İsrail, kurulduğundan itibaren etkisinde kaldığı kuşatılmışlık sendromu nedeniyle, Orta Doğuyu kan gölüne çevirdi. Eğer İsrail kurulmamış olsaydı, Orta Doğu bir barış coğrafyası olabilirdi daha doğrusu olurdu. Derine indiğinizde BAAS rejimlerinin, DEAŞ, El-Kaide ve Nusra gibi terör örgütlerinin, İran devriminin, iç savaşların ve daha birçok sorunun temelinde İsrail var.
Devrimden önce İran’ın Arap ülkeleriyle ilişkileri çok iyiydi. İran laik bir monarşi olduğundan, Arap cumhuriyetleriyle laiklik, Arap monarşileriyle rejim müşterekti. Şahın İran’ı, Şiilik ihraç etmediğinden Sünni devletlerce hasım olarak görülmüyordu. Şahın, 1973 savaşından sonra petrol üreticisi Arap ülkeleriyle iş birliği yaparak İsrail, ABD ve Batı memleketlerine ambargo uygulaması, sonunu getirdi.
İsrail’in etkisindeki ABD, Şahı muhalifler karşısında yalnız bıraktı. Eğer destek verilseydi Şah asla devrilemezdi. Daha önce defalarca devrim teşebbüsleri olmuş ama ABD, şahı ve rejimi desteklemişti. Teokratik İran, Arap devletleri tarafından düşman olarak algılandı. Çünkü Şii’ydi, rejim ihraç ediyordu ve devrim yapmıştı hem de İslam devrimi.
İran’daki rejim değişikliğinin yanında Irak ve Suriye’nin zayıflatılarak parçalanması da İsrail’in planıydı. Mısır ve Ürdün’ün aksine İsrail’le anlaşmayan bu devletler takip ettikleri siyasetin bedelini ağır ödediler.
İsrail uzun süredir İran’ın güçlenmesinden ve Şii hilali oluşturmasından rahatsız. Fakat 2006 yılında Hizbullah tarafından hezimete uğratıldığından ABD’nin desteğini sağlamadan harekete geçemiyordu. ABD ise İsrail’i savaş çıkarmaması şartıyla destekliyordu. ABD; nükleer silah üretmesin ve uluslararası sisteme entegre olsun diye İran’la anlaştı. Ambargo kalkınca petrol ihracatı katlanarak artan İran, elde ettiği geliri Şii hilalini güçlendirmeye sarf edince, ABD anlaşmayı bozdu. Aslında anlaşırken de anlaşmadan çekilirken de önceliği İsrail’in güvenliği olan ABD’nin, Müslümanların tepkisini çekeceğini bilmesine rağmen Golon tepelerinin ilhakını ve Kudüs’ün başkent olmasını tanıması da İsrail’e verilen desteğin göstergeleri.
ABD’nin planına göre, Arap ülkeleri ve İsrail, İbrahim anlaşmalarıyla ilişkilerini normalleştireceklerdi. Hindistan Koridoru ve Doğu Akdeniz doğalgaz yatakları gibi projeler ilişkileri daha da güçlendirecekti. Filistin zamanla zenginleşecek ve HAMAS marjinalleşecekti. Bu plan 7 Ekim de hem ABD hem İsrail hem de Arap devletleri tarafından göz ardı edilen HAMAS tarafından bozuldu. Şii Hilalini zayıflatmak için fırsat kollayan İsrail, HAMAS’ın saldırısı üzerine Beyaz Sarayı da savaştan başka yol olmadığına ikna etti.
Çok yanlış bir karar vererek İsrail’e saldıran HAMAS’ ın, askeri kanadının A planına göre İsrail cezalandırma amaçlı hava saldırıları yaptıktan sonra rehineleri kurtarmak için masaya oturacaktı. Böylece HAMAS dışlanmışlıktan kurtulacak hem Arap devletleri hem de İsrail tarafından muhatap alınacaktı. Eğer İsrail daha katı davranırsa yani hava harekatları devam ederse hatta kara harekatı düzenlenirse yani zayiat artarsa Arap halkları sokaklara dökülecek, Arap devletleri harekete geçerek İsrail’i durduracaktı.
