Veryansıntv.com yazarı Nihat Genç, 14 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili seçimlerinde yarışacak ittifakları ve 100 bin imza toplayarak Cumhurbaşkanı adayı olan Sinan Oğan ile Muharrem İnce'nin adaylık sürecini değerlendirdi.

Genç, "Zorunlu Açıklama" başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan'ın Nazi hayranlığıyla suçladığı Nihal Atsız'ı ağzından düşürmediği için eleştirdi. Soğuk savaş yıllarında güdülenmiş romantik ve gençlik ideolojilerini kabullenemeyeceğini vurgulayan Genç, "Atsızcılık sadece çok tehlikeli değil Cumhuriyet için ölümcüldür" dedi.

Cumhuriyetçi bir yazar olarak Cumhuriyet'i savunan bütün adayları destekleyebileceğini açıklayan Genç, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile yaptıkları görüşmeden anekdotlar aktararak, adaylık konusunda aldıkları karar ve verdiği desteğe uyulmadığını söyledi. Ümit Özdağ'ın Cumhurbaşkanı adayı olması konusunda anlaşmalarına rağmen, ertesi gün Sinan Oğan'ın aday gösterilmesini de eleştiren Genç, görüşmede Sinan Oğan ismi konuşulsaydı ona da destek verebileceğini kaydetti.

Nihat Genç'in yazısı şöyle:

"Böyleyken böyle

Cumhurbaşkanlığı için yüzbin imza toplamak zor iştir, bu örgütsüzlük hepimizin suçu, çünkü bu memleketin böyle bir alışkanlığı yok. Önce fişlenmekten korkarlar, sonra ‘erinirler’, sonra aktivist bir siyasi eylemci kültürüne yabancıdırlar, sonra, başarısız insanlarla eğlenmeyi dalga geçmeyi daha çok severler. Sonra her türlü sıkıntıyı çaresizliği imkansızlığı yana yakıla dile getirirler ama biçimlendirilmiş bir isyan kültürü yoktur. Ve imza atmıyor diye size oy vermeyecek ya da sizinle farklı düşünüyor da hiç değil, sosyoloji ve sosyal-psikolojinin konusu, üzerinde çalışılması gerek!

Mesela, Balyoz yılları her hafta toplamı 250’nin üstünde Sakarya mevkiinde eylem yaptık. Koskoca Türk ordusu kelepçelenmiş, ama eyleme katılanların sayısı ellliyi yüzü geçmedi, o da çoğu askerlerin yaşlı anne-babaları. Oysa milyonlar endişeliydi ve korku ve herkes Türk Ordusu’na yapılanlar karşısında panik içindeydi, ama eyleme yanaşmamaları başka bir safha, incelenmesi gerekir, mesela ‘baskılanmış’ bu duyguların Gezi’de patladığına şahit oluverdik!

Mesela Türkiye Oslo’da masaya yatırılmış, akil adamlar Türkiye’yi pazarlıyor, Sadi (Somuncuoğlu) ağbinin davetiyle Kızılay Meydan’da basın bildirisi okuyacağız, on-onbeş kişiyi dahi geçmiyordu sayımız. İnsanımız çok tepkiliydi ancak böyle imza, basın açıklaması, bir meydan toplanma, gibi şeylere uzak duruyor, tabii ki bunun suçu hepimizin.

Bunların her biri üzerinde uzun uzun konuşulmalı, çünkü siyasi endişelerin ağırlığı ve nesnesi olmayınca karşılık bulması da imkansız! Ki, aynı günlerde AKP oylarının çok sert şekilde düşüşe geçtiğini görünce iş tersine döndü. Belki de kitle özgül ağırlığını başka yerlerde kullanıyor, yani kayıtsızlık umarsızlık mı bilmiyorum, çok kökleşmiş bize ve bu ülkeye bir şey olmaz anlayışı mı, onu da bilmiyorum.

Bildiğim şey, bizler üzerinde siyaset yaptığımız malzemeyi iyi tanımıyoruz, belki de kitle kendi hayatlarına dokunmamış kendi hayatlarında karşılığı olmayan yazarları komutanları kendinden menkul elitleri hiç sevmiyor! 

