Mehdiyi beklerken

Abone Ol

İstanbul 569 yıl önce fethedildi. Tarihimizin iftihar tablolarından biridir. Fetih, hep " İstanbul'u fetheden asker ne güzel asker, nu fetheden komutan ne güzel komutan" hadisi ile değerlendirilir. İstanbul'un fethindeki ruh elbette budur ve amaç şanlı Peygamber'in övgüsüne mazhar olmaktır. Gerçi son yıllarda bu -hadisin - mevzu olduğu, senetlerinin sağlam olmadığı yönünde iddialar sürülmeye başlandı. Hadis mi değil mi bu muhaddislerin, konunun uzmanlarının işi. Ama merak ediyorum mesela Galya'lılar veya Nijeryalılar İstanbul'u fethetmiş olsalardı bu rivayete yine de hadis değildir diyebilecekler miydi. Hadis değilse Hz Eyüb el -Ensari'nin İstanbul'da ne işi vardı? Emevileri, Abbasileri İstanbul'a yönelten neydi? Sadece gaza ve ganimet arzusu mu?

Son yıllarda etnik kimlikler parlatılırken Türk kimliği planlı bir şekilde örseleniyor. Türk kavramını ağzına alan -ırkçılık- suçlaması ile karşı karşıya kalıyor. Bunları yapanların çoğu etnik olarak Türkmen olmayan, Türk milletinin şanlı tarihinden komplekse kapılan kişi ve çevreler olduğunu söylememe gerek yok.Türk'ün peygamber övgüsüne mazhar olmasını hazmedemiyorlar.

Fethin gayelerinden biri -hadis olsun- olmasın- peygamber övgüsüne mazhar olmaksa diğer nedeni de Anadolu ve Rumeli Türk topraklarını ikiye bölen Bizans'ın fethedilerek doğu ve batıdaki toprakların bir araya getirilmesi, devletin toprak bütünlüğünün sağlanmasıydı. Nitekim daha sonra Fatih Sultan Mehmet Anadolu'nun birliğini sağlamak üzere, Karamanoğlu ile Akkoyunluların üzerine yönelecek, Anadolu'nun birliğini tesis edecektir. Osmanlı hep güçlü bir merkezi yönetime sahip olmuş, yükselme dönemlerinde bu merkeziyetçiliğini korumuştur.Bugün eyaletleşmeden, özerkleşmeden, federalizmden söz edenlerin kulakları çınlasın.

İstanbul'un fethi, okul dönemlerimizde yüzlerce defa anlatılmıştır, yeniden anlatacak değilim, ancak bu anlatımların çoğu -ordumuzun- kahramanlıkları üzerine kurulan, bu fethi hazırlayan sebeplere odaklaşmayan bir anlatımdır. Hiç bir zafer veya toplumsal olay kendi gününün şarlarından, onun aktörlerinin yetişme tarzlarından, zihin yapılarından bağımsız ele alınamaz. Fetih döneminde Osmanlı'da sosyal, siyasal, bilimsel hayat nasıldı, Bizans'ta nasıldı? Niçin İstanbul'u daha önce kuşatanlar fethedememişti de Osmanlı fethetmişti? Fethi anlamak, ancak bu ve benzeri soruların cevabını vermekle mümkündür. Daha 16 yaşında altı dil bilen Fatih'in, yetişme tarzı, zihin evreni bu savaştan beklentileri anlaşılmadan fetih anlaşılabilir mi?

Zihin dünyası sadece eşya ve olaylara bakışla sınırlı bir durum değildir, din algısı da İstanbul'un fethi değerlendirilirken dikkate alınması gereken bir durumdur. Zira fethin ruhu şanlı Peygambere ithaf edilen sözdür. Peki nasıl bir din algısı vardı? Bu sorunun cevabı, içinde bulunduğumuz -dini anlamada içine düştüğümüz-sefalete de ışık tutacaktır.

