“Ölenler geri dönmez”, ya yaşayan ölüler?

Abone Ol

Berdibek Sokpakbayev… 1924 – 1991 yılları arasında yaşayan Kazak Türkü bir yazar.  O, Kazakistan’ın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin bir parçası olarak Komünizmin hüküm sürdüğü bir dönemde doğup büyüyor ve 16 Aralık 1991 tarihinde ilan edilen bağımsızlıktan birkaç ay önce de hayata gözlerini yumuyor. Bir başka ifade ile 67 yıllık ömrünün hemen tamamı komünizm idaresi altında geçiyor.

Berdibek, Kazakistan’ın kırsal köylerinden birinde yokluk içinde yaşayan bir Türk ailesinin çocuğudur. Gençlik yıllarında ve henüz 16 yaşında iken İkinci Dünya Savaşı patlak verir. Almanlar Rusya’ya saldırıp bazı yerleşim yerlerini işgal edince asker alımları başlar ve yokluk, açlık gittikçe artar. Savaş başlayınca ağabeyi askere alınır.

O şartlar altında hem ailesine yardımcı olup hem de kendisini yetiştirecek olan Berdibek, Erkin isimli roman karakterinin şahsında bir bakıma kendi hayat mücadelesini anlattığı “Ölenler Geri Dönmez” isimli romanında komünist bir yönetim altında yaşamanın hemen bütün ayrıntılarını da ortaya seriyor. Öyle ki romanda, günlük hayatta yaşanan sıkıntılar, köylerle şehirler arasındaki farklılıklar, kıt kanaat, aç biilaç yaşayan insanların hayat mücadelesi olduğu gibi aktarılıyor. Bir romanda elbette kurgu vardır ve olmalıdır ama bu eserde olduğu gibi gerçek hayat hikayelerinin romanlaştırılması insanı daha çok etkiliyor. Hele bir de araya savaş girmişse!

Roman kahramanı Erkin, bizzat olayların içinde olduğu, hatta bir ara askere de alındığı için olup bitenleri çok iyi gözlemliyor ve yeri geldikçe, “Savaş kimileri için savaşken kimileri için de bolluktur” diyor. Savaş günlerine doğru Sovyetler Birliği’nin hemen her köşesinde savaş konulu filmler gösterime girer ve sürekli tekrarlanır. Erkin, kendilerine seyrettirilen bu filmlerle ilgili şunları söylüyor:

“Filmlerin hepsinde düşman korkak ve aptal olarak gösteriliyordu. Filmin sonunu izlemeden bilirdik ki, düşmanın külleri göğe uçacak ve yok olacaktı. Kızıl Ordu galip gelecekti… (Haliyle) savaşa gidersek kahraman olarak döneceğimize emindik…. Bilirsiniz ki hiçbir çocuk ‘bir gün ben de ölebilirim’ diye düşünmez. Ölenler başkalarıymış gibi gelir…”

Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, Sovyet yönetimi “birlik” içine alıp sözde “Özerk Cumhuriyet” adını verdiği bütün milletleri kendi amaçlarına hizmet edecek bir anlayışla hazırlamış. Ancak eserin akışı içinde pek çok örneği görüleceği üzere köylerinde, kentlerinde yaşayan insanları adeta   mahalli parti yöneticileri ile yerleşim yerlerinde oluşturulan ve bir çeşit Tarım Üretim Kooperatifi olan Kolhozların başına tayin ettiği kişilerin insafına bırakmış. O insanlar da çaresizlik içinde boyun eğip kaderlerine razı olmuşlar.

İşte, roman kahramanımızın/yazarımızın kendi köyü olan Tuyık’ta bulunan Kolhoz’un başkanı için yazdığı ifadeler: “Eğer gökte bir tanrının olduğu doğruysa, Tuyık halkına göre o Tanrı Nurali’ydi. Eğer yeryüzünde bir hükümet varsa o da Nurali’ydi!”

Kolhoz Başkanı’nın halk üzerindeki etkisi ya da forsu böyle olursa Komünist Partisi yetkililerinin etkisini bir düşünün bakalım:

“Son olarak İlçe Parti Komitesi Sekreteri konuştu. O ne diyorsa kanundu burada.”

