“Mahrem” ve “Nâmahrem” kelimeleri İslami literatürde evliliklerle alakalı kullanılan iki kavram. Mahrem kelimesi sözlükte, “Başkalarının duymaması, öğrenmemesi gereken işler, helâl olmayan, yasaklanan gizli şeyler.” anlamına gelirken fıkıh terimi olarak, “Kendileriyle evlenilmesi dinen yasaklanmış bulunan belli derecelerdeki akrabayı” ifade eder. Farsça bir terkip olan “Nâmahrem” ise, “Aralarında evlenme yasağı bulunmayan kişiler.” demektir.
Mahrem kelimesi ülkemizde son otuz senedir özellikle FETÖ denen şeytani yapılanmanın TSK, MİT, Emniyet, Yargı, Bürokrasi, Mülkiye gibi devletin en kritik kurumlarındaki gizli yapılanmasının özel adı olarak gündeme girdi ve halende bu kavramı her gün yapılan operasyonlar vesilesiyle duyuyoruz.
Medyada sık sık, “FETÖ’nün mahrem yapılanmasına operasyon.”, “FETÖ’den arananlar mahrem evlerde yakalandı”, “FETÖ’nün mahrem imamları itirafçı oldu” gibi haberlere rastlıyoruz.
Şüphesiz birçok insan kulağımıza aşına olan bu kavramın seçilmesinde özel bir anlamı olup olmadığını merak etektedir.
Arkasında uluslararası istihbarat örgütleri olan FETÖ denen şeytani yapılanmanın seçtiği bütün kavramların mutlaka bir anlamı olduğu muhakkaktır.
Aralarında çıkan bazı ihtilaflardan dolayı 1970’li yıllarda diğer Nurcu gruplardan ayrılan Fetullah Gülen kendi ağını örerken kavramlarını da beraberinde üretti. Genel olarak yapılan faaliyetlere “Hizmet” adı verilirken özellikle, “TSK, MİT, Mülkiye, Emniyet, Yargı, Bürokrasi,” gibi devletin üst yapılanmasına sızdırılacak insanların yetişmesini içine alan hizmetlere “Mahrem hizmetler” denilerek ayrılmıştır.
“Mahrem”, adı üstünde gizli yapılan işler.
Peki, kendini “İslami bir cemaat” (Gerçekte şeytani bir yapılanma olduğu ve yüzüne İslam maskesi takarak Allah ile aldattıkları ortaya çıktı) olarak lanse eden bir yapı neden gizli işler çevirmeye ihtiyaç duyar?
Ortaokul ikinci sınıftan bir talebeyi alıp general yapacak gizli sistemi niye kurar?
Bütün bu ve benzeri soruların cevabı bu şeytani yapılanmanın uzun vadede planlanan bir gizli ajanda var olduğunu ispatlamaya yeter.
Yapılan tam bir Batıniliktir, gizlenmektir. Zaten Emniyet eski genel müdürü Cevdet Saral’ın 1998 yılındaki tespitiyle, “Fetullah Gülen takiyye yani gizlenme sanatının en büyük ustalarından” biridir. Bu anlamda tarihteki Hasan Sabbah’ın 21. Yüzyıl izdüşümüdür.
Bilindiği üzere tarihin en karanlık örgütlerinden biri olan Hasan Sabbah’ın liderliğindeki Bâtıniler, Selçuklu devletini yıkıp yerine kendi batıl inançlarına dayanan sistemi kurmak için devlet içinde gizli olarak örgütlenmiş, en stratejik noktalara sızarak Selçuklu devletine büyük zarar vermişlerdir. Selçuklu devleti Bâtınileri bertaraf etmek için yıllarca mücadele etmiştir.
Arapça Bâtın kökünden üretilen bir kavram olan Bâtınilik, gizliliği esas almıştır ve tarihte olduğu gibi günümüzde de derin etkileri olan bir düşünce akımı olarak varlığını sürdürmektedir.
Bâtınilik, İslam’da Kur'an ayetlerinin görünür anlamlarının dışında, daha derinde gerçek anlamları bulunduğu inancı anlamına gelirken Bâtıniler de bu düşünceyi benimseyen kimselere denmiştir.
