Mustafa Toygar’ın Prof. Dr. Orhan Kavuncu ile yapmış olduğu röportajda, 

“Enver Altaylı MİT’ten istifa ederek ayrıldıktan sonra neler yaptı? 

Enver Altaylı niçin/neden suçlandı ve tutuklandı?

70 yılını Türk Milliyetçiliği davasına vakfeden biri hain olabilir mi? 

Altaylı üzerinden Milliyetçiler dövülmek mi isteniyor? 

Enver Altaylı’nın mahkeme süreci nasıl geçiyor? 

Mümtazer Türköne ile de bir akrabalık bağınız var, Akrabalık bağları üzerinden de suçlanabilir mi? 

Oğlunuz Buğra Kavuncu FETÖ’cü mü? 

İYİ Partiye bir operasyon mu?” sorularının cevabı arandı.

Röportajın en çarpıcı bölümleri şöyle:

Mustafa Toygar: Enver Altaylı niçin/neden suçlandı ve tutuklandı?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Enver Altaylı 18 Ağustos 2017’de gözaltına alındı. 16 Ağustos’ta Türkiye’ye gelmişti yurtdışındaydı. Geldikten iki üç gün sonra gözaltına alındı ve bir hafta kadar gözaltında kaldı. 27 veya 28 Ağustos’ta tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi MİT’de çalışan Mehmet Barıner isimli genç 22-23 yaşlarında bir gençle telefon görüşmesi. Genç ifadesinde diyor ki “Enver Altaylı ’ya ben telefon ettim yurtdışına gitmek istiyordum yardımını istedim. O da bana; ‘müsterih ol her şey iyi olacak’ dedi diyor.”

Enver Altaylı gözaltına alınınca soruluyor Enver Altaylı da “evet hatırlıyorum bana telefon etti, ben ona ‘sen Devletin çok temel bir kurumunda çalışıyorsun, kurumun sana emrettiği neyse onu yap sakin ol merak etme’  dedim” diyor. Şimdi bu iki ifadenin ikisinden hangisi doğru olursa olsun Enver Altaylı’nın tutuklanması için bir sebep teşkil etmez. Ki Mehmet Barıner mahkemede bu ifadeyi baskı altında verdiğini söyleyerek reddetti. Ve anlaşıldı ki, Enver Altaylı gözaltına alındıktan sonra Mehmet Barıner’in ifadesi alınmış, yani delilden hareketle gözaltı değil, gözaltından sonra delil aranmış…

O zamanki tutuklanma gerekçesi örgüte üye olmamakla beraber örgüte yardımcı olmaktı. İlk tutuklanma gerekçesinde bu yazıyordu.  Sonra iddianame giderek evirildi, soruşturma esnasında örgüte yardımcı olmaktan örgüt üyeliğine döndü, sonra da iddianamede örgüt yöneticiliğine kadar Enver Altaylı’yı yükselttiler. Bunlar bile iddianamedeki çelişkileri ortaya koyuyor, 30 aya yakın tutuklu kaldı iddianame hazırlanmadan tecrit şartlarında tek başına kalıyor dokuz metrekarelik bir yerde. İddianamesinin bu kadar geç hazırlanmasının sebebini avukatlara sorduğum zaman “dijital kayıtların çözülmesi bekleniyormuş” diyorlar. Bunlar bu kadar uzun sürecek şeyler mi? Tutukluluk hali ile ilgili, en son yargı reformuyla, yeni bir durum ortaya çıktı; tutukluluk halinin bu maddeye göre sona erip tahliye edilmesi gereken zamandan üç gün öce iddianame mahkemeye sevk edildi. Mahkemece kabul edildi ve tahliye edilmesinin de önüne geçildi. Tutukluluk hali şu an üç seneyi geçti, 40 aya yaklaştı.

Mustafa Toygar: Sanırım bir de casusluk suçlaması var. Hangi bilgileri ne sıfatla kimden almış kimlere servis etmiş?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Casusluk iddiası iddianamede Enver Altaylı’nın sonradan bilgisayarında görünen İngilizce bir rapora dayanıyor uluslararası bir örgüte yazdığı iddia ediliyor. Ama Altaylı benim böyle bir şeyden haberim bile yok diyor bunların delil kabul edilmemesi gerektiği yönünde de itirazlarını yaptı.  Fethullah Gülen’e mektup yazdığı söyleniyor 2008-2009’da yazılmış eğer doğruysa ki Enver Abi; ‘yok’ diyor ‘ben böyle bir mektup yazmadım’ diyor. Ben mektubun metnini daha iddianame hazırlanmadan epeyce önce Mahmut Övür’ün yazısında okumuştum, yani dosyanın gizliliği gerekçesiyle avukatlara verilmeyen bilgiler gazetecilerin elindeydi. Bunların dijital yasaklı delil olduğu yönünde itirazlar yapıldı ama, avukatların savunma esnasında söylediği gibi, velev ki doğru olsa ne örgüt yöneticiliği, ne de casusluk için somut delil teşkil etmezler.

