İşte Yahya Taştan’ın gerekçelerini sıraladığı dilekçesinin tamamı…

‘’Bugün o kahreden haberi ilk duyduğumda ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış bir yiğit, Cuma vakti güpegündüz yol ortasında vurulmuş; şehit düşmüştü. Haberin doğruluğunu tahkik maksadıyla önce Ülkü Ocaklarının sayfasına, sonra  MHP ve nihayet milliyetçi hareketin “bilge”  lideri diye vasıflandırılan Devlet Bey’in sayfasına, ülkücü haber sitelerine baktım. Baktım ama nafile. Hiçbir bilgi, malumat, taziye, baş sağlığı, üzüntü ifade eden en ufak bir kelimeye dahi rastlayamadım. Üstelik merhum Ateş’in camiada parlamasına vesile olan ve bir aralık danışmanlığını yaptığı İsmet Büyükataman dahi bırakın bir cümleyi, bir harf veya günümüzde yaygın olan emoji ile bir üzüntü emojisi dahi paylaşmamıştı. Sağı solu aradık, olayı idrakimizin yettiği kadarıyla anlamaya çalıştık. Söylenenler doğru ise durum oldukça vahimdi.

Twitter’den başsağlığı ve üzüntümüzü ifade eden, tepkimizi ortaya koyan mesajlar yazdık. Facebook’a bir şeyler yazmadan önce hâlâ teyakkuzda idik: Genel merkez ne yazacak, Ülkü Ocakları nasıl bir tepki ortaya koyacak diye…  Alelâde bir durum değildi. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış biri gündüz,  Ankara’nın ortasında başından vurularak öldürülmüştü. Bu yaşanan bir ilkti. Normalde gök kubbenin yere indirilmesi, tekbirlerle nümayişler, ülküdaşların kardeşliği, vefası, diğer gamlığı hasılı Ocak’larda edindiğimiz ne kadar insânî duygu varsa göğü yararcasına, kıyamete meydan okurcasına, ölümü dahi o kardeşlikle güzelleştirerek dosta düşmana dahi kara toprağa düşmenin erdemini gösterircesine davranmamız gerekirdi ama nafile, bunlardan hiçbiri olmadı.

Saatlerce elim telefonda, MHP genel merkezinin ve Ülkü Ocakları’nın yapacağı açıklamayı bekledim. Başkanlığı sırasında ocağın kapısını aşındıranlar, ocak adına kitap basanlar, kitaplarını ocaklarda sattıranlar, genel merkez sanatçıları, milletvekilleri, şu anda parti ile iş tutanlar herkesin sayfasında dolaştım. Tık yok. “Partili ulemâ, vefânın kitabını yazmak için yola çıkanlar yuh olsun size!” deyince “çok üzgünüm.” diye cılız bir ses geldi birinden. Ama çok cılız. Daha fazla kalp kırmamak için o serzenişi kaldırdım ise de YUH demekten vazgeçmiyorum. Bu arada saat 12 oldu, gün döndü ve hâlâ bir açıklama yoktu ilgili kuruluşlardan. Nihayet bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Merhum Doç. Dr. Sinan ATEŞ ile yan yana hiç gelmedik. Doğrusu merhum Ozan Arif’in vefatı dolayısıyla  Ocağı ve kendisini eleştiren tweetler ve facebook yazıları kaleme aldığım için pek de sevişmezdik. Hatta yazdıklarımdan dolayı şimdi genel merkezde mühim bir mevkide olan müşterek bir tanıdığımız vasıtasıyla  “Hoca bu şekilde yazmaya devam ederse onun için iyi olmayacak.” diye tehditvari bir de haber göndermişti. Birden aklıma geldi, o haberi getiren arkadaşın da sayfasına baktım. O sükut, sessizlik, Ateş’in vefatıyla ilgili tek bir kelime yok.

Ben Ocakların havasını teneffüs etmiş, suyundan, çayından içmiş herkesi tanıyayım tanımayayım, göreyim görmeyeyim hep ülküdaşım, kardeşim bildim. Buradan da her defasında kardeşlik hukukundan, vefadan, birbirinin hukukuna ve onuruna sahip çıkıp zedelememekten dem vurup durdum. Bunu merhum Sinan döneminde de yaptım, şimdi de rahmetli için yapmak gerektiğine inanıyorum.

Ey Ülkücüler! Allah rahmet eylesin kelâmını dahi bilge liderinizden gelecek emre endekslemiş iseniz sizinle aynı safta yer almamız mümkün değildir. Musalla taşı önünde dahi “iyi bilirdik” diye saf tutamıyorsak sizinle paylaşacak hiçbir değerim, düşüncem, kutsalım, inancım kalmamıştır.

MHP’den uzun yıllar önce vazgeçmiştim. Şimdi de uzun zamandır sorguladığım bir kimliğin esasen ne kadar içi boş bir kavrama dönüştüğüne de şahit oldum. Sizinle birlikte bırakın Türkçülüğü savunmayı, refikliği ve yolu, aynı helayı bile paylaşmak benim için anlamsızdır. Her türlü lider-reis sultasından, militer ve doktriner yapılardan uzak sade, basit bir vatandaşlıktan başka hiçbir kimliğim yoktur artık.’’