Dünyadaki toplam servetin %90’ını elinde bulunduran; servetine servet katmak, varlığını garanti altına alma doğrultusunda dünya çapında örgütlenmiş yapı “Küresel Düzen” olarak tanımlanmaktadır.
Birleşmiş Milletlerin yayınladığı en son “İnsani gelişme” raporunda yer alan bulgulara göre, en tepedeki “358 Küresel Milyarder ’in” toplam serveti; en yoksul kesimden 2.3 milyar yani dünya nüfusunun %45’inin toplam gelirine eşittir. Bu bulguları yorumlayan Victor Kegan; dünya kaynaklarının mevcut dağılımını “Yeni bir haydutluk biçimi” olarak adlandırmıştır. Gerçekten de küresel servetim yalnızca %22’si sözde gelişmekte olan ülkelere aittir. Oysa bu ülkeler dünya nüfusunun %80’ini oluşturmaktadır.
Bahsedilen haydutluk biçiminin; kendi düzenini kurmuş küresel finans piyasalarının kanun ve kuralları; zaman, mekân, sınır tanımıyor. Bütün insanlığın yaşamında etkili olmaya devam ediyor. Bu bağlamda yeşeren ve gelişmeye devam eden “Yapay zeka” insanlığın üzerinde inisiyatif kullanıyor. Artık ulus devletler varlıklarını devam ettirebilmek ve sürdürülebilir siyasal düzenlerini bu olgular üzerinden kurmaktadırlar. Küreselleşme yeni bir dünya düzenine dönüşme yolunda ilerliyor.
Meksikalı General Marcos yayınladığı bir bildiride bu durumu net, anlaşılabilir ve çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Şöyle diyor: “Küreselleşme sahnesine çıkan devlet striptiz yapmaya başlar, gösterisinin sonunda üzerinde yalnızca çıplak acil ihtiyaçları, yani, baskı güçleri kalır. Maddi temeli tahrip olmuş, egemenliği ve bağımsızlığı iptal edilmiş, politik sıfatı silinip kaybolmuş ulus devlet; devasa şirketlerin basit bir güvenlik birimi haline gelir… Dünyanın yeni efendilerinin doğrudan yönetmeye ihtiyacı yoktur. Ulusal hükümetler onlar adına işleri yoluna koyma görevini üstlenmiştir.”
İçinde yaşadığımız ulus devleti de bu durumdan ayrı düşünemeyiz. Bugün biz de bir takım güçlerin “güvenlik birimi” olmuş durumdayız. Gelişen olaylara olgular ve bulgular üzerinden siyasi argüman geliştiremiyoruz. Dolayısıyla özgürlük, demokrasi, vatan-millet kavramları üzerinden hamaset nutuklarının dışında sorunlara çözüm odaklı öneriler üretememekteyiz.
Claus Offe’nin ifadesiyle: “Bu durumda ne yapılması gerektiğini sormak yerine, yapılması gerekeni yapmaya yetkin birilerinin olup olmadığını soruşturmak daha faydalı olacaktır.”
Ülkemizde uzun zamandır küreselleşmenin başımıza bela ettiği, içinden çıkamadığımız birçok soruna çözüm önerecek, yol gösterecek, uyum içinde düzeni sürdürecek siyasi argümanları geliştirmesi gerekenler tükenmişlik ve çürümüşlük içerisinde bulunmaktadırlar. Kişiler üzerinden siyasi argümanlar geliştirip “Kim daha iyi eleştiriyor?” formatına indirgenmiş siyaset, ülkemizi bir yol ayrımına getirmiştir.
Yaptığımız saha çalışmalarında “yeni bir siyasal yapı kurulmalı mıdır?” sorusuna halkımızın % 48.5’i “Evet, kurulmalıdır” cevabını vermiştir.
Tam da bu noktada “Değişim Hareketi” önem kazanmıştır. Offe’nin de dediği gibi “Yapılması gerekeni yapmaya yetkin birileri” bu değişim hareketinin içinde yer almaktadır. Bu hareket; ülkenin içinde bulunduğu durumu analiz edip, mevcut sorunlara çözüm önerisi sunacak ve en önemlisi bunları hayata geçirecektir.