Yazarımız Berdibek’in şahsında roman kahramanı Erkin bütün sıkıntılara, yokluk ve yoksulluğa rağmen kendisini iyi yetiştirmiş, iyi bir edebiyatçı, iyi bir eğitimci, iyi bir yazar olmuştur ama parti, rüşvet, dost, ahbap anlayışının hâkim olduğu bir düzen içerisinde mesleğini hakkı ile uygulamaya sokması mümkün değildir. Görev yaptığı okulların birindeki durumu şöyle anlatıyor:

“Öğretmenlerin çoğu kadındı. Öyle sıradan kadınlar değildi.  Biri İlçe Parti Komitesi Sekreteri’nin, biri hâkimin, biri savcının, bir diğeri başkomiserin; kısacası hepsi güçlü kişilerin eşleriydi. Öyle değilse gelinleri, kardeşleri veya akrabalarıydı. Okul müdürlerinin onlara karşı ilgileri özeldi.”

Bu durumda idealist bir öğretmenin, bir memurun kendini ispat edip yükselmesi, içinde bulunduğu topluma, ailesine faydalı olması mümkün değildi. Uygulanan yıldırma politikası karşısında boyun eğmekten başka çareleri yoktu. Yazar o kişilerin durumunu da şöyle anlatıyor:

“Komünizmi tek başıma düzeltemem ya, diyorlardı. Yoksa burada da eğitimli ve akıllı öğretmenler yok değildi, vardı. Adalet için mücadele edenlerin, seslerini yükseltenlerin şikayetçi, bölücü olarak adlandırılıp etiketlendirildiği bir gerçekti.”

Öğretmenlerin, memurların durumu böyle idi de gazeteciler farklı mı idi?

“Yazarlar partinin askeriydi. Elini alnına koyuyor ve emret komutanım diyorlardı!”

Yazarın/roman kahramanı Erkin’in sık sık vurguladığı gibi “Savaş kimileri için savaşken kimileri için de bolluktur.” Bu hemen her yerde ve her dönemde yaşanan yazılmamış bir “kural” gibidir. Erkin’in ağabeyi binlerce, milyonlarca örneği gibi askere alınıp savaşa gitmiş ve bir daha geri dönmemiştir. Geride kalanlar ise adeta yaşayan ölüler gibidirler. Açlık, yokluk, baskı, düzenlenen komplolar onları hayatlarından bezdirmiş durumdadır.

Erkin’in güldürürken düşündüren şiirleri de vardır. Onu çekemeyenler, öğretmenlikten ayrıldıktan sonra bile peşini bırakmazlar ve hakkında rapor tutarlar. Raporda, “Sivrisinek” isimli şiirinden akla hayale gelmeyecek kasıtlı anlamlar çıkarılmıştır:

“Bolat’ın yüzüne bir sivrisinek kondu/Emip doyup kıpkırmızı oldu/Hırslandım da bir fiske patlattım, /Sivrisinek öldü, Bolat’ı ağlattım.”

Raporcuların bu mısralara yaptıkları analize bakar mısınız?

“Bolat bir Sovyet çocuğudur. Peki, bu Sovyet çocuğunun kanını kim emiyor? Sıradan bir sivrisinek mi? Hayır! Yazarın sivrisinek olarak karakterize ettiği şey sömürü sınıfı yani kapitalistlerdir. Yazar, tombul yanaklı Sovyet çocuğunun kanını zalim kapitalistlere emdirmiştir. Şiir, Bolat’ın ağlaması ile biter. Burada ne tür bir öğretim var? Biz öğretmenler, yazarın Sovyet çocuğunu gülümsetmek yerine neden gözyaşını akıtma ihtiyacı duyduğunu anlayamadık.”

Yazar Berdibek doğumundan ölümüne kadar komünizmin hâkim olduğu Sovyet coğrafyasında yaşadığı için orada olup bitenleri, kendi yaşadıklarını, çevresinde gözlediklerini olduğu gibi romanına yansıtmış. Ancak kitabı okurken dikkatimi çekenlerin toplandığı bir nokta var, o dönemde olup bitenlerin çoğu bana hiç de yabancı gelmedi. Günümüzde de çokça şikayetçi olduğumuz liyakatsiz atamalar, eş dost kayırmalar, partizanlık, haksız, hukuksuz uygulamalar ve daha neler neler…

Onun için ayrıca yorum yapmıyor, değerlendirmeyi okuyucularıma bırakarak yazar Berdibek Sokpakbayev’in 100. Doğum yıldönümü anısına hazırlanıp yayınlanan bu değerli eserden dolayı TÜRKSOY Genel Sekreterliği ve Kazakistan Almatı Eyaleti yetkililerini tebrik ediyorum.