İnsan bilmeden ihanet etmez, bilerek yapar. Bu açıdan ihanet taammüden işlenen bir suç sayılmıştır. Yani planlar yapılır, fikirler yürütülür, mantık kullanılır. Sonra da ihanet edilmesine karar verilir. İşte bu yüzden ihanetin bedeli çok ağırdır. Bir kızgınlık anından, bir öfke patlamasıyla insan hain olmaz. Hainlik süreklilik isteyen, devamı olan bir kötülüktür. Bunun için hiçbir ihanet birden bire başlamaz. Muhakkak geçmişe dönük bir alt yapısı vardır. FETÖ denilen tarihin en büyük hain sarmalının nasıl bir ihanet şebekesi olduğunu bilmek içinde bu ihanet alt yapısının iyi bilinmesi gerekir.
FETÖ isimli şeytani başta dinimiz olan İslam olmak üzere, milletimize, vatanımıza, milli ve manevi değerlerimize ihanet etmiştir. Yaptığı ihanetin tarihimde bir örneği yoktur.
FETÖ denilen ahlaksız yapı bunca ihaneti ortaya çıkmasına rağmen yurt içinde ve yurt dışında faaliyetlerine ara vermeden devam etmekte ve Türkiye’ye karşı değişik ihanet örnekleri sergilemektedir. Çünkü onlara ihanet etmelerini isteyen küresel efendileridir. FETÖ isimli şeytani yapının sadece bu davranışları bile Türkiye ve İslam aleyhine yapılandırıldıklarının çok açık bir delilidir. Bu şeytani yapıyı besleyen, büyüten ve hala destekleyen küresel emperyalistlerin besledikleri yılanı tarihi düşman olarak gördükleri milletimize ve dinimize karşı sonuna kadar kullanacakları da açıktır.
FETÖ isimli ihanet şebekesinin tarihini, halkı Müslüman olan ülkeleri sömürebilmek ve kendi istekleri doğrultusunda dizayn edebilmek için küresel emperyalistler tarafından kotarılan Yeşil Kuşak Projesi’ne kadar götürebiliriz.
1960’ların başında küresel şer şebekeleri tarafından ülkemizde “Yeşil Kuşak Projesi – Ilımlı İslam” ayağını oluşturmak maksadıyla örgütlenmeye başlanan FETÖ’nün bir ihanet şebekesi olduğu artık belgeleriyle de ortaya çıkmıştır.
17/25 Aralık 2013 tarihinde başlayan mücadele 15 Temmuz sonrası zirveye çıkmasına rağmen mücadelenin ilmi, İslami, kültürel, ekonomik, siyasi, sosyal, emniyet, yargı vs. alanlarda topyekûn değil sadece emniyet ve yargı alanlarında yürütülmesi bu yetersizliğin ana sebebi olmuştur. Devletimiz bu şer şebekesinin gerçek yüzüyle karşılaşınca kendini korumak için bir refleks geliştirmiş özellikle emniyet ve yargıyı kullanarak FETÖ militanlarını (bilebildiği kadarıyla) devletten ihraç etmeye çalışmıştır. Ancak yapı itibariyle dünyanın en sofistike (karmaşık, iç içe geçmiş) yapılanmasına sahip bu örgüt ile mücadelede yeterli bilgi / belge olmayışı, bilenlerin bu örgüt hakkında devletin yanında yer almaması ve örgütün hadiseyi sulandırmak için sergilediği dezenformasyon sebebiyle hala istenilen noktaya gelinememiştir.
Yüzüne “İslam maskesi” geçirerek piyasaya çıktığı dönemlerin ortasına denk gelen 1983-1999 yılları arasında bu şeytani yapının içinde bulunan biri olarak örgütlemesini devleti ayakta tutan bütün dinamik ve statik kurumlara yayan bu örgütün gelecekte ülkemize ve özellikle inancımıza zarar vereceğini görmüş ve karşı mücadele başlatmıştım.
