, 8 Başbakan, 12 hükümet kurdu. Ardından 20 yılı deviren, sonrasına ve hatta yeni yüzyıla göz kırpan tek parti…
12 Eylül öncesi ve yakın sonrasında, bu ülkenin en cesur, en zeki, en sağlıklı, en çalışkan insan sermayesi önemli ölçüde telef edildi, berelendi. Bunlardan, Allah’ın korumasıyla sıyrılanlar bugünlere gelebildiler. Ancak o yıllarda, etliye sütlüye karışmadan ayakta kalanlar da oldu. Örneğin, 1980 ihtilali sonrası Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Entomoloji dersinde sınıftan atılmak istenen 3 başörtülü kız öğrenciyi korumaya kalkan 39 öğrenci hapsi boylayarak mezuniyetlerini bir yıl ertelerken, alnı secdeli(!) denilen öğrenciler hiçbir tepki vermeden sıralarında oturmuş, sonrada bir kısmı akademisyen olmuş, bozulmayan sicilleriyle birçok alanda terfi almışlardı.
Bu zaman diliminde, Türkiye’de yeni sınıflar oluştu. Bunlardan bazıları, seçilmiş seçkinlerle kendilerini kıyaslatarak gölgede beklediler, ta ki gününe kadar. Yeni oluşumlarda, siyasi ve dinsel inanç ortak paydası düşük olanları da inançtan bihaberleri de gerçekten milli ve milliyetçileri de yanlarına monte etmeyi başardılar.
Görece başarının anahtarı çok karmaşık olmadığı gibi basitten de öteydi. Biat edene nimet dışarıda kalana külfet, özeti bu… Mamak zindanlarında askeri yönetimin yaptığı gibi, işbirlikçilere ziyafet, dik duruşlulara cinayet…
1980’de başlayan süreçten günümüze, nimeti bulanlar; yerli otomobilden son model ciplere, mütevazi evlerden deniz manzaralı köşklere, şube müdürlüğü hayali kurdukları kurumlarda genel müdürlüğe, mahalle kıraathanelerinden lüks nargilecilere terfi edince zevkin ve sefanın tadına vardılar. Bir şekilde elde ettikleri avantajları kaybetmemek için dayanışmalarını artırdılar. Ancak bunlar yeterli görülmeyince sorunlar da başladı.
Temele, inançtan öte oportünist dayanışma harcı konulursa, bina artçı depremlerde bile sallanmaya başlar. Bunu gören sorumlular ve yetkililer çare aramaya koyulurlar. Yapılmaya çalışılan odur.
Ayrımcılık cezadır, ötekileştirmek kötüdür, kul hakkı haramdır… O nedenle, “biz” diye başlayacağım cümle hoş görüle. “Biz” çok talihsiz bir kuşağız, bir o kadar da talihli…
Talihsiziz çünkü, üniversite öğrenciliğimizde bile yüzüncü yılın, Allah’ın inayetiyle bininci yılın düşlerini görmemize rağmen beceremedik, daha doğrusu becertmediler. Ülkemizi adam gibi biz yöneteceğiz ülküsüyle nefeslenenlerin bir kısmı, bunu göremeden göçtüler. Ya nasip, belki atide. İçimizdeki ukde budur işte…
Talihliyiz çünkü, bütün zorluklara rağmen ayakta kalabildik, satmadık, satılmadık, dün övdüklerimize sonradan sövmedik, dün karşı olduklarımıza hak etmiyorsa sonradan övgü dizmedik… Züğürt tesellimiz budur işte…
Cumhuriyetin 100’ncü yılının anlamını derinliğine kavramak gerekir. 2023’e 1 yıl kaldı ve biz rakamlarla, olaylarla ve ötekileştirmelerle boğuşmanın dışına çıkmak zorundayız. Bu coğrafyada birliğe mahkumuz biz. Ukdeler, ah içimizde kalan ukdeler…
Peki, çok mu zordu ukdelerimizi gerçekleştirmek?
- Daha güvenilir, bilgili, ufku açık, ehliyetli, liyakatli, misyonu olan insan yetiştirmek…
- Dünya denilen küçük köyü bütün kademeleriyle yönetecek adaylar hazırlamak…
- İmparatorluk kalıntısı, etnik/dinsel yumuşak karnı olan, kaşımaya meyyal çok sayıda tuzu kurusu bulunan ülkeleri yönetmenin zorluğuna ön hazırlık yapmak…
- Yeni nesle, gerçek başarının zoru başarmaktan geçtiğini belletmek…
- Üreten ve ihraç eden, dış ticaret fazlası veren, yabancı sermaye yatırımı alan, işsizliğin olmadığı bir Türk yurdunu gerçekleştirmek…
- Dünyada yaşanan acımasız rekabete hazırlıklı olmak…
- Değişmeden gelişmek mi, özü yitirmeden değişerek gelişmek mi ikileminden kurtulmak…
- İstikbale yönelik siyasi, sosyal ve ekonomik programlar yapmak…
- Gibi, gibi, gibi…
Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun, Ankara’nın Bozkurt’una ve Cumhuriyeti kuran silah arkadaşlarına, bağımsız bir ülke olarak Türkiye’yi bugünlere taşıyanlara ve içimizdeki ukdeyi gerçekleştirmek için yeni yüzyıla hazırlık yapanlara…