Amerikalı psikiyatri profesörü Arnold Ludwig’in 18 yıl süren araştırması sonucunda yazmış olduğu “Dağın Kralı” (“King of the Mountain”) eseri, dünyada ülke yönetmiş liderlerle ilgili bir seri araştırmayı kapsıyor. Bu çalışma tam 18 yıl sürdü. Dünyadaki liderler arasında 2000 kişi değerlendirildi. Bu kapsamlı araştırma sonucunda öne çıkan 337 lider aynı ölçütlerle yeniden değerlendirildi. Bu kıstaslamaya göre 1’den 31’e kadar değişen puanlar verildi.
En çok 30 puanla Roosevelt ve Mao 30’ar puan alırken, Nehru 25, Churchill 22, Kennedy 15 puan aldı. Bunlardan sadece ATATÜRK 31 puanla ilk sırada yer aldı. Bu lider “İleriye gören, öngörüsü ve büyük görüş gücü olan” sıfatıyla 20. YÜZYILIN EN BÜYÜK DEVLET ADAMI ÜNVANINA LAYIK GÖRÜLDÜ.
ABD’de yayınlanan, dünyanın her tarafında okuru bulunan TIME dergisinin 1999 yılı Aralık ayında bütün dünyadan katılımcılarla gerçekleştirmiş olduğu ankette 20. YÜZYILIN Lideri olarak ATATÜRK SEÇİLDİ.
UNESCO’nun 27 Kasım 1978 yılı Paris’te yaptığı 20. Genel Kurulunda alınan bir karar ile 1981 yılı ATATÜRK YILI olarak kutlanmasına karar verildi. Tartışılmaya ve pazarlık konusu edilmek istenen ATATÜRK’e dünyanın bakışı böyle iken, Türk Milletinin hassasiyeti ortadayken ATATÜRK’ÜN Tartışılması ve pazarlık konusu edilmesi kimsenin haddine değil. Her kim olursa olsun ATATÜRK konusunda haddini bilmeli. Türk Milletinin hassasiyetini dikkate almalıdır. Dünyada tartışılmayacak bir lider varsa o da ATATÜRK’tür. Bunu herkes böyle bilmeli, hiç kimse Türk milletini Atatürk’le, İstiklal Marşı’yla, Bayrak’la test etmeye kalkmamalıdır.
Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki dış ilişkilere bakacak olursak hiçbir surette yakınlaşma olmadığını görürüz. Uluslararası ilişkilerde Arabistan’ın Türkiye’nin yanında yer aldığını rastlamak hiç mümkün değildir. Bunun sebeplerine girecek değiliz. Ama şu da bir gerçek ki ülkemizin saf, tertemiz Müslümanları ile bunların yanında ülkemize hainlik besleyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da Türklüğe düşmanlık besleyenlerin Arap seviciliği bu politikanın tam tersi bir durum sergilemektedir.
Saf Müslümanın sevgisi aslında Hz. Muhammed’e olan sevginin bir tezahürü iken, Türklüğe kin besleyenler tarafından bu sevgi hep istismar edilmiş, saf Müslüman Türk’ü Türklüğüne, milliyetine, tarihine düşman hale getirmeyi başarabilmişlerdir. Yurtta sulh, cihanda sulh TC’nin en temel politikalarından biridir. Bu politika doğrultusunda geçmişe sünger çekilip gerek komşu ülkelerle gerekse dış ülkelerle sulh içinde yaşamak hem dünya barışına hem insanlığa hem de ülkemize büyük katkılarının olacağı bir gerçektir.
Başka ülkelerle ilişkilerin bozulmasının ne ülkemize ne de karşı tarafa faydası söz konusu değildir. Uluslararası ilişkiler mütekabiliyet esasına dayanır. Karşılıklı çıkar ilişkisi. Günümüzde insan ilişkileri bile bu durumdadır.
