Çok çabuk kopuyoruz. Dostluklarımız, arkadaşlıklarımız giderek sentetikleşiyor. En küçük sınavda savruluyoruz.
Facebook'ta her gün bir veya birkaç arkadaşımızın vefat haberi yayınlanıyor. Hayattayken, tekmelenen, ötekileştirilen, aşağılanan insanlar birdenbire göklere çıkarılıyor. Bu "kör ölür badem gözlü olur" vecizesinden öte bir şey.
Önemli olan insanları hayattayken onore etmek. Ölene gösterilen sevginin çok alamı yoktur. Çünkü o bilmedikten, görmedikten sonra arkasından yıldızlara çıkarsanız ne olur? Sadece geride kalanlarına bir teselli bırakmış olursunuz. Bu kadar!
İçimizde çok değerli ama değerini bulamamış insan var. Hele bizim harekette, her yerde olduğu gibi burada da cazgırlar, çıkarcılar samimi olanları bastırmıştır. Onlar öne atılmaktan haya ettikçe bütün ön sıraları dalkavuklar doldurdu.
Bizde adamın hası, genellikle teşkilatların dışında kalmış olanlardır. Ayak oyunlarını bilmezler, şu parti bu parti ayırımı yapmazlar, ülkücü ülkücüdür diyerek hepsine saygı gösterirler. Onların kafasındaki ülkücülük hala 1980 öncesinin ölümlerin paylaşıldığı zamanların ülkücülüğüdür. Ülkücü tanımını o yıllara bakarak yaptıklarından, teşkilatlara girip Bizans oyunlarını görmedikleri için o yılların samimiyeti, fedakarlığı, mahviyet ahlakı ile yaşarlar.
Bu giriş şunun için: İçimizde hayattayken alkışlanması gereken çok insan var. Bazıları dünya nöbetini bitirdi, bazıları hala hayatta. Ne yazık ki onların çoğuna karşı görevlerimizi yapamadık.
Bugün gecikmiş de olsa alınlarında nur-u Muhammed’i şavkıyan iki isimden bahsetmek istiyorum. Biri sağ, biri ne yazık ki ölü.
12 Eylül darbesinde Konya ve Kayseri Ülkücüler davasının son durağı Diyarbakır'dı. Şu meşhur 5 nolu cezaevinde 17-18 ülkücü birkaç yıl yattık. Diyarbakır'ın Haziran'dan Ekim ayına kadar nasıl sıcak ve boğucu olduğunu ancak yaşayanlar bilir. Bir bardak bırakınız soğuğu, serin suya bile hasret kalmıştık. Soğutucumuz yok, buzdolabımız yok, alabilecek durumda olanımız da yoktu. Çare olarak pet şişelerinin etrafına bir bez giydirir, bezi ıslatır, koğuş penceresine koyardık. Esinti oldukça şişedeki su birkaç derece soğurdu.
Aynı cezaevinin diğer mukimleri ise PKK militanlarıydı. Onların geleni gideni çok, her koğuşlarının buzdolabı, TV, pinpon masası gibi alet edevatları vardı. İşte bu iki isimle orada tanıştık. Yılmaz Uzun ve Ümit Ünsal.
Yılmaz Uzun, o tarihte Diyarbakır öğretmenevi müdürüydü. Erzurum'un yiğit dadaşı Ümit Ünsal ise bir okulda öğretmen. Tabi başkaları da vardı. (özellikle o tarihlerde Diyarbakır Milli, Eğitim Md. Yard. Hamdi Er'i unutmamak lazım.) Bu bir avuç idealist Diyarbakır'da hem kimliklerini koruyarak ve yayarak görev yaptılar, hem de cezaevine geldiğimizi duyar duymaz kendilerini görevli yazdırarak yanımıza koştular. Onlar sayesinde soğuk su içebildik. Onlar sayesinde idareden geçmesini istemediğimiz mektuplarımızı gönderebildik. Onlar bize pencere oldular, onlar sayesinde dışarı ile köprüler kurabildik. Ailelerimizin uzakta oluşunu, gelemeyişini bize hiç hissettirmediler. Onların yetiştirdiği bazı öğrencilerle (İ.Demir gibi) hala ilişkimiz ve arkadaşlığımız sürüyor. Bu arkadaşlar Diyarbakır'da hayatlarını hiçe sayarak hizmet ettiler. Toprağa tohum saçtılar. O tarihlerde devletin Türk milliyetçilerini o bölgeye gönderip gençleri kazanmak gibi bir politikası vardı, sonra bu politika terk edildi. Arkası gelmedi.
Ümit hoca ile de Yılmaz Hoca ile de dostluğumuz çıktıktan sonra da devam etti. Yılmaz hoca Niğde'ye tayin oldu, Türk Ocağı başkanlığı yaptı, binlerce öğrenciye, gence dokundu. Hayatını ülke ve milletine faydalı olacak gençler yetiştirmeye adadı. Ne yazık ki, 3 ay kadar önce vefat etti. Taşrada yaşadığı için onun büyük yüreği sair yerlerde pek fark edilemedi. Ümit hoca ise Balıkesir'in Edremit ilçesine yerleşti. Öğretmenlik, müdürlük, yöneticilik yaptı. Çizgisini hiç değiştirmedi. Zorda kalan arkadaşlarımızın maddi manevi yardımına koştu. Onunla dostluk ve ülküdaşlık ilişkimiz hiç kesilmedi. Kitaplarımı tanıtmak için oradan oraya koştu. Ümit Hoca şimdi ağır bir hastalığın pençesinde kıvranıyor. Duam temennim en kısa zamanda sağlığına kavuşması.
Bu harekette gönlü büyük çok insan yetişti. Nimette arkada, külfette hep önde oldular. Onlar unutulmamalı. Örneğimiz ipini sapını koparmış mafya babaları değil, Ümit ve Yılmaz Hoca gibilerdir. Yılmaz hocaya rahmet, Ümit hocaya sağlık diliyorum. İkisi de saygıyla anılmayı hak ediyor, Yılmaz Hoca için bir Fatiha, Ümit Hoca için dua borcumuz yok mu?