Anthony D. Smith, milliyetçiliğin en önde gelen kuramcılarından biridir. Milliyetçilikle ilgili İlkçilik, inşacılık veya modernist tez ve etno sembolizm akımlarından sonuncusunu temsil eder.
İlkçiler, milletleri ilksel bir kategori olarak görür önceden beri var olduklarını kabul ederler.
Modernistler, milletleri modernizm üzerinden açıklar, kapitalizm, sanayileşme ve sekülerizm tarafından şekillenen modernizmin milletleri yarattığını iddia ederler. Bu teze göre millet inşasında asıl aktör ulus devlettir.
Smith'in tezi, iki akımın birleşimi gibidir. Ona göre her milletin özünde etnik bir çekirdek vardır. Etnik çekirdek, dil, din, inanç ve akrabalık üzerine kurulu bir formu ifade eder. Milli devlet bu unsurları şekillendirerek milli kimliğe dönüştürür. Smith İlkçilikle, modernist tezi etno sembolizm adı altında üçüncü bir tez halinde terkipleştirerek birleştirir.
Smith'in "Milliyetçilik ve Modernizm" isimli kitabı diğer tezlerle kendi tezini karşılaştıran, diğer akımların eksiklerini ortaya koyan bir çalışma. Kitapta bu alanın önemli isimleri, Gellner'den Hobsbawm'a, Armstrong'dan Hutchinson'a, Anderson'dan Amin'e, Bilig'den Balibar'a, Bauman'dan Calhoun'a kadar neredeyse milliyetçilikle ilgili kalem oynatan her yazarın fikirleri masaya yatırılarak irdeleniyor.
Yazar, son zamanlara kadar milliyetçilikle ilgili modernist paradigmanın kabul gördüğünü, ancak 70'li 80'li yıllarda bu paradigmaya dönük eleştirilerin, milletlerin çok daha eski ve daha temel toplumsal ve kültürel toplulukların versiyonları olduğunu açığa çıkardığını belirtir(s30) O temel topluluk, elbette millet değildir ama tarihi bir süreç içerisinde millet olmuştur. Ne ilkçilerin savunduğu gibi kadimdir ne de modernistlerin ileri sürdüğü gibi yoktan var edilmiştir.
Son 30-40 yılda yapılan çalışmalar milliyetçiliğin teorisine çok fazla hizmet etmese de Smith'e göre yeni yaklaşımlar ve modellerin geliştirilmesine yardımcı olmuştur. (s.30) Bu görüşleri, milliyetçiliğin gücü ve öngörülemezliği, millet kavramına tanımlar getirmenin zorluğu, milletlerin ve milliyetçiliğin tarihsel özgüllüğü, modern çağa özgül olgular olmaları, kültürel kimliklerin belli ihtiyaçları karşılamak için seçkinler tarafından tasarlanıp üretildiği (s31)şeklinde özetlemek mümkündür.
Çalışmanın ilk bölümü modernistlere ayrılmıştır. Smith bu kategoride gördüğü yazarlardan örnekler verir. Mesela Durkheim, milleti ortak vicdana sahip ahlaki bir topluluk olarak görür. Bu nedenle dini bayramlarla, yurttaşların milli hayattaki bazı büyük olayları anmak veya kutlamak için bir araya gelmeleri arasında hiç bir fark olmadığını söyler. Bunun hafızalara kazınan en bilinen örneği ise Fransız devrimi sırasında, halkın kapıldığı coşku selinin etkisiyle " anavatan, özgürlük akıl" gibi tümüyle laik nitelikli mefhumların, kutsallaştırılması, ve bunun sonucu olarak, "kendi doğmaları, simgeleri, bayramları olan yeni bir dinin kurulmaya" başlanmış olmasıdır.(s.48-49) Ancak Smith, bu çözümlemeyi doğru bulmaz, bazı Asya ve Avrupa devletlerinde bu çözümleme, kitle seferberliği ve milliyetçiliğinin rolünü açıklayabilir ama tek başına milliyetçiliği tanımlayamaz. Durkheim'in modernistlere katkısı Smith'e göre, mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişe ilişkin çözümlemesidir. Etnik topluluklarda kan bağı, atalara tapınma ve aynı toprağa bağlılık mekanik dayanışma, modern sanayi toplumlarında iş bölümü ve onu tamamlayan yan roller ise Durkheim'e göre organik dayanışmadır. Klasik modernistlerin, Durkheim'den anladıkları, modern toplumların, modernleşmenin yarattığı altüst oluşlardan ve gerilimlerden sonra yeni bir dayanışma ve bütünleşme ilkesine gerek olduğuydu. İşte bunu sağlayacak olan milliyetçilikti. (s.50-51)
