Kore, Kore savaşından sonra, Kuzey ve Güney olarak ikiye bölündü. Önce Sovyetler Birliği’nin, sonra Çin’in kontrolüne giren ve SSCB dağıldıktan sonra Rusya’yla iyi ilişkiler tesis eden Kuzey Kore hem Güney Kore hem de Pasifik ülkeleri için büyük risk teşkil ediyor. Ahlaki açıdan iflas etmiş komünist bir monarşi tarafından yönetilen fakir Kuzey Kore’nin, başarılı olduğu tek alan silah sanayi.
Komünist rejim, halkını doyurmakta zorluk çekiyor. Teknolojik açıdan geri olmalarına rağmen nükleer silah sahibiler. Uzun menzilli balistik füzelerinin menzilleri giderek uzuyor. Ordusunda milyonun üzerinde asker bulunan Kuzey Kore, kapalı kutu olduğundan, “Ordusu gerçekten güçlü mü yoksa kağıttan kaplan mı?” bilinmiyor.
Yakın zamana kadar Pekin, ABD’ye mesaj vermek istediğinde Kuzey Kore’yi kullanıyordu. Kuzey Kore, nükleer denemeleri ve füze fırlatmalarını Pekin’in talimatıyla yapıyordu. Başlangıçta Kuzey, sadece Güney Kore’yi vurabilirken, önce Japonya’yı sonra Pasifik memleketlerinin hepsini vurabilecek füzeler geliştirdi. 2022 yılında denediği uzun menzilli füzeler, Beyaz Saray’ı dahi vurabiliyor.
Kuzey Kore’nin son yıllarda sıklaştırdığı kontrolsüz füze denemeleri, artık Pekin’i dahi tedirgin ediyor. Çin, hızlı ekonomik büyümesini ancak barış ortamında sürdürebileceğini düşünüyor. Çin’in, başına buyruk hareket etse de, nükleer silahları olan Kuzey Kore’yi gözden çıkarması mümkün değil. Kuzey Kore’de düzen bozulursa, göçe muhatap olabilir. Yarımadanın tamamı Amerikan’ın kontrolüne girebilir.
Güney Kore, iç savaşın bittiği 1953 yılından 1961’deki askeri darbeye kadar istikrarsızdı, kargaşa içindeydi. Darbeden sonra, cumhurbaşkanlığını üstlenen General Park, kamu şirketlerinin tamamını özelleştirdi. Holdinglerin desteklendiği ihracata dayalı kalkınma programı uyguladı. Kore, Park yönetiminde yüksek büyüme oranları yakaladı. (İlk periyotta %7,5 ve ikinci periyotta %9,5)
Her türlü vergiden muaf olan ihracatçı şirketler, düşük faizli kredi kullanabiliyorlardı. Kore’nin ihracatı, Park iktidardayken kırk kat arttı. Park yönetimi ele aldığında kişi başına düşen gelir Türkiye’nin dörtte biri kadarken günümüzde üç katı seviyesinde. Bugünkü Güney Kore’nin kurucusu diyebileceğimiz Park, 1979’da suikasta kurban gidinceye dek, Kore’yi demir yumrukla yönetti. Kore kalkındı, halk zenginleşti fakat bunlar demokratik rejimde olmadı.
1979’da darbeyle iktidara gelen askeri cunta, 1988’de demokrasiye geçilene kadar dikta rejimini sürdürdü. İktidarda kim olursa olsun, holding şirketleri ve ihracat sürekli desteklendiğinden ekonomik kalkınma kesintisiz devam etti. Asya krizine değin, 1980’lerle, 1990’larda da hızlı büyüme performansı gösteren Kore, teknoloji üretmeye ve icatlar yapmaya başladı.
Tüketici elektroniği alanında tartışmasız lider olan Kore, pazar lideri olduğu akıllı telefon, LCD TV, çip ve taşınabilir geniş bant gibi ürünlerde pazar payını her yıl biraz daha arttırıyor. Samsung dünyanın en tanınan üç markasından biri. Otomotiv sektöründeki majör üreticilerden olan Kore’nin popüler araba markaları var.
1997 ve 2009 krizlerini, kısa sürede, az kayıpla atlatan Güney Kore, özellikle 2000 yılından itibaren Kuzey ile ilişkileri normalleştirerek barış ortamında yaşamayı amaçladı. Kuzey Kore’de açlık tehlikesi her baş gösterdiğinde, gıda yardımı yaptı. Kore, petrol, doğalgaz ve maden konusunda fakir olmasına, topraklarının ancak %15’inde tarım yapılabilmesine rağmen, iyi yönetim ve ihracata dönük kalkınma modeli sayesinde 10. büyük ekonomi olmayı başardı. Kore ekonomisi büyüme trendini halen sürdürüyor. Koreliler teknoloji üretiyor ve yeni ürünler geliştiriyor.
52 milyon civarında olan nüfusun, düşük evlenme ve doğum oranları yüzünden azalarak yaşlanması, Kore’nin majör problemi. Her üç yılda, nüfus bir milyon kişi azalıyor. 2030’dan sonra her yıl yarım milyon azalma olacağı öngörülüyor. İş gücü eksiği oluştuğundan, büyük çoğunluğu Çinli olan üç milyonun üstünde yabancı çalışan var. Yabancı çalışanların çoğunun Çinli olması, Korelileri rahatsız ediyor.
Günümüzdeki Kore gençliği atalarının kültürünü değil, Batı kültürünü benimsemiş durumda. Koreliler, göz çevrelerini Batılılara benzetmeyi amaçlayan estetik operasyonlara her sene milyarlarca dolar ödeme yapıyorlar. Halkın yarısı Hristiyan, kalanların ekseriyeti ateist yahut deist. Kore, geleneksel inançların zayıfladığı, parçalanmış bir topluma dönüşmüş durumda.
Koreliler memleketleri bölünene kadar aynı coğrafyada yaşadılar. Aynı dine, kültüre ve inanca mensuptular. Bölündüklerinde, madenlerin, verimli arazilerin ve sanayi tesislerinin çoğu kuzeyde kaldı. İki tarafın refah seviyeleri benzerdi. Bugün, iki Kore arasında, dağlar kadar fark var. Bunun iki temel sebebi var.
Bunlardan ilki iyi yönetimdir. Güney Kore, serbest piyasa ekonomisini benimseyerek ihracatı teşvik etti. İthalata yüksek vergiler uygulayarak yerli üreticiyi korudu. Yatırımcıyı koruyan ve işleyen bir hukuk sistemi oluşturdu. Hepsinden mühimi, iyi yönetildi. Kuzey Kore, avantajlı olmasına rağmen, karşılaştırılamayacak derecede geri kaldı. Avantajlıydı, çünkü, yüzölçümü güneyden daha genişken, nüfusu güneyin yarısından azdı. Toprakları zengindi.
İkinci temel sebepse motivasyon ve manevi değerlerdir. Koreliler, tarih boyunca iki iddialı ulusun arasına sıkışarak, genelde ezilseler de varlıklarını ve değerlerini korudular. Çinlilerden ve Japonlardan daha başarılı olmak, kendilerini hem onlara hem de insanlığa ispat etmek Güney Korelileri motive etti.
Oysa Kuzey Koreliler, Çin’in hâkimiyetini baştan kabul ederek kendilerine tanımlanan sınırlar dâhilinde hareket ettiler. Katı ve rasyonel olmayan komünist idare yüzünden, manevi değerlerinden koptuklarından motivasyonlarını kaybettiler. Benliklerini muhafaza edemediler.
Türkiye’nin halkın seçtiği tek parti iktidarları dönemlerinde yakaladığı büyüme oranları, Güney Kore’nin aynı dönemlerdeki oranlarıyla benzerdir. Türkiye’nin dezavantajı darbeler ve ekonomiden hiç anlamayan darbeciler oldu. Koalisyon dönemlerinde de büyüme oranları düştü.
Kore, aynı Tayvan, Singapur ve Çin gibi demokrat olmayan ülkelerinde iyi yönetilirlerse kalkınabileceklerinin göstergesi. Aslında demokrasinin yakın zamana kadar sadece şeklen var olduğu Japonya’da bu listeye dahil edilebilir. Bu ülkeler hiçbir zaman IMF’nin tavsiye ettiği programları uygulamadılar. Hatta zaman zaman tam ters politikalar uyguladılar. Aldıkları sonuç ortada. Yani Acemoğlu yanılıyor ve yanıltıyor.