Balkon Film tarafından, "Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali"nin ödül töreni, dün akşam Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda yapıldı. Festival, Cumhurbaşkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin destekleriyle düzenlendi. Festivali düzenleyenleri tebrik ediyorum. İnşallah hayırlara vesile olur. Anjelika Akbar’ın, kulaklarımızın pasını silen “film müzikleri konseri” için ayrıca teşekkür ediyorum.
Dereceye giren ve mansiyon alan kısa filmlerden bahsetmeyeceğim. Beni, daha çok törende yapılan konuşmalar ilgilendirdi. Zîrâ dostlukların paramparça olduğu, vefânın yerlerde süründüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Festivalin genel sanat yönetmeni Mehmet Lütfi Şen, Fethi Gemuhluoğlu’nun dostluk felsefesinden yola çıktıklarını açıklarken bir ara “Fethi Ağabey” dedi. Şöyle bir baktım. Gemuhluoğlu’nu sağlığında tanıyacak yaşta değil. “Fethi ağabey” demek gelenek oldu.
Lütfü Şen konuşurken, “Gemuhluoğlu hayatta olsaydı ve meselâ FETÖ’ye yakınlığı ortaya çıksaydı ne yapardı acaba?” diye düşündüm. Nihâyetinde Gemuhluoğlu da bir insan ve o da bu süreçte kandırılmış olabilirdi.
Lütfü Şen’in, daha evvel festival hakkında yaptığı çağrıdan hakkında yazdıklarından kısa bir alıntı yapmak istiyorum.
“İnsanlığın birbirine dost olamadığı, kendi ürettiği teknolojileri ve sistemleriyle kendini kurban ettiği bir çağdayız. Daha çok üretmeye ve daha çok tüketmeye indirgenmiş, kalabalıklar içinde yalnızlaşmış ve soyutlanmış, hâkim sistemin bekası uğruna kendi doğasına yabancılaşmış bir yapının içindeyiz. İzlenen, gözlemlenen ve arşivlenen özel bilgilerinden hareketle ne yapması gerektiği kendisine dikte edilen, buna karşın özgürleştiğine ikna edilen bir kölelik türü yaygınlık kazanıyor. Küçük bir azınlık, büyük bir savurganlık yaşarken, büyük bir kitle açlıkla pençeleşiyor. Dünyanın birçok yerinde haksızlığa ve zulme uğrayanlar hızla artarken, zalimlerin dünyaya adalet dağıttıkları simülasyonunu başarıyla vizyona soktuklarından bahsetmiştik.”
Burada susmak istiyorum. Bu, bizim mahallenin ikiyüzlülüğü. Geçelim.
Gelelim, karşı mahallenin ikiyüzlülüğüne.
Festival’in jüri başkanı Yüksel Aksu, konuşmasında sansür ve otokontrolün çok sağlam tartışılması gereğini vurguladı. Metin Erksan’ın Susuz Yaz’ına darbecilerin sansür koyduğunu hatırlattı.
İçimden, “Peki, sizinkiler ne yaptı?” dedim. “Sevmek Zamanı’nı, Kuyu’yu çekti diye linç etmediler mi?”
Kimse, kendi mahallesinin yanlışlarını görmüyor. Neden? Çünkü temel sorunumuz, dostluk değil. Temel sorunumuz mülkiyet. Suya, toprağa, insana, iktidara sâhip olmak istiyoruz. Sâhip olunca zehirleniyoruz. Attığımız nutuklar, verdiğimiz vaazlar yerle bir oluyor. Tek derdimiz, elimizdekileri kaybetmemek oluyor. Mülkiyet söz konusu olunca dostluk mostluk kalmıyor.
İşte Metin Erksan’ın büyüklüğü burada. Bunlara kafa yormuş. Hem de beynini patlatırcasına.
Bana göre Erksan, Gemuhluoğlu’nun dostluk felsefesini bilen adamdı. Bu coğrafyaya, bu târihe, bize, görünene, görünmeyene, sağcıya, solcuya dosttu.
Teması dostluk olan bir festivalde rahmetli Metin Erksan’a vefâ ödülü verilmesini beklerdim.
Festivali düzenleyenlerden böyle bir vefâ beklemek şöyle dursun, bu sabah Celâl Şengör’ün Erksan’a “salak” dediği haberini gördüm. Silah zoruyla ülkeye hâkim olanlara, yâni darbecilere tapınan bir elit (!), Erksan’a dil uzatıyor. Adam, okumuş, profesör olmuş ama kafasındaki mülkiyet sorunu, o kadar tehlikeli ki.
Sinemamız adına, dostluk adına, vefâ adına, elimden sâdece şunu demek geliyor:
Salak sensin Celâl Şengör, salak sensin! Hem de darbesever cinsinden! Metin Erksan’ın kesip attığı tırnak edemezsin!
…