Değerli okurlarım, takdir edersiniz ki ülkemizde bir hafta olmasın ki suni gündem yaratılmamış olsun,
Elbette bu suni gündemin arkasında yatan nedenlerde yok değil,
Bunun en önemli nedenlerinin başında ekonomik iflas gelmektedir.
Ekonomik çöküntü konuşulmasın diye her hafta bir gündemle avutulup duruyor maalesef milletimiz.
Bunlardan birisi de Sayın Erdoğan’ın Ayasofya ile ilgili yapmış olduğu açıklama.
Gelin hep birlikte Erdoğan’ın, Ayasofya açıklamalarının satır aralarına bir bakalım;
Ne demek istiyor, neyi ima ediyor?
Görüyorum ki, bazı detaylar kimsenin dikkatini çekmemiş.
Fatih'in laneti üzerinden Atatürk'ü lanetlemesini şimdilik bir kenara koyalım.
Ne demiş Fatih?
"Kim bu maddelerin birini bile yok sayar, geçersiz kılar vs. o cehennemliktir" demiş.
"Bunu yapmak haramdır" demiş.
Fatih büyük komutandır ona eyvallah olmasına eyvallah da ama unutulmamalıdır ki Fatih bir peygamber değildir.
Din adına hüküm vermek,
Haram veya helal ilan etmek,
Peygamber haricindeki hiçbir beşerin yapabileceği şey değildir.
Kaldı ki Kuran’da bu yetkinin yalnızca Allah'a ait olduğu da çık ve net bir şekilde belirtilmesine rağmen.
Tipik Ortaçağ mantığıyla Fatih,
Kendisini Allah adına yeryüzünü yöneten biri olarak görmüş. "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi"
Yani bu çok büyük bir laf.
Peki, Erdoğan bu sözleri neden hatırlattı?
Hatırlatma ihtiyacı hissetti?
Bu konuya tekrar döneceğiz.
Gelelim bir diğer noktaya;
Erdoğan, Peyami Safa'nın şiirinden alıntı yaparak
"ikinci kez fetih" sözünü tekrar tekrar söyledi.
Altını ise özellikle çizdi vurgu yaptı.
Necip Fazıl’ın da bu tarz sözlerini ön plana çıkardı.
Yine;
Fatih'in, Ayasofya'daki ilk ezanı okuduğunu özellikle belirtti.
Böylece, hâkimiyetini dünyaya ilan ettiğini, söyledi.
Biz Erdoğan’ın ikinci fetih söylemiyle başlayalım;
Sayın Erdoğan, şimdi Ayasofya üzerinden,
İstanbul'u ikinci kez fetih etmiş mi oldu veya oluyor?
Şayet öyleyse, Fatih gibi onun da "haram" ilan edebilme, dine ekleme yapma yetkisi,
Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olma gibi yetkileri mi var haşa?
Öyle ya aklıma, biran dinde olmamasına rağmen,
Sigaraya haram demeleri söylemleri gelmedi değil!
Buradan hareket edecek olursak şayet!
Aklıma deli sorular da gelmiyor değil hani?
Şöyle ki mesela Erdoğan, Ayasofya'da ezan okur mu?
Ezan okuyarak, İstanbul'u ikinci kez fethettiğini dünyaya ilan eder mi?
Bu girizgâh, hilafet girizgâhı mı?
Hani AKP’nin değirmenine su taşıyan basiretsiz muhalefetin de tam da "milli diktatörlük" diye gevelemeye başladığı şu sıralarda!
Gelelim işin "lanetlenme" tarafına,
Fatih, İstanbul'u aldı almasına da,
Ancak, tarihi bilmeyenler veya çarpıtmak isteyenler için tekrar hatırlatayım
1918'de İngilizler İstanbul’u geri almışlardı.
Hem de savaşmadan,
Hem de Çanakkale'den geçememesine rağmen iki yıl sonra,
Hem de elini kolunu sallayarak geldiler ve işgal ettiler.
Fatih, İstanbul'u kuşattığında,
İstanbul olarak neresinin kastedildiğini haritada incelemenizi tavsiye ederim!
Bir şehirden değil,
Surlarla çevrili bir semtten, bir mahalleden bahsediyoruz.
1300'lü yılların sonlarında bırakın İstanbul'u,
Makedonya bile Osmanlılardaydı.
Büyük İskender'in,
Sezar'ın büyük Roma'sı,
Osmanlı askerlerinin ayakları altındaydı.
Fatih, İstanbul'u kuşattığında, Eflak ve Boğdan Osmanlı toprağıydı.
Yani Osmanlı, İstanbul'u geçmiş,
Avrupa içlerine kadar ilerlemeye başlamıştı.
Fatih, İstanbul'u aldığında,
Osmanlı ordusu dünyanın en güçlü,
En modern,
Ve en büyük ordusuydu.
Bizans'tan çok daha zengindi.
Buna rağmen fetih,
Dünya tarihine bir başarı olarak geçti.
Fakat tüm tarihçiler,
İstanbul’un bu durumuna ve aradaki güç farkına da dikkat çekmiyor değillerdi.
Gelelim Mustafa Kemal Atatürk'e;
Atatürk,
İstanbul'u İngilizlerden geri aldığında
Osmanlı ordusu Birinci Dünya savaşında dağılmıştı.
Atatürk orduyu tekrar kurdu.
Para yoktu, buldu.
Silah yoktu, buldu.
Dünya savaşı yüzünden ülkede yetişkin erkek kalmamıştı,
Cephaneyi kadınlar mühimmat ve erzak taşıdı,
Askere on beş yaşındaki çocuklar dahi gitti.
Tekalifi Milliye emirleri çıkartılmak ve borç daha sonra ödenmek şartıyla,
Halktan, iki çorabı olandan bir çifti istendi.
Düşman, Polatlı önlerine kadar dayanmıştı.
Atatürk, İstanbul'u geri aldığında durum bundan ibaretti.
Gerçek bir "2. Fetih" den bahsedecek olursak,
İşte o fetih bu fetihtir yani Gazi Mustafa Kemal’in İstanbul’u düşmanlardan tekrar kurtarması gerçeğidir.
Hatta zorluk derecesine bakarsak,
Esasen büyük komutanlık da budur.
Peygamberin müjdelediği komutan ne kadar Fatih ise,
Bir o kadar da hatta fazlasıyla Atatürk'tür.
Eğer Atatürk geri almasaydı,
Sen Ayasofya'nın avlusunda selfi bile çekemezdin bunu bilesiniz istedim.
Sizin "lanetledi" dediğiniz Fatih,
Atatürk'ü görse boynuna sarılır, tebrik ederdi.
Sevinçten dört köşe olurdu.
Peki, Atatürk ne yaptı?
Erdoğan gibi bu ikinci fetihtir, demedi.
Kendisine "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi benim" demedi.
Ben halifeyim, demedi.
Peki ne dedi koca çınar,
"Yaradılışımda, Türk olmaktan başka bir fevkalâdelik yoktur" dedi.
Ben sıradan bir beşerim, dedi.
Hatta "bir gün benim sözlerimle, bilim ters düşerse, bilimi dinleyin" dedi.
Sonuç olarak bu ülkede Mustafa Kemal’in adını silmeye bu zamana kadar kimsenin gücü yetmedi,
Bundan sonra da yetmesi mümkün değildir, zaten yetmeyecektir de.
Kısacık ömrüne sonsuzluk sığdıran
Halkını esaretten kurtaran
Cumhuriyetimizi ve Modern Türkiye'yi kurarak bize armağan eden
Mustafa Kemal’in bu ülkeden adını silmek kimsenin harcı da değil haddi de!