Ülkemiz açısından göç, bir ekonomik depremdir. Aynı zamanda, çağımızda emperyal güçlerin savaş tekniklerinin yeni bir versiyonudur. Ülkemiz, göç marifetiyle ekonomik olarak çökertilmiş, uzun vadede beka meselesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. “IMF’ye borcumuz yok” diyen iktidar, IMF ile yeniden borç anlaşmasına gitmektedir.
Göç marifetiyle sağlanan kaçak, sigortasız, ucuz iş gücü, ülkede işsizliğin başlıca nedenidir. Nüfusuna yetecek miktardaki milli gelirin, ülke nüfusuna eklenen %20’lik göçle gelen yeni nüfusun eklenmesi neticesinde, fert başına düşen milli gelirin azalmasının en büyük nedenlerindendir. Enflasyon ve işsizliğin neticesi, milli gelirden fert başına düşen gelirin azalması ve gelir adaletsizliği, ülke halkını fakirleştirmiştir.
Ülkedeki gelir adaletsizliği, ister istemez ülkemizden yabancı ülkelere kalifiye eleman ve beyin göçüne sebep olmuştur. Buna en güzel örnek, yanlış sağlık politikası nedeniyle, doktorların büyük bir çoğunluğunun göçüne neden olmuştur. Bu da devlet hastanelerinde yeterli miktarda doktor olmayışını, hastaların zamanında randevu alamayıp gerekli tedavilerinin yapılmamasını doğurmaktadır. Bu ve benzeri sebepler ve ülke nüfusuna, yeterinden fazla nüfusun eklenmesi ülke ekonomisinde deprem etkisi yaratmıştır.
Ülkemiz, son zamanlarda emperyal güçlerin yeni savaş çeşitlerinden olan göç marifetiyle silahsız işgal altındadır. Ülkemizin Sovyetlerin dağılmasına nasıl hazırlıksız yakalanıp kendi devletlerini kurma çabasına giren soydaş ülkelere, gerekli siyasi, ictimai, ekonomik destek veremediği gibi, uluslararası arenada da yeterli destek sağlayamamıştır. Bu örnekte olduğu gibi, ülkemiz göç konusunda yeterli hukuki mevzuata sahip değilken, iktidarın herhangi bir göç politikası yokken, emperyalist ABD ve Avrupa Birliği ile yapılan anlaşmalar ve BOP hayata geçirme gayretleriyle kapılar açılmış, bir kitlesel göçle karşı karşıya kalmış, emperyalist güçleri hedeflerine ulaşmaya yaklaştırmıştır.
Kısacası, ülkemiz adeta silahsız işgal edilmiş, vergi vermeyen, ilaç parası ödemeyen, belediyelerden, FAK FUK fonundan, Kızılay’dan ve birçok sivil toplum kuruluşlarından yardım alan, toplu ulaşımdan, sağlık sigortasından ücretsiz yararlanan, sigortasız çalışabilen, hukuki mevzuata uymayan, çok üreyen, uyuşturucu kaçakçılığında başı çeken, göç mevzuatına uymayan, ülke içinde istediği gibi seyahat edebilen, kanun önünde imtiyazlı bir sınıf yaratılmıştır.
2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaşla ülkemize zorunlu göçle birlikte kitlesel göç başlamıştır. Zamanla göç eden nüfus artmış, tehlikeli boyutlara ulaşmış, ülkede enflasyonun ana sebebi haline gelmiş, ev kiralarının astronomik rakamlara çıkmasını doğurmuştur.
Türkiye’ye sığınan Suriyeli sığınmacılar, her ne kadar göçmen, sığınmacı, mülteci, yabancı gibi terimlerle anılsa da, gerek bizim göç hukukumuzda gerekse uluslararası göç hukukunda bu terimlerin her biri birbirinden anlam bakımından çok farklıdır. Ülkemizde ilk zamanlar geçici sığınmacı olarak gelen bu sığınmacılar kalıcı hale gelmiştir.
İlk zamandaki geçicilik olan bu sığınmacılar, sonradan kalıcı sığınmacılığa dönmüştür. Bu da ülkemizin beka meselesi haline gelmiştir.
Gerekli tedbirler alınmazsa, ülkemizi yakın gelecekte, üniter yapının yok edilmesi ve ülkenin bölünme ile karşı karşıya kalacağı bir tehlike beklemektedir. Uzun vadede ise bu göçle artan nüfus, ülkenin demografik yapısında değişime neden olarak Türk nüfusunu azınlığa düşürmek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin yok oluşuna sebebiyet verecek bir beka sorunu olması kaçınılmaz bir hal almıştır.
Yönetim biliminde üç çeşit plandan bahsedilir: 1- Kısa vadeli plan, 2- Orta vadeli plan, 3- Uzun vadeli plan. Emperyal güçlerin silahla işgal edemediği veya işgale cesaretlerinin yetmediği yerde yukarıda bahsettiğimiz hususlarda özellikle de silahsız işgal yoluyla bölüp parçalayıp yok etme konusunda uyguladıkları plan, uzun vadeyi gerektiren göç marifetiyle işgaldir. Şu an ülkemiz üzerinde oynanan oyunda tam da budur.
Onun için her Türk vatandaşı, göç konusunda gerekli hassasiyeti göstermeli, gerekli demokratik tepkisini ortaya koymalı, gerekli ekonomik tedbirlerde göç hassasiyetini de göz önünde bulundurmalıdır.
Ülkemizdeki mevcut yönetimin yanlış Suriye politikası, hamaset siyaseti, göçü iç siyasete malzeme yapması, emperyal güçlerin güdümündeki politikalarıyla göç konusunu ülkemizin beka sorunu haline getirmiştir. Bu sebeple iktidardan, göç hususunda ülkemiz yararına bir adım atması beklenilmemelidir.
Göç konusunda en büyük görev ise muhalefet belediyelerine düşmektedir. Muhalefet belediyelerinin kendi mevzuatları çerçevesinde birçok yaptırım yapabilecekleri durumlar söz konusudur. Bunlardan bazılarını örnek vermek için maddeler halinde sıralayacak olursak:
- Suriyelilere iş yeri ruhsatı vermemeli,
- Suriyelilere sosyal yardımı kesmeli,
- Belediye hizmetlerini daha pahalıya vermeli,
- Suriyelilerin ruhsatsız iş yerlerini hemen kapatmalı,
- Suriyelilerin ruhsatlı olan iş yerlerine ağır denetimler getirilmeli,
- Suriyelilerin bir apartmanda bir aileden fazla kalmaları kamu güvenliği açısından yasaklanmalı,
- Suriyeli çalıştıran iş yerlerini ağır denetimler getirmek suretiyle, Suriyeli çalıştırmanın cazibesini ortadan kaldırmalı,
- Şehirde Suriyeliler için cazibe merkezi olmaktan çıkarılmalı NOT: Seçilen muhalefet belediye başkanları yeniden seçilmek istiyorsa bu maddeleri aynen uygulamalı