Gelelim günümüzde tartışılan, tartışılmaya devam eden ve daha çok tartışılacak olan maç hikayesine. İç siyasette malzeme konusu edilen maçı başta iktidar olmak üzere muhalefet de dahil fırsata çevirme gayesinde iken birçok gerçek gözardı edilmektedir. Gerçek tartışılması gereken hususlar milletin dikkatinden kaçırılmakta, suçlular gizlenmekte, hiçbir yetkili çıkıp sorumluluğu üstlenme cesareti gösterememektedir. Bu diplomasi krizinin üç tarafı vardır. Biri kulüp yöneticileri, biri FIFA yönetimi, bir diğeri ise siyasiler, yani kamu yönetimi, her zaman için siyasetin emrindedir. Bundan dolayıdır ki, kamu yönetiminin her türlü kusur ve hatasının faturası siyasete yani iktidara kesilir. Çünkü kamu yönetimi siyasetin emrinde olduğundan sorumluluk da siyaset kurumuna aittir.
Bu bütün demokratik ülkelerde böyledir. Maçtaki diplomasi krizi önceden öngörülebilmeliydi.
Bu öngörüsüzlük bu krizi doğurmuş olduğundan, sorumlu olan bu öngörüde bulunması gereken siyasi otorite yani dış işleri yetkilileridir. Diplomasi ne öngörüsüzlüğü ne hatayı asla kabul etmez. Önceden öngöremeyen yetkililerin bu krizi yerinde çözmesi gerekirdi. Krizi çözecek olan etkili yetkili makam, biri diplomasiyi sorumlu Dış İşleri Bakanlığı, biri de Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Ne kulüpler ne de FIFA, siyasetin izni olmadan böyle bir maç tertipleyemez. Bu diplomasiye ve uluslararası ilişkilere aykırı bir durumdur. Maça siyasetin izniyle karar verildiğine göre, sorumluluk da siyasi kurumlara aittir, bu krizi öngörmesi gereken de siyasi kurumlardır.
Arabistan’ın Türklere, Türklük ve Atatürk kelimelerine düşmanca tavır içinde olduğu bilinirken, bizim için de Atatürk, Bayrak ve Milli Marşımızın hiçbir şekil ve şartta pazarlık konusu yapılamayacağı bilinirken, bu krizin kapıda olduğu ve bağıra bağıra geldiği öngörüsüzlüğün açık bir ifadesidir.
Ortadoğu’da savaş hali varken, bu savaşın da başka ülkelere sıçraması söz konusu iken, bu kriz dış güçlerin işi iddiaları, iki ülkenin arasının bozulmasını isteyen güçlerin işi gibi bu ve buna benzer ifadelerle sorumluluktan kaçarak suçu birilerine atmaya kalkmak, suçu başkalarında aramak, savunmaya geçip bu milli konuda bile siyaset yaparak bunu fırsata çevirmeye çalışmak, devlet aklına yakışır bir durum ve tutum değildir.
Muhalefetin eleştirisi doğru ve haklı bile olsa, biçim ve yöntem yönüyle hiç de doğru bulmuyorum. Henüz krizin sürdüğü saatlerde sosyal medyada Facebook sayfamda “T.C DEVLETİNDEN TÜRK MİLLETİNİN BEKLENTİSİ GALATASARAY VE FENERBAHÇE TAKIMLARINI SUUDİ ARABİSTAN’DA MAÇA ÇIKMADAN GERİ ÇAĞIRMALI” diye yazmıştım. İsteyen girip saat ve tarihinde bakabilir. Öngörülemediyse, öngörülemeyip krizle karşı karşıya kalınıp kriz yerinde çözülemediyse, yapılması gereken, Cumhurbaşkanı tarafından takımların geri çağrılması, en doğru karar olurdu. Bu karar bütün şüpheleri ortadan kaldırır, kimseyi de töhmet altında bırakmaz, sorumluların bulunması da kolay olurdu. Ama bizde maksat üzüm yemek değil bağcı dövmek.