1999 yılında bu şer şebekesinden ayrıldıktan sonra elimden geldiği kadar yazdığım yazılar ve ulaşabildiğim televizyonlarda örgütün ihanetlerini anlattığım için hain ilan edilmiş ve değişik ekonomik ve psikolojik baskılara maruz bırakılmıştım. Örgütten ayrıldığım 1999’dan 2006 yılına kadar “Gülen’in Ağlattığı Müslümanlar”, “Şakirdin Aforozu”, “Gülen Cemaatinden Niçin Ayrıldım”, “Gülen’in Yağcıları veya Fetullah’ın Aydınları” isim dört kitap kaleme almıştım. Ancak ne yazık ki örgüt baskısı sebebiyle yayınlayacak bir yayınevi bulamamıştım. Bulduğum bir yayınevi ise örgütün baskıları sebebiyle matbaaya kadar gitmiş kitapların baskısını durdurmuştu.
Bu süreçte kaleme aldığım “Gülen’in Ağlattığı Müslümanlar” isimli eserimi ancak 15 Mart 2014 tarihinde yerel seçimlerden on beş gün önce yayınlayabilmiştim. Kitap yayınlanınca zamanın başbakanına bir şekilde kitabı ulaştırmıştım. Başbakan 30 Mart akşamı balkon konuşmasında “FETÖ’nün hainliklerini anlatan kitaplar da çıkmaya başladı” diyerek kitaptan bahsetmişti. Ancak o dönemlerde FETÖ’nün gücü henüz yerindeydi ve kitabın satılmaması için elinden geleni yaptı. Kitabı basılmadan önce isteyen dağıtım firmaları basıldıktan sonra FETÖ militanlarının baskıları sonucu kendilerine gönderiler kitapların kolisini bile açmadan yayınevine geri iade etmişlerdi.
FETÖ’nün emniyet ve yargı içindeki militanları kitap yayınlanınca harekete geçti. FETÖ avukatları “Gülen’in Ağlattığı Müslümanlar” isimli kitabım hakkında hem İstanbul’da hem de Ankara’da hakkımda ceza ve tazminat davaları açtılar.
Bu dönemde “HOCIA-Darbelerin Efendisi” isimli yeni bir eser daha kaleme aldım ve bu şeytani yapının CIA bağlantılarını belgeleriyle ortaya koydum. Ancak bir yayınevi 2015 yılında yayınlayacağım diyerek benden kitabı almış ancak altı ay sonra korkudan yayınlamaktan vazgeçmişti. Kitabı başka bir yayınevine verdim ve ancak bir yıl gecikmenin ardından 15 Temmuz sonrası yayınlanabildi.
17/25 Aralık sürecinden sonra devletimizin başının, “Allah’ını seven bu örgütü deşifre etsin.” çağrılarına uyarak TV kanallarında ve gazete manşetlerinde bildiklerimi anlatarak örgütün çözülmesine elimden geldiği kadar katkı sağladım. 15 Temmuz’a gelene kadar her yerde gücünü muhafaza eden örgüt hakkımda onlarca tazminat ve ceza davaları açtı. Ne yazık ki devletimiz bu süreçte örgütle mücadele edenleri yalnız bıraktı ve sahip çıkmadı. Mahkemelerde örgütün hukuk militanları ile yıllarca mücadele ettim.
Örgütün medya yapılanmasını mahkemelere ilk taşıyan kişi oldum. STV ve Zaman gibi FETÖ tetikçisi kuruluşlar hakkında kapatılmaları için savcılıklara dilekçeler verdim. Bundan dolayı örgütün medya yapılanmalarının yargılandığı bütün mahkemelerde müşteki ve tanık olarak yerimi aldım.
Başta örgüt lideri Fetullah Gülen’in yer aldığı 75 sanıklı “FETÖ Çatı Ana Davası”nın ana tanıkları arasında yerimi aldım ve bildiklerimi gizli tanık ol tekliflerini reddederek açık tanık olarak devletime anlattım. Bu süreçte yargı içindeki FETÖ militanı hâkim ve savcılar hakkımda hukuksuz davalar açarak 2 kez hapis cezası almamı sağladılar.
