Bir kaç gün sonra Malazgirt Zaferinin 948.yılı dönümünü kutlayacağız. Yılların ihmali bir avuç milliyetçi aydının gayreti ile giderilerek toplumun gündemine sokuldu.
Çok önceden Anadolu'ya gelmemize rağmen, Malazgirt, o gelişin sahiplikle taçlandırıldığı bir zafer. Bu bakımdan her zaman hatırlanmayı ve o büyük zaferde payı olanları minnetle anmayı hak ediyor.
Malazgirt'ten bir kaç gün sonra tarihimizin altın sayfalarından bir başkası var, 30 Ağustos Zafer Bayramı. 30 Ağustos 1922 büyük taarruzun zaferle neticelendiği, Yunan'ın kesin olarak yenildiği, dolayısıyla Anadolu'nun ikinci defa fethedildiği gün.
Tarihimizde Malazgirt ne kadar önemliyse, büyük taarruzun zaferle neticelenmesi de o kadar önemlidir. Bugün bu coğrafyada bağımsız, özgür bir ülke olarak varsak her iki savaşın bunda büyük payı var. Malazgirt'le Anadolu'yu fethettik, büyük taarruzla bu coğrafyanın ebedi sahibi olduğumuzu gösterdik.
Lakin Malazgirt zaferini kutlayacak ama 30 Ağustos zafer bayramını kutlamayacağız.
Görünür sebep, Korona salgını olsa da gerçek sebep, cumhuriyete ve onu kuran kadrolara karşı iktidarın öteden beri var olan karşıtlığıdır. Zira kimse Korona'nın Malazgirt'e gidenlerle, 30 Ağustos'u kutlayanlara farklı davrandığını söyleyemez.
Bu tarih artısı eksisiyle bizimdir. Tarihte her yaptığı, doğru veya yanlış olan lider yoktur. Tarihi şahsiyetlerin devlet hayatlarından bir veya bir kaç örneği çıkarıp hüküm vermek bizi hakikate ulaştırmaz. Kaldı ki, bu ülkede tarihi şahsiyetler devlet hayatında oynadıkları rol üzerinden ziyade özel hayatları üzerinden değerlendirilirler. Bu tür değerlendirmeler doğru sonuçlar üretmez. Tarihte zulmün zirvesi olarak bilinen Haccac-ı Zalim 5 vakit namazını camide imam olarak/cemaatle kılan ve döneminde Hasan Basri ile birlikte Kuran'ı en iyi okuyan ve anlayan şahsiyetlerden biri olduğu söylenir. Ama o Haccac, tarihe namaz kılan, ibadet eden, Kuran okuyan biri olarak değil, zalim olarak geçmiştir.Çünkü o Emevi muhalifi binlerce insanı öldürmüş, Kabe'yi mancınıklarla yıkmış, içinde sahabelerin de bulunduğu on binlerce insanın katili olarak ölmüştür. Ona bakıldığında görülen tek şey zulüm, adaletsizlik, kan ve göz yaşıdır. Muhalefeti yok etme geleneği bir Emevi kalıntısı olarak sonraki İslam toplumlarına da bulaşıcı bir hastalık gibi sirayet etmiştir.
30 Ağustos, Yunan kisvesi giymiş Haçlı sürülerine karşı Türk'ün ve İslam'ın son zaferlerinden biridir.Malazgirt ne kadar dini ve milli açıdan meşru ise 30 ağustos ondan daha meşrudur. Çünkü Malazgirt'te başkalarına ait bir toprak fethedilmekte, 30 Ağustos'ta bize ait bir vatan parçası işgalcilerden temizlenmektedir. 30 Ağustos'u virüs salgınını bahane ederek kutlamaya layık görmeyenlere sormak lazım, Atatürk ve arkadaşlarının yerinde olsaydınız ne yapar,nasıl davranırdınız? İşgalcilere şirin görünmek için her şeye evet diyen, milli mücadeleyi akamete uğratmak için Kürtlere bağımsızlık sözü veren Damat Ferit gibi mi, yoksa manda ve bölünme kabul etmeyen Mustafa Kemal ve arkadaşları gibi mi davranırdınız? Eminim, bir çok kişi ikinci şıkkı tercih edecek,İstanbul hükümeti ile aynı çizgiye gelmeyi kabul etmeyecektir.
O halde, bu tarih bölücülüğü, ayrımcılığı niye?
Doğru olan, bugün yanlışlığı ortaya çıkmış politikalar varsa onları düzeltmek, doğru politikaları da güncelleyerek sürdürmektir.Unutmayalım ki, tarihi şahsiyetler yaşadıkları sosyal, kültürel, siyasi ve tarihi şartların ürünüdürler. Onları var eden bu dört ayaklı muhittir.Bu gerçek ıskalandığında tarih de, tarihin öne çıkardığı aktörler de anlaşılamaz hale gelir.Milli mücadele olmasa muhtemelen Anadolu salibin ayakları altında ikinci bir Filistin olur, paramparça edilirdi. Bunu unutmazsak bu tarih bölücülüğünün temelsizliğini daha iyi anlamış oluruz.