Mümtaz’er Türköne’nin yaşadıklarından süzdüğü Bindokuzyüzyetmişsekiz isimli romanı karşı karşıya gelen iki kesimi konu ediyor. Bir tarafta devletin o yıllardaki sahipleri, iktidarı sivillerin elinden eksiksiz devralabilmek için örtülü operasyonlar yürütüyor. Öbür tarafta istikametini bulmaya çalışan genç nesil yaşadıkları ülkeye idealleriyle içinde var olabilecek bir alan açmaya çalışıyor.

Peşinde olduğumuz ortak soru:

1978 yılının Mart ayıyla birlikte, o güne kadar kavga-dövüşle süren öğrenci olayları birdenbire neden katliamlara, bombalamalara dönüştü, Türkiye aniden kan deryasına gömüldü.

O günlerin devleti adına bu operasyonları yürüten şahıs bu sorunun cevabını veriyor:

“Eski zamanlarda insanların kurban edildiği törenler yapılırmış. Dehşeti insanların kalbine yerleştirmek için en vahşi ve ürkütücü şekilde, bütün toplumun gözü önünde icra edilirmiş

bu törenler. Devletin isimlerinden biri olan “mülk”, İbranicede “molek”tan yani insan kurban edilen Tanrı’dan gelir. Traklar, Vikingler kanlı bir savaşa gitmeden önce kendi aralarından birini kurban ederlermiş. Traklarda bu tören, aralarından birini havaya atıp altına mızrakları yerleştirerek icra edilirmiş. Ölenle öldürenin iç içe geçtiği bir ritüel. Sevdiğin birini öldürmek ve sonra bu ölüme bir anlam verebilmek için çok daha yüksek bir otoriteye daha büyük bir sevgiyle bağlanman gerekir. Dehşet bu şekilde somut, elle dokunulur, gözle görülür hâle gelince iktidarı ellerinde tutanlar da otoritelerini pekiştirmiş oluyor. Devlet bu kurban törenlerinden çıkma bir canavar. Vatan diyor, bayrak diyor, etrafımız düşmanlarla çevrili diyor ve senin canını istiyor. Savaşan bir devleti yönetenlerin otoritesi, olağanüstü yetkileri başka kimde bulunur? O kadar cazip bir güç ki, bu gücü ele geçirebilmek için iktidar sahipleri kendi düşmanlarını kendisi üretmeye başlıyor. Sonra bu düşmanlara savaş açıyor. Düşman ne kadar inandırıcı bir şekilde çirkin yüzünü gösterirse devlet dediğimiz canavarın heybetli gücü de o oranda artıyor. Tanrı’nın asıl gücü şeytanı yaratıp sonra onunla anlaşma yapmasından gelmiyor mu?

- “Düşman üretme görevi de bize verildi” diyorsunuz.

- Bu aydınlanmanın birinci aşaması ama yeterli değil. Mesele ikinci aşamada çözülüyor.

İhtiyar doğru kelimeleri bulmak için tekrar durunca, genç adam fırsatı kaçırmamak için atıldı:

- Nasıl?

- “Devlet kim?” diye sorduğun zaman ortaya şu saçmalık çıkıyor. İktidarı sivillerin elinden almak isteyen ve bunun için bana düşman üretme görevi veren komuta kademesi mi?

- Sorunuzdan öyle düşünmediğinizi anlıyorum.

- Elindeki silahla, emrindeki askerle iktidar sofrasına oturan yamyamlar bunlar. İştahları o kadar fazla ki, o sofraya oturmanın ülkeye, vatana, millete ne getireceği umurlarında değil. Varsa ulaşabilecekleri, ele geçirebilecekleri bir güç ülkenin her şeyini pazara çıkartıp satar bu ayılar. Bunlar oyunbazlar. Bul karayı al parayı diye kumar masasına oturanlar.

- Peki o zaman kim bu devlet?

- Soruyu şöyle soralım. 1978’in Mart ayında devlet kimdi?

Hadi Kerkenez ver cevabı.”

Şiddeti tırmandırmakla görevli adamın yorumunun tam karşısında bu kan deryasının içinde geleceğe olan umudunu kaybetmiş, rüzgâra kapılmış genç adam aynı soruyu başka türlü soruyor:

Akşam ajanslarında bu çatışma haberleriyle ölen gençlerin isimleri sıralanırken sorulan ilk soru: “Bizden mi?” sorusu oluyordu. Haberler hep birbirine benziyordu: “Dün akşam saatlerinde Ankara’nın Küçükesat semtinde afiş tartışması yüzünden iki karşıt grup arasında çıkan çatışmada bir kişi ölmüş iki kişi de yaralanmıştır. Polis olayla ilgili soruşturma başlatmış ve olayın faili olduğu söylenen üç kişiyi gözaltına almıştır. Gözaltına alınanların sorgusu devam etmektedir.” Nedense son günlerde bu haberlere içinde “patlayan bomba” sözünün geçtiği haberler eklenmeye başlamış ve ölenlerin sayısı birden hızla artmıştı. Gece afişleme yaparken çatışmak doğaldı. Her afiş grubunun silahlı korumaları olur, müdahale olunca çatışma çıkardı. Okullarda hâkimiyet mücadelesi için iki grup karşı karşıya gelince kavga çıkması, arada polis yoksa kaçınılmazdı. Mahalle hâkimiyeti için karşılıklı kahve baskınları ve hedef gözetmeden kahve taramalar yeni yeni yayılıyordu. Ama şu bombalama olayları bir tuhaftı. Bomba tabanca gibi değildi, düzeneğiyle, zamanlamasıyla bir eğitim, ve ustalık gerektiriyordu. Dün gazetede okumuştu, son iki ayda 300 civarında bombalama eylemi yapılmıştı. Bombalama haberleri arasında “Zübeyde Hanım Anaokulu’na konan bomba patlamadan etkisiz hâle getirildi” şeklinde çok garip haberler vardı. Bir anaokuluna kim, neden bomba koyardı?”