Gündem

Mezara sığmayan ülkücü: Ercüment Yahnici

Abone Ol

Ciddi gazetede yer alan habere göre; 27 Aralık 1979 tarihinde; dönemin MHP Basın Müşaviri Avukat Şevket Bülent Yahnici'nin kardeşi ve İktisatçılar Derneği Genel Sekreteri Ercüment Yahnici, Kurtuluş Geçim Sokak'taki evinin önünde otomobiline binerken silahlı saldırıya uğradı. Balkondan bakan annesinin gözleri önünde ağır yaralanan 25 yaşındaki Yahnici, hastaneye kaldırılırken yolda hayatını kaybetti. Ercüment Yahnici'nin şehadeti, ülkücü hareketin ebedi lideri Alparslan Türkeş'i derinden etkiledi. Türkeş, duygularını şöyle dile getirdi: "Ercüment... Aslan gibi bir yiğitti. Benim elimde yetişmişti; çok severdim. Pırıl pırıl bir çocuktu. Annesi balkondan Ercüment'i yolcu ederken hainler, anasının gözü önünde şehit ettiler. Mezara indirilirken başındaydım. Mezara bile sığmadı yavrum..." Şehadetinin üzerinden 42 yıl geçmesine rağmen Ercüment Yahnici unutulmadı...

ŞEVKET BÜLEND YAHNİCİ'DEN DUYGUSAL PAYLAŞIM

Devlet Bahçeli'nin ihraç etmek için disiplin kuruluna sevk ettiği Alparslan Türkeş'e yakın isimlerden MHP eski genel başkan yardımcısı ve MHP Ankara eski milletvekili Şevket Bülend Yahnici, kardeşi Ercüment Yahnici'yle ilgili duygularını şöyle paylaştı: Bir dostumla konuşup yazışırken, konu 27 Aralık'ın yıl dönümüne ve Ercüment'e geldi. Yıllar önce paylaştığımız rahmetli anneme ait bir anektodu hatırlattım. Günümüz olaylarıyla birleştirip yeniden bir not olarak kendisine attım. O not: Erdemcigim... Yarın 27 Aralık... Rahmetlinin şehadete gidişinin (1979) yıl dönümü. İdeolojik ve siyasi hayatım boyunca koçlar koçu kardeşimin adını ve olayını ağzıma bile almaya utanarak yaşadım. "Şehit kardeşi", "şehit ağabeyi" tarzı takdimlerde hep utandım. Ercüment koçumuzun acısını annem, babam, bütün ailemiz hep yüreğimize gömdük. Babam, annem kahırlarını bazen kafayı yiyerek, bazen isyan ederek, maddi/manevi hastalıklarla boğuşarak ve de tevekkülle Allah'a sığınarak yaşadılar ve mezara götürdüler. Bir gün bile "şehit annesiyim", "şehit babasıyım" lafını etmeden; bu işin istismarından korkarak; sadece iman sahibi müminin kabulüyle hayatlarını yaşadılar. Biz "Oğlumuz, yavrumuz, kardeşimiz şehit" demekten utandık. 1979'da Ercü şehadete gittiğinde 5, belki 6 yaşında olan bir adam ve beraber gezdiği çocuklar, Aksakal İskender Hocaya, Salih Dilek'e, Ali Uzunırmak'a, İbrahim Doğan'a, bana saldırmaktan utanmadılar... Daha beteri Ercüment'in şehadete gittiğinden 10 sene sonra doğmuş bir başka çocuk tarafından imzalanmış bir yazıyla MHP'den ihracımla ilgili disiplin kuruluna sevk edildiğim bildirildi ve savunmam istendi. Bütün bu olayları ve başımıza gelenleri, başımızdan geçenlerle birlikte düşündüğümde, rahmetli annemin ve babamın nasıl kafayı yiyecek hallere geldiklerini daha iyi anlıyorum. Dünyanın en zor işi, dişini sıkarak yaşamak... Annem bir gün demişti ki; "Oğlum, hapisten her çıkan davanın önüne fatura uzatıyor, 'Mağdur olduk' deyip hesap soruyor. Sakın ha sen sen ol, böyle davranma; ne de şehit evladımızı siyaset uğruna istismar etme... Keşke olayın olduğu günlerde Ercüment mahpusta olsaydı da, kahpe kurşuna gitmeyeydi... Bir gün gelir o tarihlerde cezaevinde olanlar şükür duası eder 'Içerdeydik, kurtulduk' diye..." Evet; biz dışarıdaydık, 77, 78, 79'lu yıllarda evden her adım attığımızda, evdekilerle helalleşip çıkıyorduk. Üçüncü saldırıda koçum gitti... Bir 27 Aralık'ın bana düşündürdükleri...