Bâtıniler ile FETÖ denen şeytani yapılanmanın metotları birbirine çok benzerlik göstermektedir. Zaten her iki örgütü de derinlemesine tahlil ettiğimizde FETÖ’nün çağımızın Bâtınileri ve Hasan Sabbah’ın da çağının Fetullah Gülen olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nasıl ki Bâtıniler Selçuklu devletini yıkıp yerine kendi batıl inançlarını tesis etmek için her türlü terör eylemlerini bir araç olarak kullanmışsa günümüzde gizliliği esas alan FETÖ yapılanması da tıpkı Bâtıniler gibi Türkiye devletini yıkıp yerine kendi batıl inançlarını tesis etmenin peşinde olmuşlardır. Bâtıniler zamanın süper gücü Bizanslıların tetikçisi olduğu gibi FETÖ’de zamanımızın Bizans’ı olan ABD’nin uşaklığını yapmışlardır. Bunun için özellikle devletin en kritik müesseselerine kendi adamlarını soktukları çalışmalarına ise “Mahrem hizmetler” adını vermişlerdir.
Peki, adına “Mahrem hizmet” dedikleri faaliyetlerini ne şekilde yürütmektedirler?
İsterseniz bu hususta örnek olarak TSK içine nasıl kendi adamlarını soktuklarını izah etmeye çalışayım.
TSK, kendi komuta kademesini TSK’ya has eğitim kurumlarından seçmekte ve yetiştirmektedir. Mesela bir TSK mensubu general olabilmesi için önce askeri Lise, sonra Harp okulu, sonra kurmaylık eğitimlerinden geçmesi ve Teğmen, Üsteğmen, Yüzbaşı, Binbaşı, Kurmay Albay, Tuğgeneral, Tümgeneral, Korgeneral ve nihayetinde Orgeneral rütbesine kadar çıkmaktadır.
FETÖ isimli şeytani yapı TSK’nın bu eğitim kademelerinden geçirerek kendisine general yetiştirmek için elemanlarını ortaokul 2. Sınıftan seçmektedir. Bu seçimlerde FETÖ’nün Milli Eğitim Kurumlarındaki öğretmenlerin rolü büyüktür. FETÖ’nün militan öğretmenleri görev yaptıkları okullarda en zeki ve sağlıklı talebeler arasından seçtikleri öğrencileri ders çalıştırma maksadıyla bu iş için görevlendirilmiş üniversitelerde okuyan gençlerin kaldıkları adına “Dershane” veya “Işık evler” denilen yerlere yönlendirmektedir. Eğitim sisteminin çarpıklığının oluşturduğu boşluktan yararlanan FETÖ militanları ders çalıştırma bahanesiyle yanlarına çektikleri öğrencileri 2 yıl boyunca bir yandan gerçekten en iyi şekilde ders çalıştırarak bir yandan da örgüt ilkelerini öğreterek liselere hazırlamaktadır. En ince ayrıntısına kadar dikkat edilerek yetiştirilen bu öğrenciler ortaokulu bitirdikten sonra Askeri Lise imtihanlarına sokulmakta ve böylelikle ilk sızmaya zemin oluşturmaktadırlar. Bu arada daha önce sızdırılan örgüt üyelerinin elde ettikleri sınav soruları adaylara verilerek yüksek puan almaları da sağlanmaktadır.
Bazen askeri liseleri kazanan çok zeki talebelerin sağlık problemleri çıkarsa onu da yine örgütün daha önce sağlık birimlerine sızmış doktorlar tarafından “sahte rapor” düzenlenerek liselere giriş sağlanmaktadır. Bu türden sahte bel filmi ile askeri liseye öğrenci sokma suçu 1986 yılında İzmir’de işlenmiş ve bu olayla ilgili çok sayıda FETÖ’cü yargılanarak ceza almıştı.
Askeri liseye sokulan her bir öğrenci ile ilgilenen mahrem bir abi mevcuttur. Askeri lisedeki öğrenciler birbiri ile tanışmaz ve buralarda tam anlamıyla “hücre tipi” bir yapılanma söz konusudur. Lise öğrencileri hafta sonu çarşıya çıktığında onunla ilgilenen abisiyle buluşmalar haftalık eğitim için seçilen bir esnafın evinde yapılmaktadır. Askeri öğrencilerin elbise değiştirme işleri de yine belli esnafların işyerlerinde gerçekleşir.
Askeri liseyi bitiren öğrencinin kazandığı Harp Okulu kendi ilinde ise mahrem abisi değişmez. Ancak başka bir yere gitmişse öğrenci kendisiyle ilgilenecek yeni bir mahrem abiye devredilir.
Bu süreç içerisinde kademeli olarak örgüte ait ilkeler öğrencilere dikta edilir. Yine bu süreçte Fetullah Gülen’in Allah tarafından seçilmiş ve vazifelendirilmiş Mehdi ve Mesih olduğu empoze edilir. Bâtıni yorumlarla Gülen’in insanlığın kurtuluşu için gelecek zat olduğu işlenir.