FETÖ’nün avukat ve emniyet müdürü militanları hakkımda yüzbinlerce lirayı aşan onlarca tazminat davası açtılar. Bu davaların kimisi hala devam ediyor kimisi de Yargıtay da bekliyor.
15 Temmuz FETÖ isimli şeytani yapıyla mücadelede bir dönüm noktası oldu. 15 Temmuz gecesi ise ilk sokağa çıkanlar içinde havaalanına giden yolda ilk tankı durduranlardan biri oldum. 15 Temmuz sonrasında da hem yazarak hem TV’lerde konuşarak mücadelenin başarıya ulaşması için elimden geleni yaptım.
Her ne kadar adını “FETÖ’yü araştırmama Komisyonu” koymuş olsam da TBMM’de kurulan 15 Temmuz Araştırma Komisyonunda bildiklerimi delilleriyle anlattım.
17/25 Aralık sürecinden 15 Temmuz’a kadar yeterince başarılı olmayan mücadelede devletimiz bu tarihten sonra daha kararlı bir biçimde örgütün üzerine gitmeye başladı. Ancak başta da değindiğim gibi bu mücadelede zamansız yakalanma ve bilgi azlığı sebebiyle değişik yanlışlar yapıldı ve halen de yapılmaya devam edilmektedir. Bu yanlışların başında işin sadece emniyet ve yargı boyutunda bırakılması olmuştur. Hâlbuki böyle uluslararası istihbarat örgütlerinin beslemesi olan ve yüzüne İslam maskesi takarak aldatmakla iş gören böyle bir örgütün bitirilmesi için özellikle İslami yönden batıl bir yol olduğunun gösterilmesi, kültürel, ilmi, ekonomik, siyasi, sosyal vb. yönlerde de topyekûn bir mücadele stratejisi geliştirilmeliydi.
Bu süreçte FETÖ boş durmadı. Verilen mücadeleyi sulandırmak ve mağdur algısı oluşturmak için bütün gücüyle çalıştı. FETÖ militanları çalıştıkları kurumlarda FETÖ ile alakası olmayan kişileri FETÖ’cü diye ihbar ederek sistemin adeta kilitlenmesini sağladı. Bu süreçte birçok mağdur insanın haksız yere hapis yattığına ve işinden olduğuna şahit olduk. Devletimiz bu mağduriyetleri gidermek için itiraz komisyonları kurdu ve KHK’lar ile atılanlara hakkını arama kanalı açtı. Şimdiye kadar bu kanalları kullanarak işine dönen beş binden fazla insanın var olduğunu devletin açıkladığı bilgiler içinde görüyoruz.
FETÖ isimi şeytani örgüt bütün tedbirlere rağmen bir mağdur algısı oluşturmayı başardı. Artık FETÖ şeytanına karşı olan bazı insanlar bile “mağdur edilen insanlar var” diyerek FETÖ’nün tezgâhına su taşımaya başladı. Hâlbuki esas mağdur olanlar 15 Temmuz’da şehit edilen 251 kişi ve yakınları ile yaralanan 2300 vatandaşımız olmuştur. Eğer hakiki bir mağduriyetten söz edilecekse bu insanların söz konusu edilmesi gerekir. Ancak FETÖ propagandası maalesef bu gerçek mağdurları adeta unutturarak mağdur olmayanları ve hatta gerçek Fetöcüleri mağdur olarak göstermeyi başardı.
17/25 Aralık ile 15 Temmuz arasındaki mücadelede bazı yanlışlar yapıldığı gibi 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra da bu şeytani yapıyla mücadelede bazı yanlışlar yapıldı.