Yazar, Modernist akımın özelliklerini saydıktan sonra bu akımın en önemli savunucularının görüşlerini inceler. Gelner bu isimlerin başında gelir. Ona göre, milliyetçiliği milletler yaratmaz tam tersine milletleri milliyetçi hareketler yaratır. Milliyetçilik, milletlerin özbilincinin uyanışı değildir; milletin var olmadığı yerde milliyetçilik onu bizzat icat eder ama bunun için üzerinde çalışabileceği, önceden var olan bazı ayrıştırıcı işaretlere ihtiyaç duyar. (s.66) Gelner, sanayileşme ile millet arasında da bir ilişki kurar ve milletler ve milliyetçiliği modern sınai toplumsal örgütlenmenin gerektirdiği kültürel türdeşliğin bir görüntüsü olarak sunar. Smith, bu tespiti, milletler ve milliyetçileri, bağımsız etkinlikten yoksun ve iradesiz olarak gördüğü için eleştirir. (s.81) Gelner'e göre milli kimlik, yurttaşların kamusal ve yüksek bir kültürle özdeşleşmesidir. Bu kültür, modern gereksinimleri karşılamak üzere oluş(turul)muş bir kültürdür.(s.85) Burada Smith devreye girer, Gelner'in işaret ettiği kültürün kendi kök kültürümüz, yahut aile kültürümüzle değil, kamunun öğrettiği kültür olduğunu, bunun komünizm vasıtasıyla 70 yıl kitlesel beyin yıkama yöntemleriyle denendiğini ama sonuç alınamadığını söyler.(s.85) Başka örnekler de verir: Kamusal halk eğitimi sistemlerinin birden fazla etnik azınlığa sahip Yugoslavya, Irak, eski Çekoslovakya ve İran gibi örneklerde de başarılı olmamış, etnik gerilimleri şiddetlendirmekten başka işe yaramamıştır.(s.89) Smith'in bu tespiti, verdiği örneklerle çok uyuşmamaktadır. Bu ülkelerin bazılarında gerçek anlamda kamusal halk eğitimi verilmediği gibi, Çekoslovakya daha kurulurken ikili bir yapı üzerine kurulmuş ve bunu hep muhafaza etmiştir.
Smith'in Gellner'e bir başka eleştirisi de etnik geçmişin gerekliliğini ıskalamasıdır. Etnik geçmiş, onlar olmaksızın milliyetçiliğin güçsüz kalacağı hayati anıları, mitleri, değerleri ve simgeleri sağlamaktadır. Bu değer ve simgeler, hem halkı kaynaştırmaya hem de komşularından ayrıştırmaya yaramakta, topluluğa çok sayıda bölge ve kuşağı kapsayacak şekilde zaman ve mekana yayılan bir büyük aile hissi vermektedir.(s.99)
Smith, çözümlemelerinde bölücülükle ayrılmayı birbirinden ayırır. Ayrılma, sadece, ortak üretim veya ortak tüketim konusunda yahut her ikisi konusunda da çıkarları olan nüfusa sahip bölgelerin bulunduğu, kurulu ev sahibi milli devletlerde meydana gelebilir. Bu nüfuslar Osmanlı İmparatorluğu'ndaki milletler gibi kurumsal bir karaktere sahip olduklarında ayrılma kaçınılmaz olur. Ortak çıkarların üst üste bindiği, sınıf ve kültürün çakıştığı, yoğun iletişim ağlarının olduğu yerlerde, ayrı bir bölge olma duygusunun ortaya çıkması muhtemeldir. (s.131) Bu da ayrılıkçılık olarak tezahür eder. Ayrılıkçılar, ancak ev sahibi devlet zayıf olduğunda ve bölgesel gruplara fayda sağlamadığı algılandığında, Sovyetler Birliği'nin son yıllarında olduğu gibi anayasal reformlar ve baskılar başarısızlığa uğradığında, hedefine varabilir. Bu durumda bile ayrılma için jeopolitik durumun elverişli olması gerekir. (s.132) Ev sahibi devletin sınırında bulunmak, sınır ötesinde akraba topluluk veya devletin bulunması gibi.
Yazar, modernist teoriye eleştiriler yönelttiği bu bölümde Anderson, Hobsbawm ve Giddens gibi yazarların düşüncelerini de tartışmaya açar, ancak eleştirilerine rağmen bu düşünürlerin milliyetçilik kuramına önemli katkılarda bulunduğunu teslim eder.
