Karar yazarı İskender Öksüz, "Karanlık kuyularda mıyız?" başlıklı yazısında önemli konulara değindi.
İşte o yazısı:
Boğaziçi Üniversitesi konulu yazımda, “Gösteri yapanlar teröristtir, falancalar terör partisi HDP ile iltisaklıdır, dirsek temasındadır.” sözleri, acz ifadesidir demiştim. Terörist varsa, devletin bütün gücü elinizde. Toplayın, adalete teslim edin. Terörist parti var ise- ki var- neden gereğini yapmıyorsunuz? Siz, iktidardan meydanda gösteri yapan teröristleri toplamasını isteyen muhalefet misiniz? Siz, yetki sahibi değilsiniz, iktidar teröristlerin partilerde teşkilatlanıp meclise gelmesine göz yumuyor, siz de bunu mu tenkid ediyorsunuz?
Bu soruların makul cevabı var mı? Bunları sorduktan sonra da devam etmiştim: Yoksa böyle olması iktidarın işine mi geliyor. Öğrenciler arasında terörist olmasa ne diyecekler? Terörist parti olmasa muhalefeti neyle suçlayacaklar? Onun için bırakınız kalsın. Sahi, üniversitenin bahçesinde PKK, “Gerilla vuruyor, helikopterler düşüyor” diye halay çekerken, Ege Üniversitesini PKK posterleriyle, flamalarıyla donanırken, Fırat Çakıroğlu PKK’lı katillerce şehit edilirken aklınız neredeydi? Çözüm süreci haletiruhiyesinde miydiniz? Âkil adamlığınız mı tutmuştu?
İÇİŞLERİ BAKANI VE CUMHURBAŞKANI’NI CİDDİYE ALIRIM
Derken, Sayın Ak Parti Genel Başkanı ve Sayın İçişleri Bakanımızla CHP İstanbul İl Başkanı arasındaki söz düellosu patlak verdi. Hem İçişleri Bakanımız, hem de Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız, (hangi makamdan seslendiğini bilmediğim için ikisini de yazıyorum), Sayın Canan Kaftancıoğlu’na DHKP-C elemanı, DHKP-C’li terörist dedi.
Ne varmış bunda diyeceksiniz? Bu hep oluyor. Bazen terörist sayısı Türkiye nüfusunun %60’larına tırmanmıyor mu? Mesela referandumda evet oyu vermeyenler, belediye seçimlerinde su saatlerini PKK’lıların okumasını tercih edenler…
Hayır, bu farklı. Bir kere konuşanlar abidik-gubidik insanlar değil, koskoca yetkililer. Kimin DHKP-C üyesi olup kimin olmadığını İçişler Bakanı bilmeyecek de, ben mi bileceğim? Ve Ak Parti ve Cumhur Başkanı söylüyorsa ciddiye almak gerekir. Kim ciddiye alacak? Benim elimden bir şey gelmez. Ben ciddiye alayım. Fakat asıl Cumhuriyet Savcısı’nın ciddiye alması gerekir. Bu insanlar boş konuşmamıştır. Biliyorlardır. Delilli, ispatlı konuşmuşlardır. Fakat hayır. Savcılıktan bir hareket yok. Yahu, insan İçişleri Bakanı’nı, Cumhurbaşkanı’nı ciddiye almaz mı?
CHP’DE 8 MEVSİM
Şimdi söyleyeyim, ben Canan Kaftancıoğlu sevdalısı değilim. Ben Türk milliyetçisiyim. Kaftancıoğlu’nun, arkasındaki duvarda CHP’nin altı oku ile oturup birilerini milliyetçilikle “itham” ettiğini hatırlıyorum. Aşırı milliyetçilikle falan değil, sadece milliyetçilikle. Bırakın anayasayı falan, o arkasındaki altı okun en uzunu, ortadaki ok milliyetçilikken... CHP tuhaf bir parti gerçekten ve bir eski milliyetçi CHP milletvekilinin söylediği gibi içinde 8 mevsim barındırıyor. Bunlardan bir kısmı da Atatürk’e Atatürk dememeyi, milliyetçiliğe veba gibi yaklaşmayı şiar edinenler.
Ancaaak bütün bunlar, benim bugünkü iktidara başlangıçtaki soruları sormama engel değil. Terörist varsa, DHKP-C militanı varsa, neden gerekeni yapmıyorsunuz? Sayın iktidardaki muhalefet? Ve sayın savcılık; İçişleri Bakanımız ile Cumhurbaşkanımızı ciddiye mi almıyorsunuz?
Benim aklım ermiyor. Eren varsa söylesin. Ben mevzu değiştireyim
KUYU NEYİN ROMANI?
Şimdi size pek hoşlandığım bir romandan bahsedeceğim. Siyasete burada bir nokta koyup edebiyatla devam edeceğim. Gerçi Karar’da bu konuyu benden daha geniş yetkinlikle yazabilenler, yazanlar var ama ne yapayım, ben Kuyu’yu pek sevdim.
Yazarını eskiden beri severim zaten. Kuyu’yu da ancak o yazabilirdi. Romanın kahramanı bir yanıyla Rumelili, bir yanıyla 12 Eylül ihanetinin işkence tezgâhından geçmiş bir ülkücü. Romandaki Rumeliler, “Orası memleket, burası vatan” diyorlar. İslamoğulları’nın ailesi de Kosova/ İpek’li. Hepimiz gibi onda da az biraz İttihatçılık var. Ve en mühimi, ne yazarsa yazsın, ister roman ister politika, yüreğiyle yazar Adnan. Yeniçağ’da uzun yıllar köşe yazarıydı usta yazar.
Kuyu bir derin devlet romanı mı? Veya çoğulu, derin devletler romanı mı? Bir ülkücü romanı mı, sol devrimci romanı mı? 12 Eylül’e giderken ortam hazırlansın diye birkaç yüz kişiyi de kendileri katleden Amerikan maşalarının romanı mı? Güvenliğin temini görevleriyken üstelik! Kuyu, Türk milliyetçileri ile yine milliyetçi olabilmelerinden endişe edilen sol yerine siyasi ümmetçileri ve FETÖ’cüleri geçirmeye çalışan istihbaratın romanı mıdır? Yoksa bir aşk romanı mıdır? Rumelilerin romanı mıdır? Fransa’ya yolu düşmüş Türklerin romanı mıdır?
Bunlardan herhangi birine evet demek, bir senfoniyi, “Çok güzel davul çalıyorlar, pek başarılı bir viyolonsel” diye anlatmaya benziyor.
Kuyu yukardakilerden hepsi ve daha fazlası ve bunları canlı, bazıları yaşayanlardan bile canlı kahramanların gözüyle, hayatıyla muhteşem bir senfoni hâlinde anlatıyor. “Hay Allah, bitti!” diye hayıflanacağınız bir senfoni. Fakat ne gam! Yusuf, Ender, Defne, Mehmet Selim roman bittikten sonra da aklınızda, gönlünüzde yaşamaya devam edecek. Pek az roman bunu başarabilir. Kaldı ki kitabın sonunda, son yazmıyor. “Birinci cildin sonu” yazıyor. Beş- on sene sonra elimizdedir inşallah. Adnan o kadar mükemmeliyetçi ki…