Bilindiği gibi 6 Nisan 1453'te kuşatma başlar, Bizans dışarıdan yardım almasın diye daha önceki kuşatmalardan farklı olarak Bizans denizden de sarılır. Haliç'e gemiler girmesin diye zincirler çekilir, gemiler dizilir ama birkaç gün sonra 3 Ceneviz gemisi Osmanlı donanmasını yenerek Haliç'e girer. Bu durum Fatih'i çıldırtır. Orduda homurdanmalar, tavsamalar başlar. Baştan beri böyle bir sefere karşı olanlar, "Bir Sufi'nin (Akşemsettin'in) sözüyle bu kadar asker helak edilir mi?" diye konuşmaya başlarlar. Fatih Savaş meclisini toplar, bir tarafta bırakıp gidelim diyenler, bir tarafta Akşemsettin, Zaganoz Paşa, Nişancı paşa gibi "hayır devam edelim" diyenler... Mecliste ulema da fikrini söyler;" İstanbul'un ancak Mehdi tarafından fethedileceğini, kuşatmaya ve sefere son verilmesi gerektiğini" ifade ederler. Devreye Akşemsettin girer," Mehdi'nin fethi çok sonradır, fetih bize müyesser olacaktır," der, netice olarak genç padişah da kararlı olduğundan kuşatma sürer ve 29 Mayıs'ta Bizans düşer.

Burada işaret etmek istediğim din algısı Mehdi inancı ile ilgilidir. Fatih ulemanın dediğini yapıp," hadi Mehdiyi bekleyelim" deseydi, belki İstanbul bugün hala Bizans'ın veya mirasçılarının elinde olacak Türk tarihi böyle bir zaferden, Türk milleti İstanbul gibi dünyanın tacı bir şehirden mahrum kalacaktı. Fatih'in işi Mehdi'ye havale etmek yerine üzerine alması, Akşemsettin'in ulemayı ürkütmemek için Mehdi'nin başka bir tarihte İstanbul'u fethedeceğini söylemesi savaşın devamını sağlamış, netice olarak İstanbul fethedilmiştir. Fatih, savaş kazanmanın yolunun sadece inanmak olmadığını en az onun kadar savaşa iyi hazırlanmak ve iyi savaşmak olduğunu göstermiştir.Büyük zaferler sadece fazilet, iman ve yüksek ahlakla kazanılamaz! Bunlar yetseydi sahabe olan Eyüp Sultan ve beraberinde gelenlerin İstanbul'u daha önce fethetmesi gerekirdi. Eyüp Sultan hiç şüphe yok ki fazilet mertebesi yüksek bir insandı, ancak fetih için gereken şartları Fatih onlardan daha iyi hazırlamıştı.

Bugün hala bütün sorumluluklarından kaçarak her şeyi beklenen kurtarıcıya havale den büyük bir kesim var. Ahmet Yaşar Ocak, "Mehdilik inancının Hıristiyanlıktaki Mesihlik kavramının İslamileştirilmiş bir versiyonu" olduğunu söyler. Büyük hadisçiler Buhari ile talebesi Müslim, mehdi ile ilgili rivayetleri kitaplarına almamışlardır. Günümüzde yapılan araştırmalar, mehdi hadislerinin hemen tamamının mevzu, kaynakları, nakilcileri(ravileri) sağlam/güvenilir olmayan rivayetler olduğunu ortaya koymuştur.Bu konuda en kapsamlı çalışma olan Kuramer'in Beklenen Kurtarıcı isimli kitabına bakılabilir. Mehdilik inancı biraz da dönemin şartlarının -genellikle toplumsal, siyasal- kriz şartlarının ürünüdür. Daha çok tasavvuf çevrelerinde yaygındır, şeyhlerine kurtarıcılık isnat eden bağlıları bir mehdi çıkacağına samimiyetle inanmışlardır. Daha seküler olanların ise -"Atatürk gibi- biri çıksa da memleketi kurtarsa" şeklindeki beklentileri farklı adla Mehdiciliğin bir başka şeklidir. İki tavrın ortak noktası her şeyi düzeltecek - bir kurtarıcı- beklemektir.

Ancak bu kavramın İslam'ın iki temel kaynağı Kuran ve sahih hadiste bir zemini yoktur.Aliya İzzetbegoviç, mehdi beklentisini, Müslümanların tembelliğinin, bir ifadesi olarak görür.İslam dünyasında hareketsizliğin, sorumluluk almamanın, hayata müdahale etmemenin, miskinliğin kaynaklarından biri budur. İşte İslam'ı doğru anlamak bunun için gereklidir, Fatih savaşmak, mücadele etmek yerine işi Mehdiye havale eden Ulema-i Rüsumu(Zahir uleması) dinleseydi kim bilir bugün nerelerde ve neleri kaybetmiş olurduk.