Bu batıni ilkelerle yetişen ve Harp okullarından Teğmen olarak mezun olan öğrenciler Fetullah Gülen’in yanına götürülerek yıldızları ve kılıçları bizzat Gülen’in eliyle takılır.
Teğmen olarak orduya katılan örgüt üyesi kurmay yüzbaşı olana kadar evlenmemesi konusunda telkin verilir. Evlenmesine mani olunamazsa örgütün katalog evlilik listelerinden adaya uygun bir eş bulunur. Bu eşlerin asla tesettürlü olması istenmez. Zaten öğrencilerin askeri okullarda okudukları müddetçe ibadetlerini ima ile yaptırılır ve hatta deşifre olmamak için düzenlenen kokteyllere gider ve gerekirse içki bile içerler.
Örgüt için en önemli aşama kurmaylıktır. Fetullah Gülen TSK’ya bir kurmay subay sokmayı normal hayattaki bir yurda bedel sayar.
Örgüt üyelerinin kurmaylığı kazanması için her türlü çalışma yapılır. Bu hususta torpil ve soru çalarak adaya verme örgütün en çok kullandığı metotlardandır.
“Mahrem hizmetler” ile “normal hizmetler” ayrı imamlar tarafından organize edilir. Mahrem hizmetlerin imamları normal hizmetlerdeki imamlara istediklerini yaptırmakla yetkilidir.
Mahrem hizmetlerde hücre tipi yapılanma olduğu için bir mahrem imam en fazla iki veya üç öğrenciyle ilgilenir. İlgilenilen öğrenciler birbirlerini tanımazlar.
Mahrem yapılanmalarda en altta askeri öğrenci ile ilgilenen abi vardır. Bunların beş on tanesi bir imama, o imamların beş on tanesi de daha yukarıdaki imama bağlıdır. İllerde en üstte İl mahrem abisi vardır. İl mahrem abileri Fetullah Gülen’in yanında yetişen Mollalara bağlıdır. Zaten mahrem hizmetler diğer hizmetlerden ayrı bir yapılanmaya sahiptir ve en başta Gülen’in yanındaki mollalar bulunur. Bu mollaların tamamı ilahiyat mezunudur ve çoğu yıllarca Gülen’in yanında kalmasına rağmen nasıl yapmışlarsa akademik unvan sahibi olabilmişlerdir. Mollalar emri bizzat Gülen’den alır. Bunların ilk kuşaklarından meşhur olanları şunlardır: “Cemal Türk, Adil Öksüz, Ahmet Kurucan, Hamdullah Bayram Öztürk, Adem Kalaç, Davut Akyüz, Selman Kuzu, Mustafa Yeşil, Necdet İçel, Reşit Haylamaz, Enes Ergene, Engün Çapan, Hüseyin Yağmur, Rıdvan Kızıltepe vb.”
25-30 yıl yanından ayırmadığı ve özel olarak ilgilenip yetiştirdiği ‘Mollalar' direkt Gülen'e bağlı çalışma yürütmektedirler. Mollalar, aynı zamanda müfettiş olarak faaliyet gösteriyor ve denetleme, sınama çalışmasını yürütüyor. Genellikle akademik kariyere sahip ilahiyat mezunlarından oluşan örgütün yönetiminde bu üst organ etkin rol üstleniyor. Alınan kararlar, meclis üyesi olan örgüt mensuplarınca silsile yolu ile en alt birimlere kadar iletiliyor.
FETÖ’nün TSK’daki bu yapılanma türü “MİT, Mülkiye, Emniyet, Yargı, Bürokrasi, Dışişleri, vb.” diğer kurumlarda da buna benzer metotlarla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Seçilip yetiştirilerek bu kurumlara sokulmak istenen militanlar sınavlar öncesi özel evlere alınıp buralarda önceden sızanların çaldıkları sınav sorularına çalışıp yüksek puan almaları sağlanmaktadır. Bu yollarda yukarıda adı zikredilen kurumlara on binlerce FETÖ militanı sokulmuştur.
