Türk-İslam medeniyeti doğruluk ve adalet üzerine kurulmuştur. Araçlarını da amaçlarına uygun olarak belirlemiştir. Zaten hak bir dava batıl yollarla savunulamaz. Batıla batıl, Hakka hak yollarla gidilir.
Yüce Peygamberin hayatına bakıldığında bu yönüyle tam bir bütünlük içinde olduğu görülür. Savaşta da barışta da çizgi hep aynıdır.
İçinde olunan şartlar taktiksel manevralara neden olabilir ama asla İslam çerçevesi dışına çıkmaya cevaz vermez.
Günümüzde İslam diyenlerde bu hassasiyeti görebilmek mümkün değil. Harp hiledir sözü neredeyse hayat hiledir noktasına getirilmiştir. Savaşta ve tamamen taktiksel eylemlere yönelik bu söz hayatın her safhasına ait bir düstur haline getirilmiştir.
Amacın kutsiyeti her türlü aracı meşru kılmaz. Kirli, çirkin, aşağılık yollarla temiz bir dünya inşa edilemez. Kirli vasıtalarla ancak ona uygun bir dünya inşa edilebilir. Kullanılan vasıta aslında varılacak yeri de gösterir.
İslamcıyım demekle İslamcı olunmuyor. Yolunuz, ahlakınız, çizginiz İslam’sa kendinizi böyle tanımlayabilirsiniz. İslam’ı gayeleştiren bir insanın hayatında yalan, rüşvet, yolsuzluk, ayrımcılık, kışkırtıcılık olmamalıdır. Hele sorumlu bir mevkide ise bunlar hiç olmamalıdır. Çalarak, insanları kamplaştırarak İslam’ın vaat ettiği huzur ve adaletin dünyası inşa edilemez.
İslam tarihi tabloluk çapta adalet ve dürüstlük örnekleri ile doludur. Aynı şekilde iç kanatıcı zulüm ve adaletsizlik örnekleri de az değildir. Medeniyetimizin yükseliş zamanları işte ahlaki kemalin yerleştiği dönemlerdir. Medeniyetlerin yükseliş ve alçalışı ile toplumsal ahlakın yükselişi veya alçalışı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Türk-İslam medeniyetinin ölçüsü –milli gelirin kaç dolar olduğu- değil, insanın insanla, insanın toplumla ve insanın para ile ilişkisidir. Zenginliği ölçü olan bir medeniyet anlayışı İslam’a yabancıdır ve toplumları tefessühten kurtarmaz. Hilmi Ziya Ülgen Osmanlı’yı aşiretten cihan imparatorluğuna götüren saikin aşk ahlakı olduğunu söyler. Aşk ahlakı, İslam’ın potasında erimeyi, ülke ve millet menfaatini kişisel çıkarların üstünde tutmayı gerektirir. Bunun bir başka boyutu da her an büyük bir mahkemede hesap veriyor gibi hareket etmektir.
Bir yerde yalana, hileye, rüşvete karşı bir hassasiyet yoksa orada İslam ve dindarlıkta yoktur. İslam siyasi kamplaşmaların cephanesi olarak kullanılamaz. Bir dine inanmayı bir siyasete mensubiyete indirgemek Allah’ın dinini siyasi ikbal aracı yapmaktan başka bir şey değildir. Gerçek bir dindar Allah’ın dinini çıkar aracı olarak kullanmaktan Allah’a sığınır. Onu istismar etmekten büyük korku ve endişe duyar. İnançları lekeleneceğine tepeden tırnağa yanmayı tercih eder.
12 Eylülden önce bizim kuşağın çoğu, İslam’a zarar vermek, insanları ondan soğumaya ve uzaklaşmaya vesile olmaktansa ölmeyi tercih ederdi. Kimse büyük din gününe böyle bir günahla gitmeyi göze alamazdı. Bir de bugüne bakın, İslam her türlü çirkinliğin paravanı haline getirildi. Bizim adımız ülkücüydü, bugünkülerin adı İslamcı. Demek ki dindarlığın marka veya isimle alakası yok. Ne kadar ahlaklıysan o kadar dindar ve Müslümansın.