Ali Bulaç, Serbestiyet'te yazdığı yazısında İslami Hareket'in yayılmasının temellerini Lale Çayevi'nden Uncular Cafe'ye kadar sosyolojik bir zeminde analiz ediyor.

"Lale Çayevi’nden Uncular Cafe’lerine" başlıklı yazısında Ali Bulaç, 

"Türkiye’de yeni bir İslami siyasi bilincin filiz verdiği tarih 1970’lere uzanır. MNP’den sonra MSP bu bilincin siyasi mecrada gelişmesinde önemli rol oynadı. 20 sene sonra da hareketin lideri rahmetli Necmettin Erbakan, Refahyol Hükümeti’nin başbakanı olarak yönetimin başına geçti.

28 Şubat ara dönem (fetret) hesaba katılmayacak olursa, 2002’den sonra çeyrek asır sürecek bir iktidar ortaya çıktı. Mahalli yönetimlerdeki başarı (Mart-1994) dikkate alınırsa, kısa zamanda ortaya çıkan sosyo politik bir hareket 30 yılını tamamlamış bulunuyor ki, bu Osmanlı sonrası Cumhuriyet döneminin yüzde 30’una tekabül eder.

Şüphesiz bu hızlı bir yükselişti. Söz konusu yükselişi sadece siyaset değil, siyaset yanında sosyo kültürel faaliyetler, başka emekler de besledi, hatta asıl besleyici faktör fikri kültürel bilincin siyasette yepyeni bir dönemin açılmasına imkan ve fırsat sağlaması oldu.

Siyaseti geriden besleyen sosyo kültürel oluşumlar arasında dergiler, yayınevleri, vakıflar, dernekler, cemiyetler, öne çıkmış bir kaç yazarın Anadolu’nun neredeyse tamamını gezip verdiği konferanslar, yaptıkları konuşmalar.

Bunların da ötesinde hemen hemen her şehirde gençlerin ikindi sonrası bir araya geldiği çayhaneleri unutmamak lazım. Malatya’da Boğaziçi, Diyarbakır’da Şevko’nun Kahvehanesi, Mardin’de Ulu Cami yanı çayhane vb. O tarihi mekanda sonraları Hizbullah’ın lideri olacak Hüseyin Velioğlu’nu çok dinlemiştim, o zaman da heyecan yüklü söylemleri vardı.

İşyerlerini İslami bilincin gelişmesine ayıran insanlar: Ankara’da Saatçi Musa, Malatya’da kullandığı diyalektikle muhatabını şaşırtan Said Çekmegil vs." dedi.

"İkinci Nesil, İslami hareketi üç ana gruba ayırmak gerekirse biri Siyaset (Siyasal İslam), ikincisi sosyal alan (Sosyal İslam), üçüncüsü de fikri-kültürel faaliyetler (Entelektüel-Kültürel İslam). Tartışmalı teşhislerle de olsa, Nilüfer Göle, bu kategorilere ayrılmış gibi gözüken İslami olgu ve olaylarla ilgileniyordu." açıklamasında bulunan Bulaç, 

Bazı şahsiyetler var ki, taraftarları veya takipçileri kabullenmese de, her üçüyle de ilişkiliydiler, bunların en iyi örneği Said Nursi’dir. Said Nursi, ikinci Said döneminde Muhammed Abduh gibi “Şeytan’dan ve siyasetten Allah’a sığındığı”nı söylemiş olsa da, yeri ve imkanı oluştuğunda güncel siyaset ve siyasilerle pozitif (müspet) ilişkiler kurmayı ihmal etmemiştir. Takipçileri Türkiye’nin en büyük cemaatlerinden birini/birkaçını kurdu, Risaleleriyle 20. Yüzyılın en çetrefilli kelam konularını ele aldı.

Meşhur olaydır: Bir keresinde Demirel, bir Nur cemaatinden aday göstereceğini vaad etmiş ama göstermemişti. Tabii ki pazarlık öyle değildi, sözünde durmadığı için yakınan cemaatin mensupları: Sayın Demirel, bize söz verdiniz, bizden aday göstermediniz diye serzenişte bulununca, Demirel: Ben varım ya sizden, yetmez mi? deyivermiş." ifadelerini kullandı.

KIRAATHANELER BULUŞMA YERLERİYDİ!

Sosyolojide okuduğum ilk yıllarda kıraathaneler belli başlı buluşma yerleriydi. Laleli’den Beyazıt’a uzanan kısacık güzergah üzerinde Küllük, Hisar ve Platin ile Beyaz Saray’ın üstünde Marmara Kıraathanesi vardı. Bu yıllarda artık faaliyetlerini kamusal alanda göstermeye çalışan Fethullah Gülen cemaati, kendini özenle diğer cemaat ve gruplardan ayırıyordu, kendine özgü oluşturduğu mekanlarda hem genelde İslami Hareketi –ki kendini bu hareketin parçası görmüyordu-, hem referans aldığı Risale-i Nurları farklı yorumlara tabi tutuyordu.

Aslına bakarsak diğer cemaatler de benzer ayrışmalardan yana idiler. Orta sınıf ve alt katmanlarının devam ettiği Mahmut Ustaosmanoğlu (öl. 2022)’nun liderliğindeki İsmailağa cemaati Çarşamba’da yoğunlaşırken, Mehmet Zahid Kotku (öl, 1980) ’nun başında olduğu cemaat Fatih İskenderpaşa Camii’ni merkez seçmişti, oysa her ikisi de Nakşibendi’ydi.

