Klavyetör

Abone Ol

Bu kelimeyi literatüre ilk kez ben mi soktum bilmiyorum ama doğrusunu isterseniz, öyle olmasını tercih ederdim.

Sosyal medyanın gözü kara, merhamet yoksunu, edep fukarası, vefadan nasipsiz, ihanet ithamcısı, müfteri, başa kakmacı ve genellikle de Türkçe yazamayıp, insanca düşünemeyen fikren malul müsvedde kabadayılarının ve kendime göre tek kelimede tarif ettiğim tiplerin sıfatı ya da lakabıdır klavyetör!

Az biraz gladyatör kelimesini çağrıştırır belki ama gladyatörün merhametsizliğininin “öldüremezse, öldürüleceği korkusundan” kaynaklandığını hepimiz biliriz. Onlar nedametten ötürü gözyaşlarını hücrelerinde akıtmak üzere saklarlardı galiba! Belki bir müddet sonra mankurtlaşıp sahibinin dilediği canavara dönüşmüş olmaları da mümkündür.

Hani o her konuda didişen ve her mevzuda mutlaka karşı tez savunmak gibi bir mecburiyetleri var imiş gibi birbirlerine demediklerini komayan siyasi parti liderlerinin, pat diye mütareke imzaladıklarından da ders çıkarmayan aptallardır klavyetörler!

Mademki onlar yukarılardaki müstesna konumlarına rağmen, hangi gerekçe ile olursa olsun, maganda ağzıyla ve üstelik kavgada bile söylenemeyecekleri söyleyebilirlerken, birdenbire can ciğer kuzu sarması olabilmekteler!

“Yahu o halde bize n’oluyo da kendimizi birbirimizin yüzüne bakamaz hale getiriyoruz” diye düşünemez klavyetör!

Klavyetör; yaranmacı, klavyetör; yardakçı, klavyetör; yağdanlıktır!

Ta ki; sahibi sayıp, gıyaben tapındıklarının gözüne girebilmek maksatlı…

Ola ki lazım olur diye arada bir en şatafatlı sıfatları önüne, ardına yamayarak isim de zikrederler. Olur a belki bir yerde dile getirilir de, bir aferin alınır ve hatta ödül de verilir en cıngırdaklı cinsinden!

Her hıyara bir tuzluk tutucu lazım olduğunu bilir klavyetör!

O nedenle kulağı kirişte gözü monitörde, elleri tuşların üstünde ağasına aykırı bir ses, bir cümle arar, imâlı – imâsız, manalı - manasız fark etmeksizin…

Halbuki daha düne kadar yan yana, kol kola, omuz omuza bir mücadelenin en önemli zamkı saymışlardır dostluk zannettikleri birlikteliklerini...

Ailecek görüşmüş, birbirlerinin çocuklarının düğünlerinde halay çekmiş, ölümlerinde “taziye kabul makamı”nda dikilmişlerdir tüm tanıyanlar ya da uzak seyircilere nümayiş için!

Birbirlerinin eşlerine bacı, analarına ana, teyze, hala, babalarına en azından emmi – dayı diyecek kadar yakınlık sergileyenler bile bugün, birbirlerinin tüm kutsallarını sinkaf borbardımanına tutmaya başladılar heyhat!

Kırk kapının sürtüklerine gönül kapılarını ardına kadar açan kafa, kendi gönüldaşına demediğini komuyor!

Hain, alçak, şerefsiz, çanak yalayıcı, etek altına saklananlar, bilgenin koyun sürüsü, korkak, dönek, menfaatperest, o.ç. kahpe, y…şak, kemikçi vs. vs. vs. Ben daha fazlasını saymaya ar ediyorum.

Ama klavyetörler lağım rögarlarını açmışlar bir kere! Gün görmedik nice pislik bilirlermiş meğer. Sızma falan da değil ha… Oluk oluk akıyor, akıtılıyor.

Sinkafların havada çarpışmaktan başka çaresi yok! Salvolar o kadar yoğun ki…

Daha dün diyebileceğimiz vakte değin; gereği halinde birbirine kanını helal edenlerin, bugün selamlarını dahi haram etmeleri kadar hiçbir insanî kalıba sığmayan hallerini anlamak mümkün değil.

Gidenlerin arasındaki klavyetörler, geride bıraktıklarına alabildiğine ne kadar zalim ise; kalanların arasındaki klavyetörler de kopanlara veya kopacağını ilan ve ima edenlere karşı o kadar haşin!

Hani, en ciddi muarızlarımıza bile, ola ki bir gün aynı tastan aş içmek kısmet olur diye; küfürsüz, aşağılamasız, şiddetsiz muamele etmemizi emreden ÜLKÜCÜ İDEALLERİMİZ?

Hani, “hiçbir tartışmanın, hiçbir arbedenin, hiçbir kargaşanın sebebi biz olmamalıyız” düsturumuz?

Hani, “biz derken, maziden yüreğimize dürten ve kıyıda köşede illaki kalmış olan hatıralardan herhangi birinin etkisiyle gözleri dolu dolu olan biz?”

Hani, OCAĞIN RUH DERİNLİĞİ?

Yarın herhangi birimiz için hazırlanan musallaya karşı saf tutulduğunda; helal ettim derken, helallik alamamanın derin burukluğu ile ezilmeyecek mi yüreklerimiz?

Salından tutup omuzlarımıza aldığımız omuzdaşlarımızın kırgınlıklarını da beraberimizde taşımaktan ağrımayacak mı gönüllerimiz?

Velhasılıkelam; EDEP YÂ HÛ… Edep yâ hû vesselam!