Otoriter yönetimler reform yapamazlar. Bu, yönetimin mantığına terstir. Bir yönetim hem otoriter hem de demokratikleşme anlamında reformist olamaz. Çünkü demokrasi ile otoriter yönetim bir araya gelmez. Otoriter yönetimler, iktidarlarını sürdürmek için baskı ve yasakları her gün biraz daha artırmak zorunda hissederler kendilerini. Toplum yasaklara alıştıkça yenilerini vermek gerekir. Alışılan baskı caydırıcılığını kaybettiğinden yeni kısıtlamalara gerek duyulur.
Bu bakımdan 2021 yılında reform bekleyenlerin, bekledikleri ile kalacağını düşünüyorum. Nitekim daha 2021’e bismillah demeden –Can Ataklı’nın- sözleri üzerinden darbe istismarı başladı. 19 yıldır ülkeyi engelsiz yöneten iktidar, darbeye uğramış gibi manipülasyonlara başladı. Ataklı’nın sözlerinden darbe çıkarılmaz ama densizlik çıkarılabilir. Bunlar güya yılların gazetecileri, işleri güçleri iktidara malzeme verip, toplumu ters köşe yapmak. Zeka seviyeleri muhalefet ederken bile iktidara hizmet edecek kadar düşük.
Otoriter yönetimler, baskı ve yasakları sanal veya gerçek tehditlere dayanarak meşrulaştırırlar. Tehdit yoksa onu icat ederler. Çünkü toplumun ikna edilmesi, tehdidin varlığı ve büyüklüğüne ikna edilmesine bağlıdır.
HDP ve FETÖ üzerinden yürütülen propagandalara biraz da bu gözle bakmak lazım. Mesele sadece terörle mücadele değil, mesele biraz da otoriterleşmeyi, demokrasi dışı düzenlemeleri meşru kılmak. İktidarın hükmettiği alanları genişletmek. Terör var diyerek muhalefeti yapılan düzenlemeler karşısında konuşamaz hale getirmek.
Belki absürt gelecek ama siyasi iktidar tam 19 yıldır FETÖ ile iktidarını yürütüyor. İlk on yıl FETÖ’yü kullanarak önündeki engelleri temizledi, 15 Temmuz’dan sonra da FETÖ tehdidini kullanarak iktidarını tahkim etti. FETÖ deyince her anti demokratik düzenleme meşrulaşıyor çünkü.
Otoriter yönetimlerin psikolojik dayanağı korkudur. Bu korku tek taraflı değil, iki taraflıdır. İktidarı kaybetme, hesap verme korkusu, onları her gün biraz daha yasakçılığa, korku siyasetine zorlar. Korkutarak korkularını bastırmaya çalışırlar. Korkunun kalıcı hale gelmesi iktidarın devamı için elzemdir. Onun için korku ateşi durmadan harlanır.
Fakat insan, korkulara alışan, zamanla onu aşan bir yaratık. Korku her konuda mağlup olduğu, teslim olduğu bir unsur değil. Özellikle açlığın, sefaletin kol gezdiği, aş-ekmek ihtiyacının dayanılmaz hal aldığı topluluklarda hiçbir korku barajı toplumu durduramaz. Toplum önce konuşmaya, sonra homurdanmaya, sonra da her türlü korkuyu aşarak siyasi tercihlerini değiştirmeye, muhalefetini gizliden açık hale getirmeye başlar.
Bugün ciddi bir ekonomik kriz ve demokrasi/yönetim krizi ile karşı karşıyayız. Siyasi irade tasarruflarında giderek toplumsal eğilimleri yok saymaya, devleti kendi kitlesinden ibaret gören bir politika izlemeye başladı. Kutuplaştırma, iktidarın biricik malzemesi ve stratejisi haline geldi. Oysa siyaset, bir birleştirme, toplumsal ihtilafları uzlaşarak, konuşarak, dost kalarak çözme işidir. Doğru siyaset toplumu bir bütün olarak kucaklar, bir kulağını kendi kitlesine, öteki kulağını kendine oy vermeyenlere verir. Herkesi dinler, herkesi mutlu edecek yol ve yöntemler arar. Ortak çözümler üretmeye çalışır, bir tarafın çözümünü öteki tarafın sorunu haline getirmez. Adaletle hareket eder, çünkü adalet toplumdaki renklere, desenlere bakmaz, herkese hakkı olanı vermeyi öngörür.
Bu ölçüler içinde bir reform mümkün müdür? Bu, iktidara bağlı. Demokrasi, şeffaflık, kuvvetler ayrılığı, hesap verilebilirlik, zamanı gelince gitmeyi bilmek demektir. Bir taraftan reformdan söz edip diğer taraftan HDPve FETÖ üzerinden korku siyaseti yapmak, iki densizin sözlerinden darbe tehdidi çıkarmak iktidarı reform yapmaya götürmez. Korku ve tehdit tam tersine yasakçılığı, özgürlüklerin daraltılmasını getirir. Siyasi iktidar reform yapacaksa önce bu korku dilini ve tehdit icat etme politikasını bırakmalıdır.