Tarikat ve cemaatler, üç büyük göç dalgası vuku bulurken, büyük şehirlere taşınan kitleleri sosyalleştirdiler, derin ve ani toplumsal çalkantı ve sarsıntıların yaşanmasının önüne geçtiler. Bir kısmı  daima devletin himayesine mazhar olmuşlardır, mesela İsmailağa cemaatinin Çarşamba’daki muhkem ikameti muhasara altına aldığı Fener Patrikhane’nin küçücük gettosundan çıkıp etrafa yayılmasının önüne geçer ve bu gayrimüslimlerden hiç hoşlanmayan Kemalistlerin tasvibine mazhar olmasını sağlar, 12 Eylülcülerin ta Dersim’den çocuk devşirip bu cemaate getirip teslim etmeleri de söz konusu hoşgörünün eseridir.

Çoğu zaman İslamologlar cemaat ile tarikat arasında var olan temel farka pek dikkat etmezler. Tarikat tarihsel geçmişi, gelenekleri, ritüelleri olan sufi oluşum, cemaat ise Cumhuriyet döneminde, özellikle 1950’lerden sonra ortaya çıkmış dini topluluklardır, her ikisinin referansı din olsa da, cemaatin dini yorumu onu oluşturan lideri (Hoca-Hocaefendi, üstad, ağabey), tarikatın din yorumunun referansı geleneksel sufi doktrinlerdir, lideri Şeyh, Mürşid, Pîr, Gavs vs.dir.

1970’lerden sonra her üç dini/İslami olgu arasında belli belirsiz ama her geçen gün biraz daha etkisini gösteren inter-aktif etkileşimler başladı. Fikri-entelektüel yoğunluk Kültürel İslam’da, beşeri sosyal potansiyel Sosyal İslam’da, politik aktivite Siyasal İslam’da toplanıyordu. Araya tabii olmayan faktörler girmeseydi, İslam alemi için model olabilecek bir İslam yorumu ve akım olacaktı, lakin hem liderler hem siyasi-bürokratik güçler buna izin vermeyi uygun görmedi.

Öyle de olsa üç kategoride yer alanların az da olsa buluşma noktaları vardı. Özellikle siyasi ve kültürel alanlarda yoğun faaliyet gösteren mekanların başında Laleli Camii’nin önünde yarı bodrum küçücük bir yerde olan Lale Çayevi gelir. Çayhaneyi Adnan Başdemir ve ağabeyi Mustafa Hoca işletirlerdi.

Pek kimselerin dikkatini çekmezdi, Laleli Camii’nin önünde yarım bodrum küçücük bir çayhane önünde onlarca kişi gelir oturur, çay içerdi. Birkaç metre ötede Küllük, Hisar veya Platin cafe türünden mekanlar da vardı, ama Lale Çayevi’ndeki muhabbet, samimiyet ve fikri yoğunluk oralarda yoktu.

Gelenlerin etnik kökenine bakılmaz, davanın neresinde durdukları, ne düşündükleri, nasıl bir Türkiye ve İslam dünyası tahayyül ettiklerine bakılırdı. İnanılmaz bir enerji ve umut vardı, sert tartışmalar, atışmalar olsa bile ortak nokta “yeniden İslam”dı

Kocaeli’de Fırtına Nedeniyle 6 Tekne Battı Kocaeli’de Fırtına Nedeniyle 6 Tekne Battı

Çay bahane, tabii ki asıl mesele “Ne yapmalı?” sorusuna aranan cevaptı. Lenin’in, Ali Şeriati ve başkalarının her zaman zihnini meşgul eden bu sorunun cevabı daha 70’lerden itibaren Lale Çayevi’nde toplanan gençlerin, üniversite öğrencilerinin, yazar ve fikir adamlarının gündemindeydi.

Ben hem Edebiyat Fakültesi Sosyoloji’de okumam hem evimin de Fatih Hasan Halife Mahallesi’nde olması hasebiyle sıkça Lale Çayevi’ne uğrardım.

Bugün gerek ülke yönetiminde –siyaset ve bürokrasi- gerekse ticari hayatında önemli yerlere gelmiş çok sayıda insanı oradan tanıyorum.

İsimler ve statüler saymakla bitmez.

Ben Lale Çayevi’ni son 30 yılda yaşadığımız tecrübeyi bir laboratuvar gibi görebileceğimizi sanıyorum.

Yaşananlar üzerinde sakin, adaletli bir değerlendirme yapan çıkarsa, nereden nereye geldiğimizi, yaşadığımız tecrübenin artı ve eksilerini çıkarabilir, bu da bize gelecek için ışık tutabilir.

O çayhanede kıt kanaat geçinen, burs kovalayan,-sınıfsal kökenleri ortasınıf ve altındaki katmanlardan gelen gençler, bugün bakan, genel müdür, yüksek bürokrat, rektör ve cüzdanları fazlasıyla şişkin zenginler oldular.

Habermas’ın siyasetin pişirildiği mekanlar dediği kamusal alanlara en iyi örnek Lale Çayevi’ydi, Lale Çayevi veya benzer mekan olan Fatih Duvar dibi mutfağında pişirilen siyaset kısa zamanda bütün Türkiye’ye, hatta bölgeye servis edildi.

Edildi de, ne oldu?

Editör: Habererk Haber Merkezi