Mustafa Toygar: Altaylı üzerinden Milliyetçiler dövülmek mi isteniyor?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Evet ve buna bazı milliyetçiler maalesef alet oluyor. Yarın bir gün kendilerinin de kurban edileceğinden habersiz dikkatli olmaları lazım farkında olmaları lazım habersizler. Altaylı üzerinden Ruzi Nazar ile Türkeş beyin dostluğu yargılanıyor; sanırsınız ki 12 eylül öncesi mücadelemizi tamamen CIA organize etmiş…
 
Mustafa Toygar: Enver Altaylı’nın Ruzi Nazar’la ilişkisi üzerinde çok duruluyor. Siz bu konuda ne diyorsunuz?

Prof.Dr. Orhan Kavuncu: Daha önce yazmıştım. O yazımda anlattıklarımı burada özetleyeyim.

Ruzi Nazar ile Enver abinin tanışması, Enver Altaylı’nın Ruzi Nazar kitabında (2013) anlattığına göre, 1965-66 yıllarıdır. Yani Enver Altaylı 21 Mayıs 1963 darbe teşebbüsüne katıldığı suçlamasıyla 1459 öğrencinin tamamı arasında 19 yaşında Harp Okulundan atılmış, Hukuk Fakültesine girmiş, Yeni İstanbul Gazetesinde çalışmaktadır. Yani 21-22 yaşlarındadır. Enver Altaylı’nın MİT’e alınması için rahmetli Fuat Doğu’ya tavsiyede bulunanlar arasında Ruzi Nazar, Alparslan Türkeş ve Dr. BaymirzaHayit vardır (Enver Altaylı, 2013).

Ruzi Nazar’a gelince, 30 Nisan 2015’te 98 yaşında Türkiye’de vefat etti. Ruzi Nazar rahmetlinin ve Türkistan Ordusu mensuplarının hazin hikayesi öyle birkaç dakikaya sığmaz. İkinci Dünya harbinde Ruslar Kızıl orduya Müslüman-Türk gençleri geri hizmetlerde istihdam etmek üzere alırlar. Ama bu yavruları birkaç haftalık eğitimden sonra Almanların karşısına cepheye gönderirler. Bu gençlerden esir düşenler arasında yetişmiş aydınlar vardır. Bu aydınlar aracılığıyla Alman Nazi yönetimi bu esirlerden Türkistan Milli İstiklal Ordusu oluşturur. Önceleri sünnetli oldukları için Yahudi sanılarak gaz odalarına gönderilen bu insanlar, sonra Müslümanların da sünnetli olduğunu Almanlar öğrenince gaz odalarına gitmekten kurtulmuşlardır. Harbin sonunda, hastalıktan ve savaşta ölen kitleden geriye kalan birkaç bin kişi anlaşma gereği Ruslara iade edilir; onların da çoğu memleketlerine gidemeden “infaz” edilirler. İşte Ruzi Nazar, geriye kalan birkaç düzine bahtlı insandan birisidir. Rahmetli Cengiz Dağcı da onlardan birisi olarak hayatlarını “Onlar da İnsandı” romanında çok güzel anlatır.

Şimdi empati yapınız. Bataklık, sıtma, savaş sonrası 1945’li yılların mahrumiyet şartlarını tasavvur ediniz. Yardım sever insanlık timsali Alman, İtalyan, İngiliz ailelerin bu kalan birkaç insanı nasıl saklayıp baktığını Cengiz Dağcı çok güzel anlatır. Ama vicdanı körelmiş satılık kalemşörler tenezzül edip okumamışlardır; okusalar da es geçmeyi marifet sanmışlardır. Çünkü pusulaları, Sovyetler dağıldıktan sonra da Moskova’ya ayarlıdır.  Yaşamanın bile mucize olduğu o şartlarda Ruzi Nazar CİA’dan iş teklifi almışsa, kabul etmesi hem hayati bir zaruret hem de Türkistan davası için bir fırsattır. Solcu kafalar dahi bunu anlayabilir, yeter ki azıcık vicdanı olsun. Bu bahtlı insanlar arasında benim tanıdığım iki üç kişi vardır: biri muhterem Ruzi Nazar; diğeri muhterem Dr. BaymirzaHayit, bir diğeri İzmir’de rahmetli olan Burhanettin Semerkantlı amca... Hepsi rahmetli oldu. Mekanları cennet olsun. Bir dördüncüsünü Peşaver’de tanıdım: Azadbeg rahmetinin babası Dr. Vakıfbeg Kerimi, o da rahmetli oldu. Bildiğim beşinci bir isim de Cengiz Dağcı. Hepsi rahmetli oldu. Allah taksiratlarını affetsin, mekânları cennet olsun.

Mustafa Toygar: Biraz bahsettiniz ama mahkeme süreci nasıl geçiyor?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Mahkeme Nisan ayında başladı. Tutukluluğunun 32. Ayında, daha önce de belirttiğim gibi iddianame oluşturuldu, yüzüne okundu savunmasını da yaptı. Tabi basında yazılan çizilenleri insan esefle takip ediyor, zayıf bir savunma yaptı diyor mesela bir gazete. Son (bu mülakat 29 Ekimde yapılmıştı, 30 Ekim ve 9 Kasım’da iki celse daha geçti, 14 Kasım’da da son celse oldu) 17 Ağustos’ta sanıyorum mahkeme; korona virüs dolayısıyla Enver Ağabey duruşmaya katılmıyor. Online bir sistemle katılıyor tabi orada savunması tam anlamıyla anlaşılamıyor okunamıyor da adliyeye girip çıkması da son derece sakıncalı, 76 yaşında. 4 sanıklı bir davada bir sanık Enver ağabeyin damadı, öbür sanık bahsettiğim MİT elemanı Mehmet Barıner, bir de Enver ağabeyi kaçırma teşebbüsünde bulunacağı iddia edilen bir iş kadını.

Bu hanımın verdiği ifadeleri de mahkemede Enver ağabey savunmasını yaparken öğrendim. Enver ağabey Türkiye’ye 16 Ağustos’ta geliyor; yani mahkeme safahatı nasıl geçti diyorsunuz ya; bu kadın diyor ki Serhat Ilıcak bana geldi “bir yazar arkadaşım var yurtdışına çıkarmamız lazım dedi” diyor. Sonra da gözaltına alındığını duyulunca Enver Altaylı’ydı diye söyledi bana diyor, o zaman anladım bana teklif edilen yazarın Enver Altaylı olduğunu. Serhat Ilıcak kim? Enver ağabeyin arkadaşı Bodrum’a yerleşmiş. Rahmetli Kemal Ilıcak’ın, eski Tercüman Gazetesinin sahibinin yeğeni. Halbuki Enver Altaylı 16 Ağustos’ta Türkiye’ye geliyor; Serhat Ilıcak ise 15 Ağustos’ta yurt dışına çıkmış. Yani Serhat Ilıcak, bu hanım ile Enver ağabeyin kaçırılması için konuştuysa bile 15 Ağustos’tan önce konuşmuş; Enver ağabey o tarihte zaten yurtdışında, yurtdışındaki adamı yurtdışına kaçıracaklar yani. Dolayısıyla ya kadın yanlış hatırlıyor, Serhat’la konuşmasında bir yazar ismi geçmiştir ama Enver Altaylı mıdır değil midir, belli değil. Yani böyle tutarsızlıklar var.

İddianamede Enver ağabeyin telefon görüşmeleri delil olarak kullanılıyor ama Enver ağabey savunmasında diyor ki, benim Rasim Bölücek’le görüşmelerimi iddianameye yazmışsınız ama ben rahmetli Erol Olçak ile kaç kere telefon görüşmesi yaptım. Mücahit Arslan’la, İbrahim Kalın ile de görüştüm bunları niye yazmıyorsunuz; Tuğrul Türkeş’le de görüştüm niye yazmıyorsunuz diyor, bunlar da iktidar taraflısı adamlar dolayısıyla ben vatana millet menfaati ile ilgili bir konu varsa her siyasi partiden herkesle görüşür, onlara görüşlerimi telkin eder, anlatırım. Bu görüşmelerden dolayı, iddianamede, benim Kemal Kılıçdaroğlu’nu yönlendirdiğim, onu etki altına aldığım, örgüt adına planlar yaptığım gibi bir takım iddialar görüyoruz, beni kullanıyorsunuz, ben kendimi kullandırtmam diyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nu benim üzerimden yıpratma kampanyası başlatıyorsunuz ben buna müsaade etmem diyor. Duruşmanın özeti bu.