Ülkemizde “yönetilemez”liğin taşınamaz/çekilemez bir yük haline geldiği aşikârdır. Bu hakta o kadar çok örnek varken (son) 2022 KPSS-Lisans sınavı üzerinden yaşananlar, vahametin anlam sıfatında “artık” ve tipik bir göstergedir.
Bu ülkede (her yönüyle) kurumsal hüviyetlerde (o kadar çok) tersine gidiş ve ehliyetsizlik sorunu var ki akıllara zarar... Milyon sayı öğrenciyi (yetkinsiz eğitim sisteminde) sınavlarla yarıştırırken şimdi bir sınavı kotarmayı dahi beceremeyenlerden ne umulur? Haddizatında biz bir “umma” durumunda değiliz ve hatta bu noktaya gelinmesi kimi şaşırtmaktadır bilmiyorum; fakat evlatlarımıza yazıktır ve hadise üzücüdür! Diyorsunuz ki “sanki bu işler dün adam gibi mi yapılıyordu”… Evet, haklısınız, ben de aynen bunu demekteyim…
Durum, deneme yanılma, “olmadı bir daha yapalım” türünden lakırdılarla geçiştirilemez. Bu sefer meseleyi “dank” etmeyenlere olsun sözümüz: Sorun sadece ÖSYM’nin KPSS sınavı mı bre gafiller? T.C. Merkez Bankası’ndan ÖSYM’ye kadar; Orman ve Tarım Bakanlığı’ndan Et ve Süt Kurumu’na dek çoğu kurumlarda Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yönetimsizlik, koordine ve planlı olamamak gibi 100 yıllık Cumhuriyet’in hicap duyacağı bir noktadayız. Bir orman yangınında “sarhoş, yangın çıkardı” diye protokol dizilip açıklama yapanlar, bir diğer yangında açık kusuru görülen elektrik dağıtım şirketinin adını bile zikretmemiştir. Hele Sn. “bakan” Nebati! Söyleyecek söz, yazılacak yazı var mı? Gel de Mustafa Kemal ve etrafındaki inanmış milliyetçilerin onca zorluk içinde yaptıklarına şapka çıkarma! Elde mi? Mustafa Kemal’e yeltenen iftiraları ne tarih af eder, ne de vicdan…
Konu yönetim sorunu ise evvelde iğneyi kendimize batıralım o halde! Biz, naçizane anlamda başkanlık sistemine inanmış ve desteklemiş bir düşünce içinde kendimizi beyan etmiş ve sistem değişikliğini desteklemiştik. “FETÖ” denilen alçak sürüden ve artçılarından kurtulmak için binanın temellerini ve kolanlarını güçlendirmek gerekli inancındaydık. Fakat maalesef umduğumuz gibi bir sonuçla karşılaşmadık ve maalesef yanıldık. Türkiye’nin kurumları yenilenerek, güçlenerek sağlam ve liyakat esaslı kadrolarla bir silkinme ve kendine gelme sürecini yaşayacaktır derken durum, tersi bir istikamete yol aldı. İş, bir “tek adam” noktasına evrildi… Hele ki geldiğimiz son durumda en sıradan mesele ve açıklamaların dahi Cumhurbaşkanı ağzına bırakıldığı bu kargaşanın içinden çıkıp sıyrılmak da giderek zorlaşıyor.
2018 ve sonrası, gün geçtikçe iç açıcı olmayan sosyal, ekonomik, kültürel/ahlaki sorunlar ve nihayetinde bir çıban gibi beliren yozlaşma, tabiri caiz ise iktidarın 20 yıllık mefhum-u muhalifi olarak çerçevelenmektedir.
Açıkça ifade edelim ki “adalet ve kalkınma” adına ne söyleyip vaat ettiler ise tam tersini bu ülkeye armağan ettiler.
Çünkü o halde: “Dindar idarecileriz” diyenlerin bulunduğu bir ülkede bu radde kul hakkı yenmez, adalet ve vicdan terazisinden bu kadar uzaklaşılmazdı...
Beyt-ül mal kavramının hakkını verecek ve “ben Müslümanım!” diyecek bir idare, hazinesini göçürtüp, milletini fukaralığa duçar kılmazdı...
Din, bunların dilinde ve mülteci bahsinde “ensar” ile kıyama duruyor! 5 milyon sığınmacı demek; 5 milyonun barınacağı ev, içeceği su, yiyeceği ekmek, yani 5 milyon artık tüketim demektir. Kültürel, ekonomik sorunlar da cabası… Bu ülke kaldırabilir mi? Hele ki planlamadan o kadar insanı sınırların içine almak, Avrupa’ya gözdağı vereyim derken yaya kalmak ve milyar dolarlar harcamak nasıl bir hesap(!). Bakın, saymakla bitmez… Biriken o kadar çok sorun var ki 20 yılın sonunda; ancak asfalt ve betonla övünmekten başka çıkar yol bulamıyorlar. Verilen sosyal yardımlarla övünüyorlar. Övünülen şey sadece fukaralıktır. Bir taraftan şehirlerimiz kent arsızlığı ile yok oluyor; köylü toprağını terk ediyor ve toprağımız, havamız, suyumuz elimizden çıkıyor... Böyle giderse bu ülkenin bir buğday başağına dahi muhtaçlığı uzak değildir. 15 Temmuz ne idi? Ne idi ki halen mezhepçilik, referanslı tarikat ehli olmak devletlu kademelerde hala caridir?!. Sanırım bu haleti; ancak psişik bir ruh hali ile izah edebiliriz. Ülkeyi ve kurumları bir emanetten çok, kendi malları, zilyetleri gibi görüyorlar.
Hasılıkelam bir şeyler muhakkak ve cidden değişmelidir; şakası yok! Kafa olarak, ruh olarak ve fikir olarak değişmelidir. Hakiki manada Türk Milliyetçilerinin iktidarını özlüyoruz… 100 yıllık birikimin sonunda yapacağımız seçim, şüphe yok ki önümüzdeki asrı etkileyecek kadar tarihi bir tercih olacaktır. Türk Devleti’nin yarım kalmış kurumsal yenilenme edimi ve kuramsal ilkelerine dönüşü, kendine gelişi elbette Türk Milliyetçilerinin ukdesinde gerçekleşecek bir tercih zaruretini doğurmaktadır; çünkü saya gelinen meselelere aklıselim yaklaşacak olanlar; ancak Türk Milliyetçileridir. Bu zarureti açıkça ifade eden ve ifadesi ile aynı beyan, bize zindeliğini, enerjisini de aktaran Ümit Özdağ, dikkatle takip edilmelidir. Ferasetli ve aklı, ilmi önder edinmiş her Türk vatandaşı da bizden farklı düşünmez, düşünemez.