Türkiye’de kirli, seviyesiz bir siyaset anlayışı var ve bu anlayıştan nefret ediyor, utanıyorum. Onun için siyasi konuşmaları, atışmaları dinlememeye, mümkün olduğunca kaçmaya çalışıyorum. Soruyor, soruşturuyorum ama bizdeki gibi iğrendirici siyaset yapılan bir ülkeye rastlamadım. Balkanlarda, Avrupa’nın öteki ülkelerinde yok da, aşiret kafası ile yönetilen adını sanını bile hatırlayamadığımız Asya ve Afrika ülkelerinde var mıdır doğrusu bilemiyorum!
Siyasi konuşmalarda bağırıp çağırmak, günde beş vakit ona buna hakaret yağdırarak ve bazen dozu iyice kaçırıp küfür sayılabilecek küçültücü, alçaltıcı ifadeler kullanmak doğru değil. Öfke kontrolünden habersiz, kırıcı, dökücü kişilerin siyasette işi olmamalı. Siyaset gerçekten de kitaplarda yazıldığı gibi bir “Çözüm üretme” sanatı ise bu yola girenler işlerine odaklanmalıdırlar. Millete yazık, ülkemize yazık. Çocuklarımızın, torunlarımızın yanında zaten haber dinlememiz mümkün değil. Onlar kaçıyor, bizde sinirler tavana fırlıyor. Bu tarz konuşmalara, hitaplara rastladığımda hep şu Ayet aklıma gelir: “Yürüyüşünde dengeli ol, sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini şüphesiz eşeklerin sesidir!” (Lokman Suresi, Ayet 19)
Televizyon yayınlarını denetleyen bir kuruluş olan RTÜK bu konuda niye sessiz kalır, niye bir yaptırım uygulamaz anlamış değilim. Bir konuşmacının söylediği sözlerden, kullandığı bir ifadeden dolayı televizyon kanallarına ceza verilebildiğine göre siyasi parti liderlerinin kullandıkları öfke ve şiddet içeren, hakaret dolu ifadeleri yayınlayanlara da ceza verilebilmelidir, öyle değil mi?
Siyasi liderlerin ağızlarından çıkarak meydanları, salonları inlettiği yetmezmiş gibi canlı yayınlarla haber saatlerinde evlerimizin içinde yankılanan ve buraya alırken bile iğrendiğim şu ifadelere bakar mısınız?
“Terbiyesiz herif”, “Zürriyetsiz”, “Sen aileden ne anlarsın”, “Kucağına oturduğun CHP ile arana mesafe koy”, “Kendi mabadın açıkta dururken başkalarını ayıplama”, “Kuyruk sallayanlar”, “Kendi pisliğini başkalarına atma”, “İllet”, “Zillet”, “Zerdüşt”, “Cem Evi cümbüş evi”, “Haddini bilmez”, “Ahlâksız”, “Vitrin Mankeni”, “Ulan”, “Çirkeflik”, “Kanalizasyon çukurundan besleniyor”, “Kandan beslenen vampirler”, “Terörist”, “Diktatör bozuntusu”, “Mafya bozuntusu”, “İt – kopuk”, “Hayvan”, “Adi”, Alçak”, “Şerefsiz”, “Namus ve şeref fukarası…” Ve daha neler neler…
Haklı değil miyim yani? Siyasiler memleket meseleleri ile dostluk ve kardeşlikle, iyilik ve güzelliklerle gündem olacak yerde evlerimize bu sözlerle giriyorlar. En azından siyasilerle ilgili haber programlarda, canlı yayınlarda RTÜK’ün “Akıllı İşaretler” denen o meşhur “7 Yaş ve Üzeri”, “Şiddet/Korku”, “Olumsuz Örnek Oluşturabilecek Davranışlar” gibi adlar altında sembolize edilen işaretlerinden uygun olanlar kullanılmalıdır ki aileler ona göre tedbirlerini alsınlar! Bizdeki siyaset anlayışına en uygun sembol herhalde “Şiddet/Korku” ya da “Olumsuz Örnek Oluşturabilecek Davranışlar” olmalıdır! Bu teklifim bir latife ya da şaka olarak geçiştirilmemeli, ciddiye alınmalıdır. Buna gerçekten ihtiyacımız var.
Dünyanın hiçbir yerinde haber kanalları tekmili birden yayınlarını kesip Cumhurbaşkanı ya da Başbakanların konuşmasına bağlanmıyorlar. Almanya’da Merkel’in, Fransa’da Emmanuel Macron’un, İngiltere’de Kraliçe ya da Başbakan’ın öyle her an televizyonlarda olduğunu gören, duyan var mı? Böyle iletişimcilik, böyle bir yayın anlayışı olabilir mi? İlkeli bir yayıncılıkta bu uygulamanın yeri olamaz, olmamalıdır.
Az çok dünyayı tanıyoruz. Politikacılar dünyanın hiçbir ülkesinde bizimkiler kadar çok konuşmuyorlar. O ülkelerdeki siyasiler birbirlerini düşman olarak değil, hizmet yarışına giren arkadaşları gibi görüyorlar. Onun için seviyeli bir iktidar – muhalefet ilişkisi var. Dolayısıyla bizdeki gibi birbirlerine hakaretler yağdırıp tazminat davaları da açmıyorlar. Bunu biliyordum ama yine de Almanya, Fransa ve ABD’de bulunan arkadaşlara sordum. İşte aldığım cevaplar:
“Kırk yıldır Almanya’dayım, politikacıların birbirlerine tazminat davası açtıklarını ne gördüm ne de duydum. Burada politikacılar birbirlerine olur olmaz ithamlarda bulunmazlar, hakaret etmezler. Kaldı ki Alman politikacıları çalışıp düşünmekten birbirleri ile didişmeye fırsat bulamazlar. Kısacası Almanya’da seviyeli bir siyaset anlayışı vardır. Zaten kamuoyu da bilinçli olduğu için bu tür aşırılıklara müsaade etmez. Türkiye’de olup bitenleri üzülerek ve hayret ederek seyrediyor, utanıyoruz.”
