6-8 Ekim 2014 Kobani olayları davası sonuçlandı. Hatırlanacağı üzere olaylarda 50 kişi ölmüş, yüzlerce araç, ev ve iş yeri kundaklanmıştı. Kundaklananlar arasında Ziya Gökalp müzesi de vardı.
Olaylar Demirtaş’ın vatandaşı sokağa çağırması üzerine başlamış, çığırından çıkarak bir isyana dönüşmüştü.
Dönemin hükümeti olayları önleyemeyince, Öcalan’dan yardım istemiş, onun yazdığı mektup Sırrı Süreyya Önder tarafından Kandil’e götürülmüş, ancak Kandil düğmeye bastıktan sonra olaylar durulmuştu. (ayrıntısı Kayıp Barış kitabımda) Devletin içine düştüğü veya düşürüldüğü acz PKK’ya öyle bir özgüven kazandırdı ki, bu olay bir yıl sonraki Hendek terörünün tetikleyicisi oldu. Muhtemelen Kandil, Kobani olaylarını önleyemediler daha etraflı ve planlı bir kalkışma ile hedefimize ulaşırız diye düşünmüş, hendek terörünü başlatmıştı.
Yargılama sonunda, sanıkların bir kısmı berat etti bir kısmı ceza aldı. Ceza alanlar arasında Demirtaş da vardı, 42 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Kararın açıklanmasından hemen sonra, gazetecilik kisvesi ile PKK/DEM avukatlığı yapanlar harekete geçti, verilen cezayı eleştirdiler. Demirtaş’ın ne kadar güvercin ve uzlaşmacı olduğunu anlatmaya başladılar. Ölen 50 vatandaşımız, kundaklanan ev, işyeri ve araçlar kimsenin aklına ve umuruna gelmedi. Çünkü çıkış noktaları; DEM ve PKK ne yaparsa yapsın haklıdır. O olaylardan sonra, binlerce insan evini barkını terk ederek Batı’ya göç etti. Kobani olayları, bölgeyi homojenleştirmenin, etnik arındırmanın bir aracı oldu.
Kimsenin ceza almasından, hapis yatmasından mutlu olacak değiliz. Ancak siyaset yapanların söz ve eylemlerine çok dikkat etmeleri gerekir. Siyasetle terör bir araya gelmez. Kitleler sokağa çıkıncaya kadar dizginleri, önünde olanların ellerindedir, her zaman kontrol edilebilirler, ama sokağa çıktıklarında azgın bir sel gibi önüne geleni silip süpürürler, artık dizginler kitle psikolojisinin ellerindedir. Demirtaş gibi bir siyasetçinin bunu hesap etmesi gerekirdi.
Bugün demokratik bir ülke olamamışsak bunun nedeni, legal mücadele yerine illegal mücadelenin tercih edilmesidir. Şeyh Said isyanı, dönemin siyasetçilerini ne kadar tedirgin edip sistemi sertleştirmişse, PKK terörü ve onu şantaj aracı olarak kullanan siyasi uzantılarının tavrı da bugün sistemi daraltmakta ve otoriterleştirmektedir. Demokrasi istemenin yolu demokrasiyi yıkmak, ortalığı kan gölüne çevirmek değildir. Silahın karşılığı silah, sözün karşılığı sözdür. Söz her zaman silaha tercih edilmelidir.
Aynı çevreler, Demirtaş ve Kavala üzerinden adaletsizlikten şikayet ediyor. Sistemsel yanlışları görmek, sistemi masaya yatırmak yerine iki kişinin aldığı cezalardan yakınmak adalet istemek değildir. Tek adam rejimlerinin tamamı otoriterdir ve tek adamlar sadece icranın başı değil aynı zamanda yargı ve yasamanın da başıdır. Yargının adalete hizmet etmesi için, kuvvetlerin ayrılması, güçlerin paylaşılması şarttır. Demirtaş ceza almasaydı, bu ülkede bir – yargı- sorunu yoktur mu diyecektik? Kaldı ki Kobani olayları onun çağrısının eseridir. Esas sorun bataklığı görmeyip, –kendimizden olanları- savunmak, adaleti kendi isteklerimize, ideolojik beklentilerimize hasretmemizdir.