Ankara’nın bir Melih Gökçek’i vardı malum; belediye işlerinden çok polemikleri, komploları ona buna laf yetiştirmesi ile öne çıkar, her fırsatta kendisinden söz ettirirdi. Kendi işine bakıp Ankara’nın dertleri ile ilgilenmesi gerekirken Türkiye ve dünya siyasetine yön vermeye kalkar, Ak Parti yöneticilerinin bile girmedikleri ya da giremedikleri siyasi konulara girip lafla asıp kesmekten çekinmezdi. Kısacası sanki Belediye Başkanı değil de kötü bir siyasi aktör, durumdan vazife çıkarıp her işe maydanoz olan bir figür olarak hareket ederdi. Siyasi parti liderleri ile dalaşır, muhalif gazetecilere sataşır, Atatürk Orman Çiftliği arazisinin talan edilmesinin yollarını açar, milyonları heba ederek olur olmaz yerlere dinozorlar ve işe yaramaz, ilgi görmez objeler koyardı vs. Onun lüzumsuzluklarına sonunda kendi partisi de dayanamadı ve görevden el çektirdiler. Gerçi meşhur meseli doğrularcasına huylu huyundan vazgeçmiyor ve yine sağa sola laf yetiştirmeye devam ediyor ama başkanlık dönemlerinde olduğu gibi ses getirmiyor artık. Laf aramızda, “Melih’tir her ne söylese yeridir” denip geçiliyor.
Gelin görün ki CHP – İYİ PARTİ ittifakı adayı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilen Ekrem İmamoğlu ve CHP’li İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer de -herhalde onun kadar olamasalar da- Melih Gökçek’i aratmayacaklar gibi.
Herkesin gözü İstanbul’da malum, onun için ele geçen fırsatı iyi değerlendirmek, polemiklerden uzak durup sataşmalara aldırmadan kıskanılacak işlere koyulmak, hizmet nasıl yapılırmış göstermek gerekiyor.
Devasa bütçesi ve olağanüstü gelirleri ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi adeta koca bir ülke potansiyeline sahip. Onun için 17 yıldır ülkeyi, 25 yıl da İstanbul’u yöneten zihniyet bu olağanüstü imkânlardan mahrum kalmamak için bin bir türlü yola başvurup kargaları bile güldüren bir gerekçe ile sonuçlanan seçimi iptal ettirmiş, seçimler yenilenince de iyi bir ders almışlardı.
Gelin görün ki aldıkları dersi sindiremediler. İstanbul’un o devasa bütçesinden nemalananlar, ellerindeki imkânları har vurup harman savuranlar İstanbul başta olmak üzere kaybettikleri büyük şehirlerle ilgili yeni düzenlemeler yaparak özellikle Ekrem İmamoğlu ve ekibinin işini zorlaştırmak için gayret gösteriyorlar. Bütün bunlar milletin gözü önünde olduğu için ters tepeceği kesin. Ancak Ekrem İmamoğlu’nun da seçimlerden önceki sakinliğini ve eşe dosta olduğu gibi siyaseten muhalif olanlara bile güven veren duruşunu koruması gerekiyor.
Ben, 2019 Mahalli seçimlerinden önce yazdığım yazılarda, “Hangi şehirde olsa idim kime oy verirdim” konusunu açık çık yazan biriyim. Aslında 50 yıllık MHP’li birinin bunu aklından geçirmesi, düşünmesi ve hele hele de açıkça söylemesi olacak iş değildi ama oldu işte; çünkü MHP bir bakıma kendi kendini inkâr etmiş ve çoğu yerde aday göstermemişti. Bulunduğum şehir olan Ankara’da bir MHP’li aday olsa idi başka bir partinin adayına oy vermeye elim varır mı idi bilmiyorum. Ancak hem MHP’li geçmişi, hem de bir önceki seçimde rekor oy almasına rağmen birtakım katakulliler sonunda kaybettirilen CHP adayı Mansur Yavaş’a oy vereceğimi açıklamış ve sözümde durmuştum. İyi ki de öyle yapmışım; Mansur Yavaş akıllı uslu, ayakları yere basan bir politika takip ediyor. Kimse ile takışmadan, sağa sola laf yetiştirmeden işini yapmaya çalışıyor. O’nun bu tutumu, durmadan polemik yapıp komplo üreterek milleti bunaltan Gökçek devrinden sonra Ankaralılara ve hatta güzel yurdumuz Türkiyemize derin bir nefes aldırıp ilaç gibi geldi. Bu yönüyle ve çalışkanlığı ile Mansur Yavaş’ı gerçekten tebrik ediyor, aynı yolda devam etmesini diliyorum.
Seçimlerden önceki duruşu, ailesinden, yakın çevresinden gelen referansları ile İstanbul’daki rantiyecilik ve kayırmacılık düzenini bitireceğine dair bir kanaat oluşturduğu için de Ekrem İmamoğlu’nu tercih etmiş, bunu da açıkça belirtmiştim; keza İzmir’de olsa idim Tunç Soyer’e oy veremeyeceğimi belirttiğim gibi.
Hak yerini bulup Ekrem İmamoğlu ikinci defa ve çok büyük farkla seçildikten sonra usulsüz işe alınanlar, kime nasıl tahsis edildiği ve hatta sayısı bile belli olmayan araçlar konusunda gösterdiği gayret, yandaşlara ve belli bir çevreye verilen ihaleler ve aktarmalarla ilgili feveranları ile gerçekten umutlarımızı boşa çıkarmayacağını göstermişti. Haydarpaşa ve Sirkeci Gar ihalelerinde belediyenin elenip yeni yetme birine peşkeş çekilmesi konusundaki isyanında da yerden göğe kadar haklı idi. Ayrıca, seçimden önce İstanbullulara verdiği sözleri yerine getirme konusunda adım adım ilerlemesini görmek de herkesi memnun ediyordu. “Sezar’ın hakkını Sezar’a” vermek gerekiyorsa elbette İmamoğlu’nun hakkı da kendisine verilmelidir. Bu hakkı teslim ettikten sonra geçelim öbür tarafa…
Ekrem İmamoğlu’nun Diyarbakır ve Batman seyahati sırasında yaptığı ziyaretlerle Fransa’ya gittiği sırada başka hiç işi yokmuş gibi katil Yılmaz Güney ve “Şerefsizlerin ülkesinden gidiyorum” diyerek Türkiye’yi terk eden Ahmet Kaya’nın mezarlarını ziyaret etmesi, eşi hanımefendinin, tutuklu Demirtaş’ın eşinin doğum günü partisine katılarak hediye vermesi hoş olmamıştır. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu dikkate alarak bu tür işlere karşı mesafeli durmayı bilmesi gerekir. Ayrıca bu ziyaretler, kendisini destekleyen milliyetçileri de üzmüştür ve not edilmiştir ki bunu da asla unutmamalıdır.
Biz, Türkiye Diyanet İşleri Başkanı’nın ya da devlet erkânının “İtiklal Savaşı’nı keşke Yunanlılar kazansaydı” diyen bir fesli meczubu ziyaret etmelerini nasıl doğru bulmayıp eleştirmişsek, herhangi bir siyasi ya da belediye başkanının teröristlerle aralarına mesafe koymadıkları gibi destekledikleri aşikâr olan birilerini ziyaret etmesini de tasvip etmeyiz. Ekrem İmamoğlu’nun bunu çok iyi bilmesi gerekir.
İstanbul’un kaybedilmesi AKP’de büyük bir hazımsızlık yarattı. Bu, açıkça görülüyor ve zaten kendileri tarafından da ifade ediliyor. Ancak, bu konuda “Biz nerede hata yaptık” diye kendilerini sorgulayacakları yerde Büyük Şehir yasaları ile İstanbul Boğazı’nın statüsü gibi konularda oynamalar ve düzenlemeler yaparak intikam almaya çalışıyorlar. 17 yıllık iktidarları döneminde ve büyük şehir belediyelerinin çoğunluğu kendilerinde iken akıllarına gelmeyen uygulamaların bu belediyeler elden çıkınca gelmesi tuhaf ve düşündürücü değil mi?
Hal böyle olunca sinirler geriliyor ve karşılıklı laf üretmelere başlanıyor. Oysa İmamoğlu’ndan beklenen tahriklere kapılmadan seçimlerden önce ve hatta üretilen saçma sapan gerekçelerle iptal edilen ilk seçimden sonra bile koruduğu sükûnetine geri dönmesi, herkes tarafından takdir edilen olgunluğuna gölge düşürmemesidir. O yalnızca işine bakmalı, bazı bakanlarla bürokratlara laf yetiştirmekle vakit öldürmemeli, olması gereken doğrular ne ise onları anlatarak gülüp geçmelidir. Seçimlerle ilgili itirazlar ve iptaller konuşulurken büyük bir kararlılıkla söylediği, “Ben hiç kimsenin hakkını yemem, hakkımı da yedirtmem” sözünü takdir etmiştik. Yine hak yemesin, hakkını da yedirtmesin ama bağırıp çağırarak ya da siyasi polemiklere girip “Gökçekleşerek” değil; millete ve yargıya intikal eden konularda yargıçlara doğruyu anlatarak! Kısacası, Bakanlara ve iktidarın maksatlı uygulamalarına karşı laf yetiştirme işini kendisini destekleyen CHP ve İYİ PARTİ Genel Merkezlerine bırakması en iyisidir. Yoksa Türkiye’ye kötü bir örnek yaşatan Melih Gökçek’in durumuna düşer ki, milletimizin ikinci bir Gökçek vak’asına tahammülü yoktur.
“İkinci bir Gökçek vak’ası” dedik ama üçüncüsü de İzmir’den çıkacak gibi. Tunç Soyer, “Kürtlerin kamuda ana dil hakkı” gibi boyundan büyük ve saçmalık ötesi bir laf etmiş. Bir de Kıbrıs’ın statüsü ile ilgili ahkâm kesmişti malum… Burası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir Bay Soyer! Soyadınız “Soyer” ama hangi soyun erisiniz ve neyin peşindesiniz acaba? Kıbrıs Türk’tür ve Türk kalacaktır. Siz o lafı etmekle eski Genel Başkanınız rahmetli Ecevit’in de kemiklerini sızlattınız, haberiniz var mı?
Herkes anadilini konuşuyor zaten, bunda bir sınırlama yok. Ancak devletimizin sınırları içinde eğitim öğretim ve kamu hizmetlerinde kullanılan ve kullanılacak olan dil Türkçe’dir. Siz de böyle ileri geri konuşup üzerinize vazife olmayan işlerle uğraşmayın. Böyle bir düşünceniz varsa -ki öyle anlaşılıyor- CHP Genel Merkezi’ne iletirsiniz, onlar da uygun görüyorlarsa açıklarlar ve tabii ki sonucuna da katlanırlar. Böylece, zaman zaman milleti anlamış gibi görünüp sonra da bildiğinden şaşmadığı, içinde yaşattığı urları temizleyip atmadığı için bir türlü iktidar olamayan CHP de siyasi mevta olarak tarihteki yerini alır.
Kısacası Belediye Başkanları Osmanlı’nın verdiği o güzel isme layık olabilmek için hal ve hareketleri, oturup kalkmaları ve söyleyip durdukları ile her fırsatta “Şehrin Emin Kişisi” olduklarını, herkes tarafından güvenilebileceklerini göstermek zorundadırlar. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı bunu başarmış görünüyor. Dolayısıyla İstanbul, İzmir ve diğer illerde de beklenen, istenen, özlenen budur.