Bazı yorumcular, İmamoğlu'nun Kılıçdaroğlu'nu devirmesini, Ecevit'in İnönü’yü devirerek, CHP genel başkanı olma sürecine benzetiyor. Vakaları, detaylı olarak incelediğimizde pek benzerlik olmadığını görürüz.
Ecevit, ilk kez 1957 seçimlerinde parlamentoya girdi. 1960'ların ilk yarısında Çalışma Bakanlığı yaptı. Bu görevdeyken yaptığı çalışmalar, işçilerin onu tanımasına, sevmesine ve desteklemesine yol açtı. Ecevit, "Ortanın Solu" kavramını 1964 yılından itibaren kullanmaya başladı. Bu fikri açıklayan makaleler, kitaplar yazdı, konuşmalar yaptı.
Parti içinde, işçilerden ve "Ortanın Solu" anlayışını savunanlardan mürekkep Ecevitçi bir kanat oluşmaya başladı. Bu kanat, ilk mücadeleyi, eski genel sekreter Gülek ekibine karşı vererek, onları tasfiye etti. Ecevit, bu mücadeleden sonra, İnönü’nün istememesine rağmen, 1966 yılında CHP Genel Sekreteri oldu. (İnönü, Ecevit’in önünü kesmek için sırasıyla Nihat Erim, Turan Feyzioğlu ve Kemal Satır’ı genel sekreter yapmaya çalıştı ama Ecevit’in direncini kıramadı.) Ecevit göreve geldikten sonra partideki etkili kanatları birer birer tasfiye etti. Önce Feyzioğlu ve ekibi CHP'den ayrılarak Güven Partisini kurdu. Bu çok ciddi bir bölünmeydi.
1969 seçimlerinde GP, %7 oy alarak üçüncü parti oldu. Partiden ikinci kopan kanat Satırcılar oldu. Eski Genel Sekreter Satır, Cumhuriyetçi Partiyi kurdu. Bu parti ilerleyen süreçte, Güven Partisiyle birleşti. 12 Mart Muhtırasından sonra, İnönü, darbecilerle anlaşarak, Nihat Erim'i başbakan yaptı. Prosedür gereği bağımsız olması gereken Erim, partiden istifa edince, Ecevit bir baş ağrısından daha kurtuldu. Erim, 1940'ların ikinci yarısından beri İnönü'nün en yakınındaki siyasetçiydi. Onun veliahdı olarak kabul ediliyordu. Ecevit, 12 Mart Muhtırasından sonra genel sekreterlik pozisyonundan ayrılsa da tasfiyeler devam etti. Son tasfiye edilen Kamil Kırıkoğlu ve ekibiydi. Yani Ecevit liderliğe yürürken, partinin genel sekreterliğini yapmış üç siyasetçiyle, partideki iki kuvvetli grubun lideri, ekipleriyle birlikte ya tasfiye edildi ya da güçsüz hale getirildi. Yani Ecevit, İnönü'ye rağmen genel sekreterliğe aday olduğunda, genel merkeze ve tüm teşkilatlara hâkimdi. Rakip kanatların hepsi tasfiye edilmişti. Parti, Ecevit için dikensiz gül bahçesiydi. İnönü "yalnız adam" haline getirilmişti.
İnönü'nün sert muhalefetine rağmen, Ecevit genel sekreter seçilince, İnönü önce genel başkanlığı bıraktı, ardından partiden ayrıldı. Yani son tasfiye edilen İnönü oldu. Ecevit, milletvekili seçildikten on beş, bakan olduktan on, "Ortanın Solu" düşüncesini ileriye sürdükten dokuz ve genel sekreter seçildikten altı yıl sonra ve amansız mücadeleler neticesinde genel başkan seçildi.
Ekrem İmamoğlu ve ekibinin ileriye sürdüğü, "Ortanın Solu" düşüncesiyle mukayese edilebilecek yeni ve orijinal bir fikir yok. İmamoğlu ve ekibi ‘’değişim’’ diyor ama Kılıçtaroğlu’nun devrilmesi dışında bu ifadeden ne kastettikleri meçhul. İmamoğlu’nun etrafında saf tutarak değişim söyleminin şampiyonluğunu yapanlar, dört beş dönemdir önseçime girmeden milletvekili olanlar. Ecevit partiye hâkimdi, İmamoğlu değil. Ecevit her zaman partinin genel merkezindeydi, İmamoğlu siyasi açıdan taşradan geliyor.