Bir örgüt düşünün ki başta TSK olmak üzere MİT, Mülkiye, Emniyet, Yargı, Bürokrasi, dışişleri vb. alanlarda devletin en kritik birimlerine otuz kırk yıldır militan soksun da böyle bir örgütün bir gizli ajandası olmasın? Bu gizli ajandanın ne olduğu, MİT Müsteşarına yapılan operasyon, MİT tırlarının durdurulması, 17/25 Aralık’ta hükümete karşı yapılan operasyon ve nihayetinde 15 Temmuz’da girişilen alçak darbe girişimi sırasında açık biçimde ortaya çıkmıştır. Zaten FETÖ elebaşı, “Ben yirmili yıllarda darbe yapmayı planlamıştım.” diyerek menhus planının ne olduğunu açık etmiştir.
Bunca açık ihanete rağmen bu sözde İslami cemaate İslami hassasiyetinden dolayı destek verenlerin hala uyanamamış olması da çok ilginçtir ve psikologların, sosyologların, pedagogların araştırılması gereken gizemli bir konu olarak ortada durmaktadır.
Bunca gizli iş yapan örgütün uluslararası istihbarat teşkilatlarının gözetiminde kurulduğu da yüzlerce delille ortaya konmuştur. Bu uluslararası istihbarat örgütlerinin başında da şüphesiz CIA gelmektedir. İngiliz, Alman, İsrail istihbaratlarının da zaman zaman bu örgütü kullandığı açıktır.
Sözde İslami bir yapı olduğunu iddia eden şeytani yapılanma devletin en kritik kurumlarına sızdırdığı militanlarıyla her türlü rezil yola başvurmayı asla ihmal etmemiştir. Mesela devletin MİT’i, emniyeti, yargısı, terör örgütleri, mafya ve suç örgütleriyle mücadele ederken, bu şeytani yapının elemanları kendi örgütlerinin menfaati için bu mücadeleye engel olmanın alçaklığını yaşamışlardır.
Bu şeytani yapının lideri Gülen bir yandan, “Müslüman hedefe giderken Kur’an ve Sünnet ilkelerinden ayrılamaz. Müslüman Makyavelist olamaz.” Derken kendi örgütünün menfaatleri ve hedefledikleri gayelerine kavuşmak için “Hedefe giden her yolu meşru görmüşler” ve bu hususta kullanmadıkları rezil metot kalmamıştır.
Zaten yaşanan olaylara baktığımızda bu şeytani yapılanmanın hedefinin hiçbir zaman İslam olmadığı ve İslam’ın sadece bir maske olarak kullanıldığı açığa çıkmıştır.
Benim Pennsylvania şeytanı dediğin Fetullah'ın Allah'a inandığına inanmıyorum. Fetullah'ın ve bunca ihanete rağmen peşinden gidenlerin münafıklıklarını
https://selimcorakli.wordpress.com/2021/02/10/fetullahin-munafikligi-ve-tilmizleri/
linkinde bulunan makalemde açık biçimde ortaya koydum.
HOCIA isimli kitabımda da Fetullah'ın daha baştan beri CIA'nın Ortadoğu'da 1960’lı yıllardan beri kotarmaya çalıştığı “Yeşil Kuşak Projesinin” bir tetikçisinden başka biri olmadığını delilleriyle ortaya çıkardım.
Bu alanda en büyük zararı bu şeytani yapıyı İslam zannedip peşinden giden Anadolu'nun saf ve temiz insanları çekmiştir. Fetullah şeytanı bizim paralarımızla, bizim çocuklarımızı devşirip bize karşı kullanmış ve sonra da efendisi ABD'ye sığınarak hainliğine oradan devam etmektedir.
Hülasa olarak diyorum ki; baştan beri efendilerinin kendisine emrettiği şekilde istihbarat tekniklerini kullanarak örgütünü “Mahrem” (Gizli) ölçüler içinde yapılandıran Fetullah Gülen, 15 Temmuz’da aralarında Ankara'da özel harekâta mensup 52 polisinde bulunduğu 251 kişiyi acımasızca bombalarla katleden ve 2300 kişiyi yaralayan bir zihniyettir ve bu alçak zihniyetin İslam ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur.
Üzüldüğüm nokta bunca ihanete rağmen hala şeytani örgüte sadece İslami hassasiyetinden dolayı destek veren Anadolu'nun saf ve temiz insanlarının hala uyanmamalarıdır. Bunun için akıllarını çalıştırıp Kur’an’ın rehberliğine sığınmaları kâfidir ama aldıkları Haşhaşın fazlalığı uyanmalarına engel görünmektedir.
Rabbim inşallah en kısa zamanda Anadolu'nun bu saf ve temiz insanlarına Kur'an şuuru nasip eder de uyanarak bu uluslararası şeytani yapılanmanın büyüsünden kurtulurlar.