Son elli yılın en özel kuşağı hangisi diye sorsalar herhalde büyük çoğunluk 78'ler kuşağı diye cevap verirdi. Gerçekten de özel meziyetleri olan bir kuşaktı 78'ler kuşağı. Bir defa idealisttiler, vatan, ezan, bayrak için gençliklerini feda edebilecek kadar cömerttiler. Yetiştikleri olağanüstü şartlar onları çelikleştirmiş, her birini lider şahsiyet haline getirmişti. En zor şartlar altında kritik kararlar verebilecek özgüvene ve tecrübe birikimine sahiptiler.
Peki kimdir 78'ler kuşağı? O tarihlerde yaşı 17-25 arasında olanlar. Yani 55 ila 63 yılları arasında doğanlar, kimliklerini ağır mücadelelerin verildiği siyasi çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde edinenler.
O kuşağın meziyetleri saymakla bitmez. Neredeyse ülkenin bütün üniversitelerinin Marksist guruplar tarafından parsellendiği, sağda solda kızıl bayrakların asıldığı dönemler bazıları imanometre ile milletin imanını ölçmek ile meşgulken, onlar tıpkı milli mücadeleyi veren ecdat gibi ileri atıldılar. Hesapsız, kitapsız, beklentisiz bir mücadele verdiler. Kendileri düştüler ama bu ülkeyi, bu milletin bayrağını düşürmediler. Onlar imanlarının gücünü, Allah'a ve Resulüne bağlılıklarını gaza meydanlarında gösterdiler. İman ölçücülerin yatak odalarında yaptıkları mücahitliğe takılıp kalmadılar. İman ve ihlâsın gaza meydanlarında ölçüldüğünün şuurundaydılar.
Bugün çoğunun yaşları 70'lere dayanmış olmasına rağmen hala her birinin bakışında aynı gözü karalığı, aynı vatan sevdasını, aynı ülkü ateşini görmek mümkün. Bedenleri ile yaşlandılar, ruhları ile hep dipdiri ve genç kaldılar. Hala kim var? Sorusuna önüne arkasına bakmadan ben varım diyebilecek yürekteler.
Onlar için ne yazsak az kalır. Hiç birinin oyuncağı olmadı, sokaklarda, tarlalarda, mahalle aralarında topaç çevirerek, naylon topun arkasından koşturarak veya çelik çomak oynayarak büyüdüler. Bir çoğunun çocukluk resmi bile yok. Sevdiler, sevildiler ama hep yüreklerine gömdüler. Aşkları da kendileri gibi temizdi. Derunlarında kalmış sevgiliyle tek irtibatları sık sık penceresinin önünden geçmek ve utana sıkıla göz ucuyla camlara bakmaktan ibaretti. Bugünküler gibi dokunarak değil, görerek sevmişlerdi.
Dövmüş, dövülmüş, işkencelerin ihanetlerin en ağırını görmüş bu neslin daha hikâyesi bile yazılamadı. Onların kanlarını sebil ettiği yerlerde önce muhterislerin, menfaatperestlerin saltanat arabaları geçti. Onların kan ve gözyaşları bazılarının günah sofralarına meze oldu. Onları yokluğa sürenler onların zafer türkülerinden kendilerine nice zenginlikler devşirdiler. Onlara ise verdikleri mücadelenin işporta tezgâhında nasıl metalaştırıldığını görmenin acısı düştü. Yokluğa, ihanete, sahipsizliğe tahammül ettiler ama kanları üzerine kurulan zenginlik piramitleri onlara kurşundan, mahpushanelerin soğuk duvarlarından, sehpaların ürperticiliğinden daha ağır geldi. Onları düzen öldüremedi, Marksistler öldüremedi ama dostlarının vefasızlığı, ülkücülük tüccarlarının ihaneti öldürdü. Onları biz öldürdük. Ülkücülüğü, milliyetçiliği pazarlayanlar öldürdü. Kutlu bir nesildiler, kavga ile doğdular, acılarla büyüdüler, işte sessiz sedasız aramızdan ayrılıyorlar. Unutulmuşluğun, satılmışlığın zehrini içerek....