Önceki gün yazdım, CB'nın," Kürdistan isteyenler Kuzey Irak'a gitsin," beyanı çok hatalı ve yanlış bir beyan. Bazıları bunu -milliyetçilik- sanarak alkışlıyor. Oysa bu talihsiz beyanlara karşı ilk tepkinin Türk milliyetçilerinden gelmesi gerekirdi. Milliyetçilik ayırmaz, farklı renkleri yok etmeden bir arada tutmaya çalışır.
CB, bu beyanı ile Kürdistan diye bir devletin varlığını onaylamakla kalmıyor, oradaki Türkmen kardeşlerimizi de bu yapıya kurban ediyor. Bizim kuzey Irak, sn Cumhurbaşkanı'nın Kürdistan dediği bölgenin içinde Musul, Kerkük, Tuzhurmatlu ve Telafer gibi Türkmen bölgeleri de var. Bugüne kadar hiç bir siyasetçi bu bölgelerin Kürdistan olduğunu kabul etmedi. Nitekim, Barzani'nin yaptığı bağımsızlık referandumu da Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmadı. Şimdi aynı bölgeye Kürdistan diyor, bunun hangi tür hukuki sonuçlara neden olacağını görmezden geliyoruz.
Bu ifadelerin iki önemli mahsuru var, birincisi toplumu Kürdistan kavramına alıştırmasıdır. Kuzey Irak'a alışırsak yarın bizi Fırat'ın doğusuna da alıştırırlar. Bu işler hep böyle başlamıştır.Muhtemelen şöyle diyeceklerdir:" Kuzey Irak'ta kuruldu da ne oldu, Fırat'ın doğusunda kurulsa da bir şey olmaz," İkincisi, bu sözlerin Güneydoğu'da HDP tarafından bağlamından çıkarılarak topluma yansıtılmasıdır. CB bu beyanıyla elbette -ayrılıkçı, bölücü- çevreleri kasdediyordur, ancak HDP bunu bölgede," "görüyor musunuz CB Kürtler Kuzey ırak'a gitsin diyor" diye tercüme edecektir. Bu da bölge insanının yabancılaşmasına, aidiyet duygularının örselenmesine neden olacaktır. Onun için bu tip istismara açık sözlerden dikkatle kaçınılması gerekir.
Seçim yarışını bir fazilet yarışına da rezilet yarışına da çevirmek mümkün. Bizim kuşak bir çok farklı siyasetçi tanıdı. Bunların bazıları otuz, hatta kırk yıl sahnede kaldı. Demirel, Türkeş, Erbakan, Özal, Ecevit bu isimlerden bazıları. Zaman zaman bu siyasetçiler arasında sert tartışmalar da oldu, ama hiç birinin ağzından -devlet adamı- kimliği ile bağdaşmayan sözler çıkmadı. Bu merhum siyasetçilerin ağzından mesela -lan- kelimesini hiç kimse duymamıştır. Lanı örnek verdim, birisi söylediği için değil, ama landan çok ağır, çok kötü, çok aşağılayıcı sözleri her gün duyuyoruz. Sonunda belediyelere başkan, mahalle ve köylere muhtar seçeceğiz. Biri ilmuhaber verecek, kayıt tutacak öteki park, bahçe, spor sahaları ve yollar yapacak. Bunları kimin yaptığının ne önemi var? Yol, park, bahçe yapımı niçin bir beka sorunu olsun? Bu telaş, milletin akibeti ile ilgili değil, siyasetçilerin kendi akibetleri ile ilgili. Topluma dava diye yutturmaya çalıştıkları şey de kendi hırslarından başka bir şey değildir.
Bu seçimde bütün oyunlar Türk milliyetçileri üzerinden oynanıyor. Milliyetçiliğin parti mensubiyeti ile alakası yoktur. Egoların kavgasına milliyetçilik de alet ediliyor. Dün ölümleri paylaşan, birbirine siper olan insanlar bugün birbirine düşman edilmeye çalışılıyor. Dostluklar, arkadaşlıklar üç beş muhterisin geleceği uğruna feda ediliyor.Bunun nedeni, Türk milliyetçilerinin - milli hassasiyetleri sebebiyle- her türlü provakasyona açık olmalarıdır.İlke ve değerler milliyetçiliği yerine parti ve şahıs milliyetçiliği yapmalarıdır.Eşya ve olaylara bakış ölçülerimizin kaybolmasıdır. Oysa değerlerine tutunanlar kolay kolay istismar edilemezler.
Bugün Türk milliyetçilerine biçilen rol, başkalarının iktidar mücadelesinde dolgu malzemesi olmaktır. Bunun için kardeşlik değerinde olan ülküdaşlık hukuku hoyratça tahrip ediliyor. Türk milliyetçiliğinin siyaset sahnesine çıkışının üzerinden elli yıl geçti, ülkücüler hala erlikten generalliğe terfi edemedi. Yönetilmeye o kadar alıştırıldı ki artık yönetmeye talip olmayı bırakıp, hep yönetilmeye talip olmaya başladı. Bu kafa değişmedikçe Türk milliyetçileri mahpushane hikayeleri ile 12 eylül hatıraları anlatmaktan öteye gidemeyeceklerdir.