Hakîkaten çok garip!
Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım, karşı karşıya gelip tartışacak; tartışmanın moderatörü de İsmail Küçükkaya olacak.
Yandaş medyadan, “Nayır nolamaz! İsmâil, dış güçlerin adamı!” feryatları duyan var mı? Değil feryat, “İsmâil’e tavsiye” tvitleri atıyorlar.
“Ay Uğur Dündar’ı pes ettirenler, bize neler yapmazlar. Almayalım.” gibi saçma sapan bir pelikancı yazısını görünce şaşırdım kaldım. Oysa ortalık inlemeliydi.
“Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’nu fedâ etti. İmamoğlu bitti.” gibi yorumları boşverin. Biten, Binali Yıldırım. Ne Meclis başkanlığını bırakıp aday olmasını anladım ne de bu programı kabul etmesini.
Sonuç belli. Elin oğlu, 2023 kararını verdi. Birdenbire hem Ankara’nın hem İstanbul’un kaybedilmesinin şoku, bizimkilere ağır geldi. Yumuşak bir geçiş lâzım. Hani hamamlardaki “ılıklık” denilen kısım gibi. “Vur de vururuz! Öl de ölürüz!” diyen; Belgrad Ormanlarına silah gömen seçmeni teskin etmek lâzım. Buna, “vuruşa vuruşa çekilmek” derler. Buna, “Suçumuzu günâhımızı didiklemeyin, hesap sormayın. Buyurun, siz devam edin.” anlaşması derler.
Merak etmeyin, aynı süreci, yeni gelenler de yaşayacak. Zâten yaşamışlardı. Geçmişleri, temiz değil. İstanbul, çöp deryası olmuştu. Susuzdu, havası kirliydi. Hizmet etmedikleri gibi, küplerini doldurdular. Hani, hatırlayan, hatırlatan var mı?
Süreç, usûletle ve suhûletle ilerleyecek. Demokratça. O kadar demokratça ki her iki tarafın seçmeni de sâkinleşip yatışacak. “İstanbul’u haçlılara vermeyiz Reis!” diyen AK Partililer de bunu biliyorlar. Tartışma programı için, “Seyretmeyeceğim!” diye bağıran Bahçeli ve MHPliler de biliyorlar. Bal gibi seyredecekler.
Siyâsilerin isteği belli. Peki ya halk? Alışırlar alışırlar! 24 Haziran’da tâtile çıkar alışırlar. Olmadı, yavaşça ikileyip CHP’ye kaydolurlar.
Hâl böyleyken ne târih dersinin müfredattan kalkmasını ne de 25 Nisan’ın Anzak Günü kabul edilişini gören İbrâhim Karagül, “Ekrem, 15 Temmuz’u hatırla!” diye bir tarafını yırtıyor. Ne demekse artık! Sanki kendisi, o gece meydandaydı. Patronun ihâleleri tehlikede. İşsizlik ufukta. Alıştığı lüksü bırakmak, kolay değil.
Şöförlükten Meclis’e geçen bir vekilin servetini duydum. Yedi sülâlesine yeter. Emin olun, bu mala mülke dokunulmadığı müddetçe Haçlıları filan umursamaz.
Star yazarı Selahaddin Çakırgil, son yazısında şöyle diyor:
“Karşı taraftaki hemen bütün ateistler, laikler, kamalistler, bir takım cinsî ve ideolojik sapkınlıklar içinde olanlarla terör destekçileri ve onların uluslararası plandaki patronları tek cephe hâlinde birleşmişken...
Bu tarafta ise, hâlâ, ‘Armudun sapı, üzümün çöpü...’ diye sözde eleştirilerle çene çalmayı sürdürenler...”
Bre gâfil! Peygamber Efendimizin sözünü ettiği büyük cihad, yâni nefisle mücâdele, armudun sapı üzümün çöpü kıymetinde mi?
Nâmık Kemal, “Mekârim-i ahlâk, aceze kârı değil; ashâbı iktidar sıfatıdır.” diyor. Ahlâklı kalanın tezi tutar. Aklâklı kalanın iktidarı devam eder. Cenâb-ı Hakkın yardımı yetişir.
Son günlerde okuduğum en aklı başında yazılardan birisi, Nuray Mert’in, “Olmadı, İslâmcı târih tezi tutmadı” başlıklı yazısı. Mert’in de dediği gibi mevzu derin, çok derin.
İslâmcı târih tezi tutmadı. Kemalizm kazandı. Çünkü İslâmcılar, iktidarda kirlendiler. Kirlenenin tezi tutar mı?
Ahlâkı savunmak, demokrasiden de ahlâktan da sınıfta kalmış olan muhâlefetin vazifesi oldu.
Film, başa saracak. Şimdiki iktidar, muhâlefete geçip ahlâkı savunacak; muhâlefet ise iktidar olup tekrar kirlenecek.
Deja vü gibi. 94’de seyrettiğim “Mr. Smith Washington’a Gidiyor” filmini, tekrar seyrediyorum.
“Hiç mi keyif alacak birşey yok?” diye sorarsanız, var. Hem de ne keyifli!
İslâmcıların kirlenmesini, İslâmcı târih tezininin tutmamasını fırsat bilen Rusçuların, Mustafa Kemâl ile Nâzım Hikmet’i barıştırıp motorları mâviliklere sürme sevdâlarının depreşmesine bakıp çok eğleniyorum.
Târihten ders almıyorlar.
Yine Kemalizmin tokatını yiyip oturacaklar.