“Hocam, Fransa’da politikacılar birbirlerini düşman gibi görmezler, hakaret etmezler. Dolayısı ile tazminat davası mefhumu akıllara gelmez. Her siyasetçi neyi nasıl yapacağını konuşur, anlatır ve halk da ona göre değerlendirmesini yapar.”
ABD’de ise geçtiğimiz dönemde bir Trump rüzgârı esmişti malum. Deli dolu, ne zaman ne yapacağı, nerede ne söyleyeceği belli olmayan o politikacı adeta eski köye yeni adet getirmiş ve ABD siyasetini Türkiye’deki siyaset anlayışına benzetivermişti. Buna rağmen, ABD’deki arkadaşımın gönderdiği metinden ve ABD siyasetini iyi bilen bir akademisyen arkadaşımın ifadelerinden, hakaretlerin bizdeki gibi havada uçuşmadığını, Başkanların dokunulmazlıkları olmasına rağmen tazminat davaları açılmadığını öğrendim.
Sayın Cumhurbaşkanı, bizdeki siyasiler içinde en çok faal olanı. Getirilen yeni sistemin gereği olarak hem parti Genel Başkanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı görevi olduğu için adeta durup oturduğu yok. Oradan oraya uçuyor, her vesile ile konuşuyor. Haliyle büyük bir enerji sarf ediyor, yoruluyor ama siyasi hırs galiba bütün yorgunlukları bastırıyor. Ancak “Çok konuşan çok yanılır” vecizesi gereği bazen yanlış ifadeler de kullanabiliyor. Mesela en son, 21 Şubat 2021 tarihinde partisinin İzmir İl Kongresi’nde yaptığı konuşma sırasındaki şu ifadesi:
“…Kendi içindeki taciz, tecavüz, hırsızlık, arsızlık dalgasıyla hesaplaşmayı reddeden zihniyettir bizim zihniyetimiz"
Sosyal medyada bir anda yayılıveren ve “Salon buz kesti” diye verilen bu haber üzerine merak edip konuşmayı dinledim. Evet, konuşması sırasında bizzat kendi sesinden bu ifadeleri kullanıyor. Kullanıyor kullanmasına da “Lebaleb dolu” olan salondaki tezahüratlar ifadenin yanlışlığının farkında olunmadığını gösteriyor. Ancak salon ya da taraftarlar fark etmeseler de bu konuşma kayda geçiyor ve bir şekilde kullanılmaya müsait oluyor. Onun için siyasiler konuşmalarına, oturup kalkmalarına, davranışlarına dikkat etmek, kendilerini fazla yormamak zorundalar.
Bu vesile ile geriye doğru bir tarama yapınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın buna benzer başka ifadelerini de gördüm. Mesela, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi öncesinde, 20 Haziran 2019 günü Bahçelievler’de yaptığı konuşmada şunları söylüyor:
“Bu seçimde İstanbul halkı iki adaydan birine karar verecek. Bir tarafta Cumhur İttifakı’nın; yani TERÖR ÖRGÜTLERİ ZİHNİYETİNİN DESTEK VERDİĞİ Cumhur İttifakı adayı…”
AKP ve MHP Cumhur İttifakı adı altında seçime girdiklerine göre kendi ittifaklarının “Terör örgütleri zihniyetince desteklendiğini” ifade etmiş oluyor ki bir siyasetçi bile bile bu hatayı yapmaz. Ancak yorgunluk ve orada o konuşmayı yapar yapmaz bir sonraki konuşmaya yetişme düşüncesi ya da hırsı böylesine bir hata yaptırıveriyor.
Sayın Erdoğan Başbakanlığı döneminde de çok hırslı idi ve oradan oraya koşup duruyor, her fırsatta konuşuyordu. 6 Mart 2014 günü Eskişehir’de yaptığı konuşmada da, “Evlatlarıma helal lokma yedirmediğim halde…” gibi bir ifade kullanmıştı.
İstem dışı kullanılıp konuşmanın coşkusu içinde bir anda ağızdan çıkıveren bu sözlerin tüpten çıkan macun gibi geri dönüşü yok. Ağızdan çıkar çıkmaz kayıtlara geçiyor ve arşivlere giriyor. Meşhur meseldir ki, “Söz ağızdan bir kere çıkar!”
Bilim adamları bu tür maksadını aşan ve “Dil sürçmesi” olarak nitelendirilen ifadeler için, “Dil sürçmelerinin çoğu bilinçaltında bastırılmaya çalışılan düşünce ve fikirlerin bir anda kontrol dışı olarak dışa vurumudur” diyorlar. Bunu, “Allah söyletiyor” diye ifade edenler de var. Bu tür söyleyişlerde asıl unsurun hırs, yorgunluk ve pek çok işi bir anda düşünme gayreti olduğu kanaatindeyim.
Politikacılar ve özellikle lider konumunda olanlar benlik duygusundan sıyrılıp kendilerine ayakları yere basan liyakat sahibi danışmanlarla yağcılıktan uzak, kafası çalışan bir çevre oluşturmazlarsa Avrupa’daki iktidar – muhalefet ilişkilerine gıpta ile bakmaya devam ederiz.