Anadolu şehirlerinde belediyelerin yaptırttığı karpuz kavun salatalık heykellerini hatırlayın, her biri utanç verici düzeyde ucuz ve çirkindi, pek tabi bu çirkin heykellerin depremi hazırlayan imar afları ve beceriksizliklerle birebir ilişkisi var. Ve, depremden önce, o belediyeye gidip, bu çirkin heykeli yaptırtacak kadar zeka geriliği taşıyan insanların büyük felaketlerden kurtulması imkansızdır, deseydik, herkes bize gülerdi, yani, ‘malzemeyi’ tanımak lazım! Gelecekteki peş peşe felaketler ‘duyarsızlaşmasına’ biraz da bizim sebep olduğumuz bu cehalet üzerinden infilak edecektir!

Bizim hatalarımız daha fazla, mesela Amerika soğuk savaş yıllarında hepimizi saf saf cephe cephe hizalamış, soğuk savaş biteli yıllar oluyor ama o hiza’dan o cephe’den o siyasi kültürden, o ideolojiden, o gençlik romantik duygularından hala çıkamıyoruz. 

Kendi kararımızla disipline olacağımız ya da bizi askere çağırmadan bizim kendi başımıza gönüllü fedakar özverili ve ülkemizin bekası adına herkesle kucaklaşan geniş bir yelpazede anlaşamıyoruz! 

Ancak dikkat edin fonlanan desteklenen ajanlaştırılan medyada ve siyasette algı ve manipülasyonlarla önü açılan dış destekli yapılar ve tarikatlar ve odaklar yani Fetö ve PKK ve liberaller çok daha seri şekilde emre amade şekilde hizalanabiliyorlar!

Yerli ve milli siyasi bir kültürümüz var mı yok mu? İşte gördünüz elinize vurup ekmeğinizi partinizi siyasetinizi ve ekranlarınızı elinizden bir çırpıda aldılar ve sizin partinizde ve ekranlarınızda artık bugün bu ülkeye kast eden hain yapılar cirit oynuyor!

Yerli ve milli bir siyaset derken Cumhuriyet’i kastediyorum, Cumhuriyet derken toprak bütünlüğümüz ve anayasanın giriş maddeleri ve kuvvetler ayrılığı ve denetim yargı gibi bağımsız organları ve halkın iradesiyle seçilmiş milli iradenin meclisi! Ve bir kurtarıcının adayın ağzına kişiliğine karakterine mahküm olmamayı kast ediyorum!

Yerli derken saikleri failleri tetikleyici motive edici öncü bütün unsurlarının hiçbir ideolojiden taraf olmaması lazım!

Çünkü yerli sandığımız güçlerin içine Soğuk Savaş’tan bugüne öldürücü parçalayıcı gaza getirici bölücü etnik mezhep kavgası ve suikastler cinayetler işleten yapılar sızdığı gerçektir! Mesela soğuk savaş yıllarında komuta, bizde ve yerli dediğimiz ideolojilerde hiç değildi!  

O halde, yaşadıklarımızdan ve hayattan ve siyaset biliminden bir ders çıkartmalıyız, herkes hukuk karşısında eşittir, nokta, yani devlet milliyetine ve dinine bakmadan herkesin devleti’dir, yani devlet bir tarikatın bir kabilenin bir örgüt ve ideolojinin egemenliğine asla giremez!

Ve ittifaklar ve particilik ve politikalar üretme söz konusu olunca, bu olmazsa asla olmaz ‘herkes’in devleti anlayışı gereğince çok dikkatli bir siyaset üslubu şarttır! 

Ve bu değerler vazgeçilmezdir, ama piyasada işler şöyle gelişir, diyelim Baykal’la oturup konuşur anlaşırsın, ama karar günü gelip çattığında, temel ilkelerinizden taviz vereceğiniz hatta utanacağınız kararlar sizi bağlamaya başlar, ve kendinizi ezdirmemek için ya istifa edersiniz ya da usulca bir kenara çekilirsiniz! Aynı şey, Kılıçdaroğlu’yla konuşursunuz, laflar hoşgörü tölerans ve çeşitlilik içinde uçuşur, ancak karar safhasına geldiğinizde, dün konuştuklarınızın tam tersine kişinin kendinden menkul asla kabul edemeyeceğiniz siyasetine şahit olursunuz, ve, ya tıpış tıpış gidersiniz ya da dükkanı sokağı terk edersiniz!