Ecevit'in hem genel merkezde hem de ülke sathına yayılmış, kendine son derece inanmış bir kadrosu vardı, İmamoğlu'nun yok. Ecevit parti içinde rakipsizdi, İmamoğlu'nun çok güçlü rakipleri var. İki liderin benzer yönlerine gelince, her ikisi de popüler. Her ikisi de, hırslı ve iddialı. Her ikisi de, sürekli seçim kaybeden genel başkanlara karşı yola çıktılar. Ve her ikisi de, seçimler kaybedilirken liderlerinin yanındaydılar. (Son seçim hariç tutulursa, İmamoğlu, Ecevit ile karşılaştırılmayacak kadar alt düzeydeydi. Yani mağlubiyette sorumluluğu olamaz.)
Gelelim İmamoğlu'nun avantajlarına. İmamoğlu'nun üç yerel seçim zaferi var. Ecevit'in yoktu. 2014 seçimlerinde Beylikdüzü’nü, 2019 yılında arka arkaya iki seçim kazanarak İstanbul'u, Ak Parti'nin elinden aldı. Önce CHP İstanbul il başkanlığı kongresini ardından CHP Kurultayını kazandı. Seçim zaferlerinin, algı açısından çok önemli oldukları doğru olmakla beraber, İmamoğlu’nda oluşturduğu haddinden fazla özgüven ve kıymet bilmezlik nedeniyle olumsuz tesirleri oldu.
Sürekli seçim kazanması Erdoğan’a büyük hatalar yaptırdı. Sevilen belediye başkanlarının zorla ve gerekçe gösterilmeden istifa ettirilmesi, ‘’Adayların, kimi aday yapsak kazanır.’’ mantığıyla belirlenmesi 2019 yenilgisini getirdi. İmamoğlu’ da benzer bir yaklaşımla büyükşehirdeki bürokratlarını belediye başkanı adayı yaptı. İstanbul adaylarının ekseriyeti aday gösterildiği ilçeden değil. Çoğunun hiçbir siyasi tecrübesi, emeği ve birikimi yok. Ecevit koltuğa oturduğunda, kendisi vekil seçilse de, partisi arka arkaya dört genel seçim yitirmişti. Bakan olmuş, sonra bu pozisyonu kaybetmişti.
Genel sekreterlikten istifa etmek zorunda kalmıştı. Oturduğu koltuğun değerinin farkındaydı. İmamoğlu, İBB Başkanı. Yani Türkiye'nin ikinci güçlü koltuğunda oturuyor. Bu koltuğa çok hızlı ve kolay geldiğinden, kıymetinin farkında değil. Göreve geldiğinden beri cumhurbaşkanı adayı olmanın ya da CHP genel başkanı seçilmenin peşinde. Bu, görevine konsantre olmasını, yani başarılı olmasını engelliyor. Oysa onu hedeflediği pozisyonlara taşıyacak olan, belediye başkanlığındaki başarısıdır.
Her iki isim de Karadenizli. Fakat Ecevit Türkiye’sinde, Karadenizliler bu kadar yaygın ve güçlü değildi. Bu kadar kuvvetli bir hemşericilik motivasyonları yoktu. Bu avantaj, İmamoğlu'nun hem Beylikdüzü hem de İstanbul seçimlerini kazanmasında belirleyici oldu.
Tayyip beyinde Karadenizli olması, ona karşı girişilecek bir mücadele de bu avantajı nötralize ediyor. Ecevit, aristokrat, zengin ve ayrıcalıklı bir ailenin çocuğuydu. Halkçıydı ama halktan uzaktı. Halka yabancıydı. İmamoğlu halkın ta kendisi. Varlıklı bir ailenin çocuğu ama ailesi bu varlığa, dişiyle, tırnağıyla mücadele ederek sahip olmuş. İmamoğlu’nun halka garip gelen, sırıtan hiçbir özelliği yok.
Ecevit'in akıbetini biliyoruz. İmamoğlu un siyaset serüvenini yaşayarak gözlemleyeceğiz.