Türkiye, Fransız basının düşünce merkezi sayılan Le Monde Gazetesinde yayınlanan bu analizdeki parametreleri ters yüz edemezse, küresel güçlerin oyun alanı olmak konumuna düşerek dünya barışı için de tehdit unsuru haline gelecektir.

 

Bu sebeple Türk Milletin kendine özgü bir medeniyet telakkisi bulunduğunu ortaya koymak durumdayız.

 

Bu telakkiye uygun rolü de, milli ve dini kültürümüzü esas alarak, insanlığın ortak birikimini temsil eden evrensel hukuk ilkeleri ve demokratik prensipleri sentezleyen Türk Milliyetçileri yerine getirecektir.

 

Türk Milletini kültürel değerler ve hayat tarzı  üzerinden karpuz gibi ikiye böldürmeyecek tek düşünce sistemi; sivil ve demokratik bir anlayışla inşaa edilecek Türk Milliyetçişiği milliyetçilik fikriyatıdır.

 

Bu fikriyatın gereği olarak milleti bir bütün halinde ön plana çıkarmak ve siyasetin merkezine milleti koymak gerekmektedir. 'Kültürel bölünme' ve 'hayat tarzı' üzerinden yaşanacağı iddia edilen sosyal bölünmenin önüne geçmenin tek yolu ise; milli değerlerle, hukuk devleti ve demokratik esasları harmanlayacak bir siyaset tarzını geliştirip siyasal ve sosyal yapımızı bu esaslar üzerine kurmaktan geçmektedir.

 

 LE MONDE Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier'den 'Türkiye analizi!'

 

Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye`den çıkabilir...

 

Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.

Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı.

Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor.

Cumhuriyet boyunca süren "kültürel bölünme".

Bu artık iyice keskinleşti.

Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.

 

Diğer yanda ise kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, Kadınları modern görünümlü, Şarabin kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, Bati standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yasam tarzı birbirinden kopuk.
 

Onları, Batı'daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok. Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hatta birbirine düşmanca.
 

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Simdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar. Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
 

İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha secim kazanma ihtimalleri yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor. Daha Batılı olan "ikinci grup", Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
 

Yaşam tarzı olarak Batı'ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı'nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
 

Bu kültürel parçalanmada "ordu" önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve batı'nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.
 

Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.

 

Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.

 

Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, malini diş dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.

 

İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.

 

Diş dünyayla is yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğ ine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
 

 

Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında. Ve bu İkinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.

 

Cumhurbaşkanı seçimi; kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu.

 

Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor.

 

Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.

 

Peki, darbe olursa ne olur?
 

Yaşam tarzı Batı'ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı'nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar.

 

Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında.

 

Ama Amerika'nın önünde de ciddi bir engel var. "Demokrasi getireceğim" diye Irak'ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye'deki "darbeyi" niye desteklediğini açıklayamaz.

 

Ve Irak faciasından sonra ikinci bir "zorlamayı" gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak.

 

Silahını ve parasını Batı'dan alan bir ordu ve ülke, Batı'dan koptuğunda ne yapacak?

 

Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabini buldular.

 

Türkiye'de darbe olursa! dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak.

 

Rusya'yla Iran 'ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç,

 

Türkiye'yi ayakta tutmaya yeter.

 

Ama Rusya-Türkiye- Iran bloku.

 

Dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu'nun kontrolünü tümüyle ele geçirir.

 

Avrupa'yı küçük kıtasına hapseder. Kafkasları, Afganistan'ı, Pakistan'ı kendi gücüne katar.

 

Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin'le işbirliği yapabilir.

 

Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya'dan oluşan

"Batı" nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir bicimde azaltır.

Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir.

Böylece, Türkiye'deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.

Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.

 

"Asla böyle bir şey olmaz" diyebilirsiniz. ..

Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin.

 

Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor.

 

O zaman ne yapacaksınız?
 

Bugün Türkiye'de kamplaşan ve bölünen insanların da...

Türkiye'yi Avrupa dışına itmeye çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine "bas öğretmenlik" yapmaya kalkan Avrupa'nın da...

Türkiye politikasında "ikili" oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika'nın da...

 

Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.

 

Türkiye'de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil.

 

Guillaume Perrier