Bu yüzden siyaset bilimi, dünyanın bütün demokrasilerinde mutabakat metinlerini ortaya sürmüştür, dersiniz ki, biz varsak şu şartlarda varız, ve bunları da madde madde yazarsınız! Çünkü kişiler davanızı satabilir! Ya da sizin iğreneceğiniz sizi utandıracak işbirliklerine ani dönüşlerle girebilir. Ve bunun kokuşmuş siyasette bir garantisi de yoktur. Hele hele birtakım sert ideolojilerle çevriliyseniz daha dikkatli daha hassas daha garantici olmak kendinizi yedirmemek fikrinizi ezdirmemek bunca yıldır verdiğiniz mücadeleyi çöp etmemek ve kimseye kullandırmamak istersiniz!

Böyleyken böyle, safhalarını ayrıntılarını olayları ve günleri ve isimleri Veryansın’dan arkadaşlarım Erdem Atay ve Serkan Öz ilerleyen gün ve aylarda sizlere tane tane anlatır, daha iyi anlaşılır. Yani bizler mahrem ve detaylı ilişkileri faş edecek karakterde insanlar hiç değiliz ancak suçlamalara karşı susarak kendimizi asla töhmet altına sokmayız ve elimiz de armut toplamıyor!

Mesela ben Cumhuriyetçiyim, kırk beş yıla varan yazarlık hayatımda beni tanıyan tanımıştır, sözümün ne kadar arkasındayım bilen bilir, bu saatten sonra güvenirliğimi test ettirecek tıynette hiç değilim!

Erdem Atay ve Serkan Öz süreci safha safha anlatır, özetle, Ümit Özdağ’la çok yakın defalarca görüştük, birkaç adayın ismi geldi gitti üzerinde uzun tartışmalar çıktı, ve sonra gün geldi hepsi elendi (süreci arkadaşlar anlatır) sonunda, tamam Ümit Bey, dedik, aday siz olun.

Vazgeçilmezlerim işte (yukarda anlattıklarımız) bunlar, biz de bu Cumhuriyet çatısına destek veririz! Anlaştık mı, anlaştık. (Allah konuşturmuş bizi, bir daha tembihledik ve kavilleştik). Bir daha Ümit Bey, anlaştık mı, -anlaştık! Ve, ilaveten, aman yarın bir başka isim çıkar bir başka gelişme olursa, haberimiz olsun, sadece haberimiz olması bile bizim için kafi, anlaştık mı, -evet anlaştık! 

Dikkat edin, tekrar tekrar tembih!

Ve ertesi gün, Ümit Özdağ, o güne kadar ismi hiç geçmeyen Sinan Oğan’ı aday gösterdi! Niye kendin değil de Sinan Oğan, yoksa bunca görüşme değerlendirme bir oyun bir numara mıydı? Ayrıca Sinan Oğan ismi yanımızda söylenseydi biz de üslup ve vazgeçilmezlerimiz üzerine birkaç laf söyleme şansına sahip olurduk, ama değil, tam bir dayatma! 

Sinan Oğan değerli de bir insandır, yolu da açık olsun, ayrıca Veryansın TV’deki programımda önümüzde alternatif Muharrem İnce ve Sinan Oğan adayları çıktı, beğenip beğenmeme durumunda değiliz, siz de birini pekala destekleyebilirsiniz, diye yayında açıkça söyledik. 

