İstanbul - 19. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı topraklarının incisi olan İstanbul, yalnızca ihtişamlı sarayları, camileri ve renkli sokaklarıyla değil, aynı zamanda karanlık bir hikayeyle de anıldı. Bu hikayenin merkezinde, adı “Hrisantos” olarak bilinen bir seri katil vardı.
Osmanlı kayıtlarına ve dönemin gazetelerine göre, Hrisantos özellikle Galata ve Beyoğlu çevresinde dehşet saçan bir figürdü. Rum asıllı olduğu düşünülen Hrisantos, kurbanlarını genellikle akşam karanlığında evlerine dönerken kaçırıyordu. Cinayetler, dönemin İstanbul halkını derinden sarsmış ve korku dolu bir atmosfer yaratmıştı.
Mehmet Mazlum Çelik’in INDEPENDENT TÜRKÇE’de yer alan köşesine taşıdığı bilgilere göre, ilk cinayetini Boğazkesen'de muhallebici Recep Usta'yı arkadaşlarıyla beraber katlederek gerçekleştirdi.
Elindeki palayla Recep Usta'yı katlettikten sonra kasadaki paraları alıp kaçtılar.
Bu olaydan kısa süre sonra yakalanan çete üyeleri 15 sene kürek cezasına çarptırılarak hapse atıldılar.
Ancak Hrisantos ve arkadaşları kaçtı.
Hapishaneden kaçışı ile ününe ün katan azılı suçlu, Hrisantos İngiliz istihbaratıyla iş tutarak gayrimüslimler arasındaki gücüne güç katarken artık devlet için de tehlikeli bir isme dönüşmüştü.
Artık hedefinde dokunulmaz olarak görülen Türk polisleri vardı.
İlk şehit ettiği polis memuruz Mehmet Efendi olacaktı.
Mehmet Efendi, gece vakti ulu orta tecavüze uğramak üzere olan bir Rum vatandaşımız Madam Despina'yı Hrisantos ve adamlarının elinden kurtarmaya çalışırken hunharca katledilecekti.
Bu olaydan sonra İstanbul polisi her yerde bu çetenin peşine düşmüş onu yakalamak için kurulan ekibin başına Fahri Efendi isimli bir polis memurumuz atanmıştı.
Hrisantos, peşine düşen Fahri Efendi'yi de şehit edince ününe ün kattı.
Azılı katil Hrisantos, polis şehit ettikten sonra isminin ve itibarının yozlaşan şehirde arttığını görünce sırasıyla polis memurları Hüsnü Bey ve Ali Bey'i de şehit edecekti.
Hrisantos bir türlü yakalanamıyor peşine düşen polislerimizi bir bir şehit etmesi ile İstanbul'un üstüne adeta karabasan gibi çökmesine neden olmuştu.
Son olarak Dolapdere'de bir başka polis memurumuz İbrahim Efendi'yi başına sıktığı kurşunla şehit etmesi artık bardağı taşıran bir olaydı; fakat İngilizlerin de desteğini arkasına alan bu ifrit İstanbul'un adeta sahibi gibi davranıyordu.
Hrisantos'un şehit ettiği polisler çoğunlukla peşine düşen polislerdi.
Son olarak kendisini yakalamak için peşine düşen Abdurrahman Efendi'yi de şehit etmesi ile yarattığı terör başarılı olmuştu.
Artık kentte dokunulmaz olanlar polislerimiz değil, Hrisantos'un kendisi olmuştu.
İş öyle bir boyuta vardı ki Hrisantos, artık kaçmak için değil de ününü korumak için polis şehit etmeye başladı.
Cemal Efendi, Acem Ali ve Hüseyin Efendi isimli polis memurlarımız sırf bu nedenle şehit edilmişlerdi.
Hrisantos'u yakalamak artık Türk polisi için asayiş sorunundan çıkarak bir şeref meselesine dönüşmüştü.
En seçkin polislerden oluşan bir birlik oluşturuldu ve başına Pehlivan Mehmet getirildi.
Daha ilk operasyonda bu seçkin birlikten Osman Efendi isimli polis memurumuzun şehit edilmesi İstanbul ahalisini de çileden çıkarmış ve bu azılı ifriti yakalamak için en az polislerimiz kadar bilenmişti.
Cafer Tayyar Efendi isimli polis memuru Dolapdere'de bir evde aldığı ihbarla tekrar operasyon düzenlemişti.
Cafer Efendi karnından aldığı mermilere rağmen tüm şarjörünü Hrisantos'un üzerine boşaltarak nihayet bu azılı katili öldürmeyi başarmıştı.