Henüz bıyıkları dahi terlememişken aynı havuzdan beslenen, badireler göğüsleyerek bugünlere gelen ikilinin tartışma konusu siyasetti. Muhtemelen uğruna tartıştıkları kişiler, o anda ekranların aksine karşılıklı nezaketle memleketin ahvalini konuşuyor ve kahve höpürdetiyordu.
İçi boş gerginlikler, karalamalar, yaralamalar, ucuz polemikler ve Muaviye’nin deve hikayesinden de öte kör cehalet yordu insanımızı. O nedenle bugün farklı bir şeyler yazmak istedim.
Kendimize iki soru soralım.
Bir, çocukluğunuzda size hiç masal anlatıldı mı?
İki, eğer anlatıldıysa, hatırladığınız ilk masalı kimden dinlemiştiniz?
Sizler düşünedururken ben cevabımı veriyorum. Anneannem Fatma Sultan’dan, bizim deyişimizle Fatan anamdan. Beş erkek bir kız çocuğu annesi Fatan ana, farklı bir kadındı. Dedem erken yaşlarda rahmetli olduğundan evin hem eri hem de kadınıydı. ''Hanım'' kelimesinin doğuşu olarak kabul edilen hikâyeyi bilirsiniz…
Bir gün Cengiz Han, tüm hanları toplamış, sağ yanına da eşini oturtmuş, hanlarına dönerek,
- Ben Hanlar Han’ı Cengiz Han, hepinizin hanıyım, dedikten sonra eşini göstererek,
- Bu da benim “HANIM” demiş. Yani ben sizin üstünüzüm, kadınım da benim demiş.
Kim demiş bunu? Dünyayı titreten Cengiz Han.
Tıpkı bu hikayedeki gibi yiğit bir kadın olan ninemi rahmetle yad ediyorum. Türk töresindeki hatunlar misali hem adı hem yurdu ham de saygınlığı olan bir anaydı o…
Neyse biz konumuza dönelim. Konumuz masal… Henüz yeni okuduğum bir kitap var, adı “Masal Avcısı”, Orhan Aras kaleme almış. “Net Kitaplık” tarafından basılan, 2020 YTB Türkçe Ödülleri Kitap Ödülünün sahibi bir roman… Anlayarak, romanın içine girerek okuduğunuzda, çok şey buluyorsunuz ister çocukluğunuzdan ister törenizden. Sahi yabancıların yazdığı uyduruk kaydırdık çizgi romanlarıyla, bizden haber vermeyen çocuk hikayeleriyle büyütmek yerine çocuklarımızı, gelecek nesilleri kendi masallarımızla büyütmek üzere neden fazla çaba göstermeyiz?
Bu soruyu önce kendime sordum, cevap veremeyince çocuk hikayeleri de yazmaya karar verdim, bu ayıptan(!) hissem ölçeğinde biraz kurtulabilirim tesellisiyle. Epeyce de mesafe aldım…
Almanlar, masalların çocuk psikolojisi üzerine etkileri konulu sayısız kitap yayınlamış. Yine Almanya’da en çok satılan kitaplar masal kitaplarıydı, diyor Masal Avcısının yazarı. İki idealist, Jacob ile Wilhelm Grimm kardeşler 1700’lü yılların sonlarında Almanya’yı köy köy, kasaba kasaba dolaşarak yüzlerce masal toplamış ve yeni üslupla kaleme almışlar. Alman disiplinin, çalışkanlığının, üretkenliğinin altında bu masalların attığı tohumlar olabilir mi, ne dersiniz? Bence evet…
Almanya’da yetişen Türk futbolcu parayı, şanı, şöhreti bulunca şımarmazken, Türkiye’de yetişenlerin önemli bir kısmı neden çabucak dökülüyorlar acaba? Örneğin, Türk Milli Futbol Takımında kaç futbolcu yurt dışında yaşayan ailelerin çocuklarıdır?
“Masal Avcısı” özellikle kitabın son bölümünde insanı romanın içine çekiyor. Hele bir vurgusu var ki, “…bu gibi kitaplar olmasa çocuklarımıza hoşgörü, insan sevgisi ve demokrasi aşkını nasıl aşılayacağız?” diyor. Bu cümle beni yazımın girişindeki iki arkadaşın hikayesine götürdü. Bizim ortak yanlarımız ayrılıklarımızdan daha fazla iken neden birbirimize gönül koyarız, hem de bilmem kimlerin adına?
Çocuklarımıza masal anlatalım, öyle korkutucu, ürkütücü değil, öğretici, eğitici, bilgilendirici ve bilinçlendirici masallar. Mesela, Arap gezgini olan İbn’i Batuta’nın gezip gördüğü Türk beldeleriyle ilgili, “…burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür” sözünü bir masal eşliğinde belletelim insanımıza. İşte o zaman belki değil mutlaka kadın cinayetleri ve sömürüsü azalır. Geç kaldık demeden şimdi hemen… Unutmamalıyız ki “ümit doğunca insan adeta yeniden doğar” diyor ya yazar, biz de “umutsuzluk haramdır” diye ninniler söyleyelim balalarımıza.
Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun masalları sadece masal(!) olarak değil istikbalin, medeniyetin, maneviyatın, kültürün, ahlakın, üretmenin anahtarı olarak görenlere…