İsrail, HAMAS’ ın beklediğinden çok daha ağır mukabelede bulunmasına, alenen soykırım yapmasına rağmen Araplar sokaklara çıkmadı, Arap devletleri müdahale etmedi. Zira Arap halkları Filistin sorunundan yorulmuş durumda. Arap Devletleri’nin HAMAS’a bakışı İsrail’den farklı değil.
İsrail geçtiğimiz on bir ayda sadece katliam yapmadı, Gazze’yi yok etti. Artık Gazze diye bir şehir yok. Gazze bir moloz yığını. Gazze halkı Mısır ile Filistin arasındaki sınır kapısına yığılmış durumda. Mısır kapıyı açsa halk Mısır tarafına geçecek. Mısır bugün açmıyor ama yarın açmak zorunda kalabilir. Fakat kesin olan şu ki, İsrail hiçbir koşulda Gazzelilerin Gazze’ye dönmesine izin vermeyecek. Hal buyken, HAMAS çok büyük bir hezimet yaşamışken hala zafer naraları atılmasını yadırgıyorum.
İsrail, Şii hilalinin ilk taşı yani HAMAS etkisiz hale getirildikten sonra, Hizbullah’a yöneldi. Suikastların, çağrı cihazlarının ve telsizlerin patlatılmasının amacı binlerce Hizbullah mensubunu devre dışı bırakmak ve örgütün iletişim kanallarını çökertmekti. Giderek yoğunlaşacak olan hava saldırılarını sınırlı bir kara harekatı izleyecek. İsrail Litani nehrine kadar olan Lübnan topraklarını bir daha terk etmemek üzere işgal edecek.
İsrail’in asıl hedefi, sanıldığı gibi coğrafi olarak genişlemek değil. Üç büyük sorununu çözmek; Nüfus, su ve kuşatılmışlık. İsrail’in 9,5 milyon olan nüfusunun 2,5 milyonu Arap. İsrail vatandaşı olan Araplara Gazze ve Batı Şeria’daki 5 milyon Arap eklenince Araplar, Yahudileri geçiyor. Yahudilerin kadın başına doğum oranı 2 dolayında ve azalma eğiliminde. Filistinlilerin oranı 5’in üstünde. İsrail nüfus dengesini Yahudi göçmen kabul ederek sağlamaya çalışsa da gelenlerin sayısı giderek azalıyor. Gazzelilerin vatanlarına dönmesi engellenirse Arap nüfus 5 milyona düşecek yani nüfus sorunu çözülecek.
İsrail’in nüfusu arttıkça su sıkıntısı artıyor. Nüfusu en hızlı artan halk olan Gazzeliler gittiğinde su tüketimi azalacak. Hedeflendiği gibi Litali nehri İsrail-Lübnan sınırı olursa İsrail’in su sorunu çözüldüğü gibi Lübnan su açısından İsrail’e muhtaç olacak.
‘’Şii Hilalini oluşturan unsurlardan HAMAS, Hizbullah ve Suriye’nin İsrail sınırına yerleştirilen Şii milisler, İsrail’e komşu olduklarından Tel Aviv için öncelikliler. Bu gruplar tamamen yok edilemese de zayıflatılırsa İsrail kuşatılmışlık sendromundan kurtulmuş olacak.’’ tespiti doğru. Fakat İsrail’i yöneten şovenistler, İran rejimi yıkılmadan hatta İran bölünmeden rahat etmezler. İran’ı yok etseler başka bir düşman bulurlar. Varlıklarını sürdürmek için buna muhtaçlar.
Oysa yaptığı zulümler dünyanın her yerinde İsrail karşıtlığının hatta düşmanlığının artmasına yol açıyor. Vatanlarını savunan HAMAS ve Hizbullah hatta teröre başvuran onlarca radikal örgüt İsrail zulmünün sonucu. Gazze’de ve Lübnan’da yaptığı katliamlar İsrail’e huzur değil terör, kan ve gözyaşı getirecek.