“Niteliksiz” Olmak Nasıl Bir Duygu Sayın Müsteşarım

Abone Ol

MEB Müsteşarı Yusuf Tekin, Abbas Güçlü’nün deyimiyle “tasını tarağını toplayıp, bir zamanlar kartal olduğu” bakanlığa vedâ etmiş. Bir de twitterdan mesaj yayınlayıp “Toprağa ölçüsüz basmanın bile zâlimlik olduğunu salık veren bir inancın mensubu olarak” helâllik istemiş.

Sorun da bu zâten Müsteşar Bey! Beton binâların en korunaklı katlarına yerleşip, sâdece makam arabalarıyla dolaşınca ayaklarınız toprağa, çamura basmıyor. Vicdanlarınız da betonlaşıyor.

Tekin, sâdece mesâi arkadaşlarından, yâni memurlardan helâllik istemiş. Sosyal medya üzerinden “Helâl etmiyoruz.” diyenler olmuş.

Peki ya biz? Müsteşar Bey, çocuklarımı ve dâhi bu memleketin çocuklarını deneme tahtası yaptığı TEOG için, ne olduğunu anlayamadığımız bu seneki sınav sistemi için ve nitelikli-niteliksiz okullar ayrımı için bizden helâllik istemeyecek mi?

İster istesin, ister istemesin, kartal yuvasında aşağıda neler yaşadığımızı umursamadığı için bir veli olarak duygularımı söylemem lâzım. Neticede ben de mesâi arkadaşı sayılırım. Mahvettikleri çocukları evde düzeltmek için bir hayli mesâi harcadım.

Yalnız, Milli Eğitim memurları kadar nâzik olamayacağım. Onlar “Helâl etmiyoruz.” demişler. “Helâl etmiyoruz” ile “Haram olsun”un tesir gücü aynı değil.

Eski MEB Müsteşarı Yusuf Tekin’e hakkım haram olsun!

Oh ne âlâ! Yapın edin, umursamayın, vedâ günü geldiğinde de helâllik isteyin. Nasılsa bu millet, hakkını helâl etmede çok cömert değil mi?

Ayrıca kim, kime, neyi helâl ediyor? Mesele şahsî olsa kolay. O makamlarda, maaşlarda milletin de hakkı var.

Bizim, devletin-milletin hakkını helâl etmeye hakkımız da yok, yetkimiz de!

Yusuf Tekin’e seslenmek istiyorum:

Beter olun! Niteliksiz olun!

Zîrâ biz, TEOG’da beter olduk!

Niteliksiz okullarla perişan olduk!

Türkiye’de yüz binlerce veli ve öğrenci “niteliksiz” sıfatıyla baş etmeye çalışırken nitelikli bir hayat sürebilecek misiniz bilemiyorum.

Sakın, “Benim ne suçum var? Benden istenileni yaptım.” demeyin!

Zîrâ vereceğiniz en niteliksiz cevap, bu olacaktır!

……….

Hazır yeri gelmişken size, biraz, “ne oldum delisi” bürokratlardan bahsedeyim. Bu gözler, Ankara’da neler gördü neler…

Yusuf Tekinler, giderken helâllik istedikleri memurları, görev başındayken adam yerine koymazlar. Çünkü geldikleri yeri hatırlamak istemezler. Sınıflarına atladıkları insanlar arasında çok mutludurlar.

Onlara göre memurlar, kanaat bilmezler, hep daha fazlasını isterler. Devletin verdiklerini beğenmezler. Şükürsüz şeyler… Kendisi gibiler şükretmeyi bildiği için, Allah daha çok verir. Ah bunu, o memurlar da bir anlasalar.

Bu bürokratların en büyük motivasyonu, kendisine imrenerek bakan gözlerdir. Girip çıktıkları ortamlarda imrendikleri daha yukarı makamların ve yaşamların kendilerinde meydana getirdiği aşağılık kompleksini, emir altındaki insanlara bâzen emrederek bâzen merhamet ederek giderirler. Haşa, yarı tanrılaştıklarını fark etmezler. Makamların emânet olduğunu; emâneti teslim ederken sadâkatin ve hıyânetin hesâbını vereceklerini çok kolay unuturlar. Artık sadâkat, kendilerini o mevkiye getirenlerin ve yanlışlarına "doğru" diyenlerin işlerini hâlletmek; hıyânet ise yanlışlarına "yanlış" denmesidir.

Her makam sâhibi için mukadder olan o gün geldiği zaman da kendilerini avuttukları bir hellâlleşme töreni yaparlar. İnancımız gereği o iki kelimenin kalpten olmasa da ağızdan çıkması yetiyor ya. Kartal, şâhin olmayı bırakıp güvercin ürkekliğine, serçe âcizliğine bürünüp helâllik isterler.

Peki, iki-üç hâneli sayılarla ifâde edilen kalabalıkların gerisindeki milyonlar ne olacak? Ya milletin hakkı ne olacak?

Üstelik zulmün unutulması için düzenlenen bu helâlleşme törenleri, zulmün bir başka boyutu. Eşkıyâ yol kesip, yolcunun parasını almış; sonra silahı alnına dayayıp "Ben haktan korkarım. Hakkını helâl et!" demiş. Gücün sembolü olan, emir verilen, itaat istenen, nutuk atılan yer olan kürsüden helâlleşmek, şartlı refleks gereği, istenen cevâbı verdirir.

Fakat şimdi işler değişmiş. Twitter, kürsü yerine geçmiş.

Demek ki işler, memurların karşısına çıkamayacak kadar kötü.

Makamlara gelince, “makamların gelip geçici olduğu” edebiyatı yaparlar.

Makamlar geçince de bunalıma girerler.

Yazık, çok yazık!