Şurası tarihî bir gerçek: Türkiye’de milliyetçiler, hiçbir zaman Cumhurbaşkanı ve Başbakan çıkaramadılar… Hatta ana muhalefet bile olamadılar…

Üstelik seçmenlerin ezici çoğunluğunun kesişme noktası ‘milliyetçilik’ olmasına rağmen… Söz konusu makamlara hemen hemen her siyasî akım otururken, milliyetçilik, iktidarda da muhalefette de hep ‘yancı’ pozisyonunda kaldı… Acı gerçek budur…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan milliyetçiliğin bu kaderi değişmezken, rejimin uzun yıllar cüzzamlı muamelesi yaptığı Millî Görüş kökeninden gelenler, son 30 yılda 2 Cumhurbaşkanı, 5 Başbakan çıkardılar…

Milliyetçiler, ülkenin yaşadığı siyasî çalkantılarda ‘tarih’in haklı çıkardığı ama ‘talih’in haklarını teslim etmediği kesim oldular hep…

***

2015’te MHP’de kurultay toplama ve yönetimi değiştirme düşüncesinin temel motivasyonu, işte bu ‘siyasî kadere isyan’dı… ‘İsyan’, delege düzeyinde çok büyük destek buldu ama mahkemeler üzerinden çıkan engeller aşılamayınca ayrı partileşmek bir mecburiyete dönüştü…

‘Parti içi demokrasinin olmayışı’ ve ‘partinin iktidar talebinin bulunmayışı’ gerekçesiyle çıkılan yolda amaç gerçekleşti mi? Eğer bu hedef tutturulmuş olsaydı, zaten bugün İYİ Parti ittifak tartışmaların odak noktasında bulunmuyor olacaktı…

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in önce Afyonkarahisar konuşmasında ateşlediği fitili, ardından Fatih Altaylı röportajını bu çerçevede incelemek gerekiyor…

Altaylı röportajı, ilk konuşmaya yönelik “Pazarlıkta el mi yükseltiyor?” eleştirisini etkisiz kılacak kararlılık içeriyordu… Akşener, adeta ‘dönüşü olmayan’ bir yolu işaretleyerek, doğacak sonuçlara katlanmayı göze alan bir profil çizmişti…

İfadeler o kadar net ki, bu saatten sonra hangi gerekçeyle olursa olsun, vaz geçilmesi durumunda, 6’lı Masa’dan kalkılması ve ardından oturulmasından daha beter sonuçlar doğacağı muhakkak… En azından, güven, itibar ve ciddiyet açısından…

***

‘İttifakların aranan yardımcısı’ ile ‘milliyetçiliğin iktidar olamayışına isyan’ arasında bir iç muhasebe bu… Bir anlamda, arzulanan başarının ‘kuruluş ayarlarına dönüş’te aranması gibi…

Skor tabelası ortada… Mevcut siyasetle ‘talih’in değiştirilmesi mümkün olmamış… O halde, denenmişleri denemektense, yeni bir rota belirleyip çıkış yakalamak…

Seçimlere ayrı ayrı girilirse bazı belediyeler kaybedilirmiş!.. Belediye başkanları başarılıysa, halkta karşılık bulmuşlarsa, anketlerde söylendiği gibi ‘memnuniyet oranları’ gerçekten yüzde 50’lerin çok çok üzerindeyse, kendilerine Cumhurbaşkanlığı adaylığı bile lâyık görülmüşse, iddia edildiği gibi Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla oyları bulunuyorsa, neden kaybetsinler?

Bıraktıkları ize göre, partilerinden veya ittifaklardan bağımsız bir şekilde, onları çok tutan seçmenler sayesinde belediyeleri zaten yine kazanmaları gerekir değil mi?

İki örnek verelim: Şanlıurfa’da Fakıbaba iktidara karşı tek başına kazanmamış mıydı? 2014’te tartışmalı biçimde seçimi kaybeden Mansur Yavaş bir ittifakın adayı değil, tek başına CHP’nin adayıydı…

Ayrıca, kendince büyük hedefler koyarak partileşen ve bu hedefleri henüz yakalayamayan İYİ Parti ve Meral Akşener’e, o büyük hedefleri kovalamak yerine “İttifakların aranan partisi olarak kal” anlamında baskı kurmak, ne kadar doğru, ne kadar saygındır? Ne güzel dünya, akıl verip baskı kuran başkaları ama yırtılan hep Deli Bekir’in yakası!.. Ya da “Yancısın sen, yancı kal!..”

MHP’den koparken ortaya konan büyük hedef ve idealler ile bugün ‘zorlanılan rol’ arasındaki uçurum, her şeyi anlatıyor ve yeni arayışın nasıl bir mecburiyet olduğunu ortaya koyuyor… Akşener’in konuşmalarından partisi ve kendi adına çıkan sonuç şu: “Bu bir varlık-yokluk meselesi!..”