Kitabın ikinci bölümünde ilkçilik ve daimiciliği teşrih masasına yatırılır. Sosyobiyolojinin, ilkçi teorinin temellerini sağladığı ileri sürülür. Kabaca, sosyobiyoloji, etnik grupları ve milletleri genişletilmiş akraba gruplarının biçimleri olarak görür. Bu hem milletlerin hem etnik grupların -ırklar-ile birlikte, nihai olarak bireysel genetik yeniden üreme dürtülerinden türetilmesinin zorunlu olduğu anlamına gelir. (s.272) Van den Berge'nin etnitisiteyi -geniş akrabalık- olarak tanımlaması, Smith'in itirazı ile karşılaşır. Smith, etnisitenin kısmen soy mitleri ile tanımlandığını, ancak hiçbir efsanenin biyolojik bir gerçeklik olmadığını belirtir. (s.274) Özellikle kitlesel göç, çok sayıda insanın doğum yerlerine darbe vurmuş, akrabalık duygularını siyasi bir öneme sahip olmayacak kadar zayıflatmıştır. (s.283) Bu nedenle, ilkçilik, farklı etnik ve milli bağlılık biçimlerinin tarihsel gelişimini açıklamaya yetmemekte, herhangi bir araç da sağlamamaktadır.
Daimicilik ise, millet olarak bilinen toplumsal ve siyasal örgütlenme türünün tarihte eskiliğine, onun kadim ve daimî niteliğine vurgu yapar. Bu görüşe göre, etnisite ile milliyet arasında çok az fark vardır, milletler ve etnik topluluklar aynı kökten gelen, hatta özdeş olan olgulardır. (s.292) Yazar bu bölümde Armstrong ve Connor gibi düşünürlerin çözümlemelerine atıfta bulunur. Etnisite ile millet arasında ilişki olduğunu kabul eder ama özdeş olmadığını savunur.
Kitapta modernizmin ötesi, çoklu etnitise gibi konular da tartışılıyor. McNeil'e göre, sadece barbarlık tek etnisiteli olup çoketnili hiyerarşi her yerde yükseliştedir. Milletler ve milliyetçilik geçici olgulardır. (s.362) Bu aslında kabileleşmeye dönüştür. Milletler ve milliyetçilik çökecek, çoketnili hiyerarşiye dönülecektir. (s.363) Smith, bu görüşlere katılmaz. Henüz millet ve milliyetçiliğin aşılacağına dair bir belirti yoktur: Etnisine ile milliyetçilik, etnik grup ile millet arasında sıfır toplamlı bir ilişki olduğunu varsaymak kolaycılıktır. (s.363) Çünkü bu tür okumalar kültürel farklılık veya özdeşlikleri görmezden gelmektedir. (s.368) Ayrıca çoketnililik ile çoklu kimlikler aynı şey değildir. Çoklu kimlikler, bölge, din, sınıf, toplumsal cinsiyet ve etnisite gibi birbiriyle kesişen kimlikler ve bağlılıklar yaratmaktadır. Bir kişi aynı anda bu kimliklerin birkaçına sahip olabilir. Örneğin aynı anda bir klanın üyesi, bir İskoç, bir İngiliz ve bir Avrupalı olmak mümkündür. (s.363)
Yazar küreselleşme yanlılarının argümanlarına da cevap verir: Stephen Castles ve benzer düşüncede olanların, küresel iktisadi karşılıklı bağımlılık ve kültürel türdeşleşmenin bir sonucu olarak -hem iktisadi hem kültürel düzeylerde- milli devletin giderek daha önemsiz hale geleceğine dair görüşleri isabetli bulmaz ve bunu milliyetçilik üstü küresel bir kültürü savunanların umudu olduğunu söyler. (s.387)
Sonuç olarak Smith, hiçbir teorinin bu alanda sorulacak soruların tümünü cevaplandıramadığını, birleşik bir milliyetçilik teorisinin şimdilik bir ütopya olduğunu belirtir. Pek çok temel soru hala cevapsız kalmayı sürdürmektedir. Modernistlerin kimi tezleri kabul edilse bile Smith kendi etno-sembolist tezinin daha doğru ve tutarlı olduğunu savunur: Bunun göstergesi, çoğu milletin, zaman içinde çok ötesine geçseler bile önceden var olan etnik bağlar ve duyarlılıklar temelinde oluşması ve milliyetçiliklerin seferber etmek istedikleri halkın en çok yankı uyandıran etnik simgelerini, anılarını, mitlerini, geleneklerini kullanmalarıdır. (s.407)
Milletsiz milliyetçilik (yurtseverlik) tezlerinin ortaya atıldığı bir dönemde, Smith'in çalışması büyük önem taşıyor. Milletler ve milliyetçilileri- anlamak isteyenlerin ihmal edemeyecekleri bir kitap.