Ve aramızda ve herkesle ve yayınlarımızda ve Ümit Özdağ’la defalarca önce en başa bir kolektif akıl oluşturacak kamuoyunun güvenini sağlamış bir kadro koyalım, ki, (isimlerini arkadaşlar verir) sonra bu kadronun başına da bir aday seçilir, dedik! Cumhuriyet’in vazgeçilmezlerine tutunmuş güvenilir bir kadro olmadan, olmaz, ve bu saatten sonra kişilerle bu iş hiç olmaz, ve defalarca söyledik ve yazdık! Siyaset bilimi kültürü ve politikalarında ve partilerinde de zaten işler böyle yürür! Hepimiz kutsal ve kahraman ve kurtarıcı üretmenin dehşetinden muzdarip değil miyiz, o halde? Biz mi adaya uyacağız yoksa aday mı kolektif aklın vazgeçilmezlerine uyacak, o halde?

Ülkücü bir isimle de pek tabii oturur konuşur ve anlaşabiliriz, ancak, bunca yıl yazıp söylediğimiz bu sözler? 

Soğuk Savaş yıllarında inşa edilmiş bu ideolojinin çok büyük bir restorasyona ihtiyacı olduğunu defalarca söyledik, yani bizler korku ve endişelerimizi ve tecrübelerimizi birkaç satır söyleme şansına hiç mi sahip değiliz!

Ve çağrımdır, hem Muharrem İnce hem de Sinan Oğan’ın sözcüleri adayları pekala defalarca Veryansın’a çıkıp fikir ve düşüncelerini geniş geniş saatlerce günlerce seçmenlerine anlatabilir bu da bize güzellik ve zenginlik katar!

Ve Sinan Oğan için imza kampanyası başlar başlamaz troller ağzıyla bizlere saldırı başlattılar, niye Sinan Oğan için imza çağrısı yapmıyoruz, diye!

Kardeşlerim, bugün ülkücülerin bir kısmı MHP’de, bir kısmı İyi Parti’de, büyükçe bir kısmı devlette, bir kısmı BBP’de hatta bir kısmı Menzil tarikatında ve çeşitli platformlar altında, sevdiklerimiz var, arkadaşlarımız var, uzak mesafeli durduklarımız var, ve ama, bizim pusulamız Cumhuriyet ve pergelimiz kuruluş değerleri ve söze kişiye değil mutabakata ve kadroya inandığımızı görüştüğümüz herkese her şekilde söyledik!

Yani, ülkücülerin renk renk parti kurum çok çeşitli yerleri var, bir de Sinan Oğan, neden olmasın, destek mi, neden olmasın, ancak, bizler Cumhuriyet’in vazgeçilmez değerleri diye bunca laf ettikten sonra ülkücülerin bir başka şubesine kuyruk olmak zorunda mıyız, fikrimizin hiç mi önemi yok!

Ve bu ‘dayatma’ ağrımıza gitmez mi kişiliğiniz kaldırır mı?

Sinan Oğan çok değerlidir. Ancak ağzından Kırklı yılların Nazi hayranlığıyla oluşmuş Atsızcı ideolojiyi hiç düşürmüyor. 

Atsızcılık sadece çok tehlikeli değil Cumhuriyet için ölümcüldür. 

Aday olsun pek tabii destekleyelim ama soğuk savaş yıllarında güdülenmiş bu romantik ve gençlik ideolojilerini kabullenmemiz mümkün mü?

Tabii ki ince eleyip sık dokunacak zaman da değil ama körü körüne kime eklemleniyoruz, bir durup düşünmeyelim mi, aramızda hiç mi konuşmayalım!

Hayat hepimize yoğurdu üfleyerek yedirmiyor mu?

Ayrıca bir tanışıklığım bir merhabam yok, bir telefon konuşmamız dahi yok, ve suçumuz ne, hemen imza çağrısı niye yapmamışız, ne yani, desteğimizi söyledik işte, kalkıp bir de köçek mi oynayalım!

Ben Cumhuriyetçiyim, ve Sinan Oğan’ı da Muharrem İnce’yi de tabii ki desteklerim, ama, kör göze parmak hiç değil!

Hiçbir karar arefesinde olmadığın bir yeri niye desteklersin, enayi miyiz, zavallı mıyız, çok mu muhtacız! 

Kardeşlerim, ‘dayatma’ acı veriyor, kullanıldığımı hissediyorum, yine oyuna dubaraya mı geldik? Üstelik bizim çağrımız ne kar getirecek? Kar getirecek bir desteğimiz varsa niye hiç ciddiye alınmadık! 