Bu süreçte yapılan yanlışları şöyle özetleyebilirim:
FETÖ isimli şeytani örgütün “İhanet – Ticaret – İbadet” diye üç kısımdan oluştuğu açıklanmasına rağmen özellikle “İhanet” kısmının 17/25 Aralık 2013 ile 15 Temmuz 2016 tarihleri arasında yurt dışına kaçmasına göz yumuldu.
FETÖ ile mücadelede bir “üst mücadele kurulu” kurulmadı ve örgütün mücadeleyi sulandırması önlenemedi.
Bu şeytani yapı ile ilgili bir bilgi havuzu oluşturulamadı. Örgüt ile mücadele edenler arasında bir koordinasyon kurulamadı ve maalesef herkes tek başına mücadele etmek zorunda kaldı.
Örgüt ile mücadele ettiğini söyleyen medyada yazanların çoğunun geçmiş FETÖ iltisaklı olması meselenin ciddiyetine zarar verdi.
Örgüt bir mağdur algısı oluşturmak için devlet içindeki militanlarına örgüt ile irtibatı olmayanları örgüt militanı diye ihbar ettirerek mağdurlar oluşturulmasının önüne geçilemedi.
Devlet içinde çöreklenmiş örgüt militanları başlatılan mücadeleyi maniple etmek için her yolu denedi ve başarılı da oldu.
Örgüt devleti ayakta tutan bütün dinamik ve statik kurumları sızmasına rağmen sanki siyasi/politik arenaya hiç sızmamış gibi bir tavır içine girildi. Bu durum siyasi arenadaki FETÖ militanları tarafından verilecek mücadelenin önüne set çekilmesine sebep oldu.
Örgütün yurt dışı yapılanmasına yönelik mücadele yeterli düzeye çıkarılamadı. Bu şeytani yapının uluslararası bir terör örgütü olduğu dost olarak bilinen bazı ülkelere bile anlatılamadı.
TSK ve emniyet örgüt ile mücadelede çok ciddi gayret ederken bunu diğer bazı devlet kurumlarında (Diyanet, YÖK, Üniversiteler, belediyeler, siyaset kurumları, Abant toplantıları vs.) göremedik. Bu durum halkın nezdinde “Acaba FETÖ korunuyor mu? Böyle giderse FETÖ geri döner.” Gibi anlayışların doğmasına sebep oldu.
FETÖ elebaşı 2020 Ocak ayının sonlarında Pennsylvania’daki ininde Alman Die Welt gazetesine verdiği bir röportajda kendini aklamak ve 15 Temmuz’daki darbe girişimlerinin üstün örtmek için “Kürtlere haklarını vermek istedikleri için Erdoğan’ın hedefi oldukları” gibi yalanlara sarıldı. Bunun tek sebebi bu zamana kadar FETÖ isimli şeytani yapının yaptığı ihanetleri hakkıyla dünyaya duyuramamaktır. Biz bu ihanet şebekesinin pisliklerini belgeleriyle dünyaya anlatamazsak gelecekte onların propagandalarına kanan ülkelerle ciddi problem yaşayacağımız açıktır. Bugün ABD, İngiltere, Hollanda, Almanya, Fransa vb. gibi güya müttefikimiz olan ülkeler bile FETÖ isimli şeytani yapıyı terör örgütü olarak kabul etmiyor olması bizim için büyük kayıptır.
FETÖ tarihin en karanlık örgütlerinden biridir ve faaliyetlerine yurt içi ve yurt dışında hız kesmeden devam etmektedir. Bu ihanet şebekesine karşı mücadelede devlet ve millet olarak çok ciddi olmak zorunluluğuz vardır. Bunu başaramazsak gelecekte bu hain yapı ihanetlerini kaldığı yerden devam ettireceğinden asla şüphemiz yoktur.
Unutmayın: İnsan bilmeden ihanet etmez, bilerek yapar. Bu açıdan ihanet taammüden işlenen bir suç ve devamı olan bir kötülüktür. FETÖ bir ihanet şebekesidir ve bunu küresel efendilerine hizmet için yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedir.