Tahran, bağımsızlığını kazandığı günden beri özellikle Azerbaycan’ı ve o derece de olmasa da Türkmenistan’ı tehdit olarak görüyor. İran’da 25-30 milyon Azerbaycan Türkü yaşıyor. Türkler, Kuzey İran’daki, başka bir ifadeyle Güney Azerbaycan’daki, altı eyalette nüfusun %80’den fazlasını oluşturuyor. Azerbaycan’ın zenginleşmesinin ve kalkınmasının İran Türklerine örnek olacağını düşünüyorlar. İran’ın Karabağ savaşlarında Ermenistan’ı var gücüyle desteklemesinin gerçek nedeni bu. Yıllarca Hazar’ın statüsü sorununun çözülmesini engellediler ki Azerbaycan ve Türkmenistan, Hazardaki petrol ve gazı değerlendiremesin yani fakir kalsın.
İran’ın kuzeyinde en çok Azerbaycan sonra Türkiye sonra İran televizyonları seyrediliyor. Her sene daha fazla İran Türkü Azerbaycan’a gidiyor, Tebriz, Erdebil, Zencan, Kazvin ve Hamedan sürekli gerilerken, fakirleşirken, Bakü’nün nereden nereye geldiğini görüyor. Pehlevi şahlığı kurulduğunda İran’ın en gelişmiş bölgesi olan Azerbaycan bugün en geri kalmış bölgelerden biri. Sürekli göç veriyor.
Bin yıllık Türk yurdu Horasan üç parçaya bölünmüş durumda. Dört eyalet olarak yapılandırılan İran Horasan’ında beş milyondan fazla Türkmen yaşıyor. Pehleviler iktidara geldiğinde Horasan’da nüfusun %80 kadarı Türk’tü. Devrim olduğunda bu oran %60 civarındaydı. Bugün sadece bir eyalette ekseriyette olan Türkmenler, ahalinin sadece üçte birini oluşturuyor. Rejim İmam Rıza’nın türbesini Hac merkezi haline getirdi. Mevcut hali Kabe’den çok daha büyük, yıllık ziyaretçi sayısı Kabe’den fazla olan Türbe sayesinde dindarlar Horasan’a akın etti; bir kasaba olan Meşhet İran’ın ikinci en büyük şehri oldu.
Türkmenler nüfusları az olduğundan ve kendi vatanlarında azınlık haline getirildiklerinden Azerbaycan Türklerinden daha az tehlikeliler. Rejimin bu tespitinde Türkmenistan’ın Azerbaycan kadar başarılı olamaması, zenginleşememesi de etkili. Çok kapalı bir ülke olan ve geniş halk kesimlerinin çok fakir olduğu Türkmenistan, doğal olarak bir çekim merkezi haline gelemiyor. Türkmenistan, son yıllarda başlattığı dışa açılma ve liberalleşme sürecini sürdürebilirse on yıl sonra cazibe merkezi olur.
İran, SSCB yıkılınca bağımsız olan devletlerle iyi ilişkiler tesis ederek içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmaya çalıştı. Orta Asya’da, Kafkasya’da ve Balkanlarda yoğun Şiilik propagandası yaptı. Öncelikleri halkının çoğunluğu Şii olan Azerbaycan ve aynı kökten geldiği ve halkı Farsça konuşan Tacikistan’dı. On yıllık süreçten sonra Şiilik propagandasının her yerde başarısız olduğunu ve yoğun tepki çektiğini yani İran’ın hareket alanını daralttığını fark eden Tahran, söz konusu ülkelerde propaganda faaliyetlerini sonlandırdı ve ticari-kültürel ilişkileri geliştirmeyi hedefledi. Bu ülkelerin kendisine bağımlı hale gelmesine gayret etti.
Açık denizlere erişimi olmayan Türk cumhuriyetlerinin Türkiye, Körfez ülkeleri, Pakistan ve Hindistan’a ulaşımında İran kritik önemde. Tahran, coğrafi konumundan kaynaklanan avantajını kullanarak, rakip olarak gördüğü ülkelerle Türk cumhuriyetleri arasında ki ilişkilerin geliştirilmesini sürekli baltalıyor. Türkiye’den Orta Asya’ya giden tırların daha kısa olan İran yerine Rusya güzergahını kullanmalarının nedeni artık rutin hale gelen engellemeler.
İran’ın Tacikistan politikası da Türk dünyasını tehdit ediyor. Tahran Şiilik propagandasından vaz geçtikten sonra Türkistan’ın merkezinde yer alan Tacikistan’da, Farslığı, Farsçayı ve ‘’Müslümanlar kardeştir, mezhep değil din önemlidir.’’ ilkesini esas alan politikalar takip etti. Türkiye’nin ilk günden itibaren beş Türk cumhuriyeti söylemini benimsemesi, bilinçli olmasa da Tacikleri ayrıştırması İran’ın politikalarının etkili olmasına zemin hazırladı. Boşnaklar, Çerkezler, Arnavutlar ve Kürtler gibi Tacikleri de Türk kabul etmeli, buna uygun söylem geliştirmeliyiz. Taciklerin tamamı Türkçe bilir, anlar ve konuşur. Tacikistan’da ahalinin %30’u Türk’tür. Tacikler sadece Tacikistan’da değil Orta Asya’nın her tarafında yaşıyorlar. Tacikistan’ı İran’a terk etmek Orta Asya’yı bir daha bütünleşmemek üzere bölmektir. Bu alanda takip ettiğimiz siyaseti değiştirmeli ilk iş olarak Tacikistan’ı Türk Devletleri Teşkilatına tam ve eşit üye olarak davet etmeliyiz.
Caferilik mezhebinin iman esaslarından olan Taklidi Merci müessesesi de gelecekte büyük sorunlara yol açabilir. Her Caferi Müslüman, medrese hiyerarşisinde en üst dereceye gelmiş büyük Ayetullahlardan birini dini otorite olarak benimsemek ve onun, yani Taklidi Merci olan zatın talimatlarını yerine getirmek zorundadır. Taklidi Merci, Hz. Peygamberi ve On iki imamı temsil eder. ‘’Yetkileri sınırsızdır.’’ denilebilir. Kuran hükümlerini değiştiremez ama uygulanıp uygulanmayacağını ya da nasıl uygulanacağını o belirler. Mesela Merci olan Ayetullah ‘’Namaz beş vakittir ama şu nedenlerle artık üç vakit olarak kılınacak.’’ dediğinde ona bağlı olan Caferiler, namazı üç vakit kılmak zorundadırlar.
Sünni olan Türkmenler dışındaki 35 milyon İran Türkü, 7 milyon Azerbaycan Türkü, Hazara dediğimiz 5 milyon Afganistan Türkü ve 2 milyon Irak Türkü, Caferi’dir. Bu kardeşlerimiz Kumda ve Necefte ikamet eden Ayetullahları Taklidi Merci olarak kabul ediyorlar. Süreç iyi yönetilmezse Şii Türkler devletleri, milletleri ve inançları yani Taklidi Merci arasında kalabilirler. Bir örnek vermek gerekirse, Iraklı Şii Türkmenlerin %90’dan fazlası oylarını, Türkmen partilerine değil bağlı oldukları Ayetullah’ın işaret ettiği Şii partilerine veriyor.
İmam Humeyni’nin geliştirdiği ve Şii dünyasının büyük kısmının benimsediği Velayeti Fakih doktrini tehlikenin boyutunu daha da büyüttü. Bu doktrine göre, belli seviyeye gelen din adamları, büyük Ayetullahlardan en ehil olanını velayeti fakih olarak seçer. Velayeti Fakih İran devletinin başı ve bütün Müslümanların tek lideridir. Dünyayı Mehdiye hazırlamakla mükelleftir. Taklidi Merci sadece dini konularda ya da dini konularla irtibatlandırarak diğer konularda hüküm verebilirken, velayeti Fakih her konuda hüküm verebilir. Hükümleri Allah’ın emirleri gibidir asla tartışılamaz, sorgusuz yerine getirilir.
İran rejiminin varlığını sürdürebilmek için Orta Doğu’da takip ettiği Şii Hilali siyaseti ve bu siyasetin bir gereği olan istikrarsızlaşma politikaları özellikle Türkiye’ye ve Türk ekonomisine zarar veriyor. İç savaşların bitmesinden en çok Türkiye kazanacaktır zira sanayi ve hizmet sektörlerindeki alt yapımız, teknolojik seviyemiz ve üretim kapasitemiz, Orta Doğu’daki diğer ülkelerle mukayese dahi edilemez. İstikrar sağlanmadan ne Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri ne Irak’la geliştirilen kalkınma koridoru projesi realize edilebilir ne de sığınmacılar Suriye’ye geri döner.