Ve biz eleştirel eyvallahsız bağımsız yazarlarız ve mesleğimizin meşrebi  daymonik!

Daymonik, içinde cin ve şeytan olan insan demektir, her şeyden kıllanan her şeyde acaba ben ne yapıyorum diye kendini sorgulayan insan türü! Müteahhitleriniz de biraz daymonik olup içlerindeki en olmayacak soruları soran şeytanla konuşsaydılar bu çürük yapıların altında milletçe kalmazdık! 

Sonunda tüh be deyip yeni bir hayıflanma için yola çıkmadık, milli piyango çekmiyoruz altılı ganyan oynamıyoruz! Seçimler kazanılsa da kaybedilse de Cumhuriyetçiler ayakta ve diri ve yıpranmamış ve tükürdüğünü yalamayan ve tıpış tıpışa katlanmayan ve sözünün eri ve heyecanlarını hiç kaybetmeden kalmak zorunda, yepyeni başlangıçlar için!

Aday olacak ve yola çıkacak olanlar biraz da yazarların daymonik taraflarını merak etmeleri bilmeleri gerekmez mi, yazarları yazar yapan kitlelerin hazmedemeyeceği içlerindeki kötü irin iblis kuşkucu arıza soruları sorma cesaretidir!

Daymonik insanları kafalamak, daymonik insanlara dayatma, daymonik insanlara gaz vermek, daymonik insanları hizalamak disipline etmek, yok öyle hem yirmibeş kuruş hem şoför mahaline oturmak!

Cumhuriyet’e inancım tamdır ve bu eleştiri ve kuşkularımı önce işte böyle kağıda dökerek ve sonra pek tabii kendini Cumhuriyetçi ilan eden adaylara desteğimi sürdürürüm, Cumhuriyetçi adayların çok da şansları olacağına inanıyorum!

Pırıl pırıl bir insan da değilim ancak hayalperest hiç değilim, kaoslar musibetler yaşamadan Cumhuriyet’in kazanımları ve değerleri geniş kitlelerin  kafalarına dank etmeyecek, bunu da biliyorum, işte o güne kadar ve her Allah’ın günü sabırla Cumhuriyet değerlerini ve vazgeçilmezlerini anlatmak için, burada nöbetteyiz!

Müsaade edin, birileri de Cumhuriyet’i ayağa düşürmesin, kirletmesin, tavizlerle kuyruk yapmasın, birileri de Cumhuriyet konusunda hassas ve kıskanç davransın ve vazgeçilmezlerini tartışma ideoloji konusu haline getirmesin ve bir kadro ve mutabakat ve kolektif akıl olmadan adaylık olmaz, desin!

Kardeşlerim, Cumhuriyet’in ideolojik angajmanlara ihtiyacı hiç yoktur!

Farkındayım, hepimiz sabırsızız ve hiçbirimizi uyku tutmuyor!

Uyku tutmuyor, diye…

Bir gün (adını vermeyeyim) İstanbul’da ülkenin en büyük medya kurumunun misafirhanesinde kalıyorum, benim gibi sanatçılar yazarlar da hep kalırmış, gece uyku tutmadı, otelin önünde bir bahçesi var, bahçede de bank, gidip oturdum ve bir sigara içip, tekrar odama dönerim, dedim..

Yanıma birden parkın görevli bekçisi geldi, -hayırdır, dedi, -uyku tutmadı, şöyle bir sigara içmeye indim, dedim…

Bekçi, biraz oturduktan sonra, önündeki çalılıkları gösterdi, şuraya geçelim, orası görülmez, dedi…

Neye uğradığımı şaşırdım, ulan ne oluyor burada, ne diyor bu adam, tekme tokat giriştim adama, sonra o misafirhanede çokça kalmış müdavimlere hikayeyi anlattım…

Meğer ‘-uyku tutmadı’ aralarında bir parola bir şifreymiş!

Bekçi ağbimiz de gece vakti kaşınıp uyku tutmayanlarla iş tutuyormuş!

Trol kardeşler, bekçi gibi, mevzuyu yanlış anlamış!"