Hep büyüklerin cesaret hikâyeleriyle büyütüldük ve bu yaşa geldik. Korkmayacak ver her şeyin üstüne gidecektik. Sonra bir baktık ki; bize o hikâyeleri anlatanlar, aslında çok korkaklarmış. Ellerindekileri kaybetmemek için, göstermelik cesaret masalları anlatırlarmış bizlere; "biz böyle yaptık, şöyle savaştık" gibi.
William Shakespeare korkuyu şöyle anlatmış; "İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için". Sizler de bunlardan uygun olanı seçin artık kendinize.
Bir ayağa kalkılsa, yerinde oturamayacak kadar korkak insanları yüceltip haddini bildiremeyenler, yazıyorlar, çiziyorlar, 3-5 kişilik dost sohbetlerinde asıyorlar, kesiyorlar ama sonuç aynı. Herkes rahatça yerinde oturuyor.
Korkmayın! İstiklal Marşı bile "Korkma" diye başlar. Ne kazanacaksınız susarak? Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytan değil miydi? Peki neden hala susarsınız? Hadi sustunuz, geç de olsa konuşanı neden suçlarsınız? Denize düştünüz diye, yılana mı sarılacaksınız?
Sonuç olarak, bir gün bu can bedenden çıkacak. Güzel bir isim bırakmak varken, dünya işlerine kendimizi kaptırıp, bir korkak gibi davranmaya ne gerek var? Bilmez misiniz, korkunun ecele faydası yok!