Politika

Özgür Özel: "Tayyip Bey, ... Yoksa nal toplarsın"

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Tayyip Bey, bizimle mücadele etmenin yolu, açtığımız kreşleri, yurtları kapatmak değildir. Bizimle mücadele edeceksen, senin de belediyelerin var. Sen de kreş yapmaya, sen de yurt açmaya, sen de CHP gibi israfa değil, hizmete yönelik belediyecilik yapmaya başlarsan o zaman bizimle rekabet edebilirsin. Yoksa nal toplarsın” ifadelerini kullandı.

Abone Ol

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, iktidarın CHP’li belediyelerin kreşlerini kapatma girişiminde bulunduğunu açıkladı. Özel, “Belediyelerimiz 653 çocuk bakımevi, 75 tane yurt açtı. Milli Eğitim Bakanlığı, Çevre ve İçişleri bakanlıklarına yazı yazmış, ‘Kreş, Milli Eğitimin işidir, yenisini açtırmayın, eskilerini kapatın.’ Hadi gelin kapatın, hodri meydan. Bu uygulamanın sonuna kadar arkasında duracağız. Tayyip Bey, bizimle mücadele etmenin yolu, açtığımız kreşleri, yurtları kapatmak değildir. Bizimle mücadele edeceksen, senin de belediyelerin var. Sen de kreş yapmaya, sen de yurt açmaya, sen de CHP gibi israfa değil, hizmete yönelik belediyecilik yapmaya başlarsan o zaman bizimle rekabet edebilirsin. Yoksa nal toplarsın” ifadelerini kullandı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla CHP Kadın Kolları Genel Başkanlığının düzenlediği "Çare Eşitlikte" Çalıştayı’nda konuştu. Özel, kadın cinayetlerine, iktidarın kadınlara bakış açısına, CHP'nin kadın politikalarına ve CHP'li belediyelerin açtığı yurt, kreş ve bakımevlerine ilişkin açıklamalarda bulundu. 

Özel'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle: 

“Gün boyunca yapılan çalıştayla ilgili Kadın Kolları Genel Başkanı’mızdan Genel Sekreter’imizden ve organizasyona katkı sağlayan arkadaşlardan çok verimli çalışmalar yapıldığını, yuvarlak masalardaki üretimin ve birlikte üretme heyecanının çok önemli çıktılarının olduğunu büyük bir memnuniyetle takip ettim. Bunun için buraya katılan kadın örgütlerine, tüm örgütlü yapılara ve buna ev sahipliği yapan CHP Kadın Kolları’na yürekten teşekkür ediyorum.

25 Kasımlarda kadınların özel yaşamda, aile içinde, sokakta, işyerinde maruz kaldığı şiddete dikkati çekmek, toplumda farkındalık yaratmak ve mücadele etmek için bugünü hep birlikte yoğun etkinliklerle geçiriyoruz. Kadınların yaşadığı sorunları maalesef tüm dünyada çok yoğun ve gözle görülür bir şekilde artıyor ancak bu durum Türkiye’de özellikle batı ülkelerinden çok daha fazla bir şekilde yaşanıyor. Ben konuşmama hazırlanırken bana sunulan bazı verilerin ve baktığım bazı verilerin ne kadar hazin olduğu, bendeki algının da ötesinde olduğunu büyük bir üzüntüyle gördüm.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2023 Aralık’tan 2024 Ekim sonuna kadar, 10 ay içinde tam 371 kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü,  207’sinin ise ölümünün şüpheli olduğunu açıkladı. Yani yılın 10 ayında 600’e yakın bir kadın katlinin ortada olduğunu ifade etti. 2023 yılında 28 kadın koruma kararına rağmen, 2024’ün ilk 6 ayında 16 kadın tedbir kararına rağmen öldürüldü. Dünya Ekonomik Forumu küresel cinsiyet uçurumu endeksi diye bir endeks yayınlıyor. 146 ülkeyi incelemişler. İyi bir yerde olmadığımızı biliyordum. 20 yıldır ciddi bir gerileme içinde olduğumuzu biliyordum ama 146 ülke arasında 129. olduğumuzu ben dahi tahmin etmiyordum. Türkiye’nin önündeki ülkelere baktığımda inanamadım. Küresel cinsiyet uçurumunda, yani kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin uçuruma dönüştüğünü ifade ediyorlar ve biz burada 129. ülkeyiz. Hemen 3 sıra önümüzde Suudi Arabistan var, bizden iyi. 125. sırada, 120’de Burkina Faso, Bahreyn 116., Tacikisitan 112. Kamboçya 102., Çin 106., Uganda 83., Etiyopya 79. sırada. Türkiye’yi 22 yılın sonunda bu noktaya getiren ve hala daha ‘hanımlarımız, hanım kardeşlerimiz’ diye dilini bile Türkiye’deki kadın hareketine dayatmaya çalışan bir iktidar var, bu onların eseri.

OECD verilerine göre korkunç bur rakam var. Tüm Avrupa’da en kötü rakam, yüzde 38 oranında Türkiye’de kadınlar şiddete maruz kalıyorlar ve maalesef kadınların yüzde 70’i gece sokakta tek başına ilerlerken korktuğunu ifade ediyor. Bunların hepsinin toplamının bir sonucu var, biraz önceki rakamlar ama bir sebebi var. Ülkeyi yönetenlerin kadını nerede konumlandırdıkları; kurumları, partileri yönetenleri, kamu yöneticilerinin de toplumda, şirkette, partisinde, kamuda nerede... Esasen kendi kafasında nerede konumlandırdığıyla ilgili.

Kadın deyince akla, ‘Ya ne kadın, hanım deyin, bayan demekte ne durum var’ diyerek daha kadınlara nasıl hitap edileceği konusunda bile bir dayatmacı eril dil devreye giriyorken bu kadını her seferinde aile, ev, eş, anne ya da evde engellisine, yaşlısına bakan biri olarak ve elmanın iki yarısından biri... Biri dışarıda siyaset yapacak, para kazanacak, toplumsal hayat içinde olacak, istediği gibi gezecek, tozacak, eğlenecek, istediği gibi kazanıp harcayacak; onun getirdiğiyle birileri evde geçinecek, evi geçindirecek, engelliye, yaşlı anneye, çocuklara bakacak, evi temizleyecek, yemeği hazırlayacak, her şeyi dışarıdaki her şeye karar veren erkek için elverişli hale getirecek. Akılda bu var, bu yüzden sürekli aileye vurgu var. Biz, kadının ailedeki yerinin önemini tartışıyor ya da kadının anneliğinin ne kadar kutsal olduğunu tartışıyor ya da kadının toplum yaşamından erkeğe göre ne kadar daha hem becerikli hem erkeğe göre ne kadar daha vicdanlı olduğunu tartışıyor değiliz ama kadını eve sıkıştırmaya, sadece eş veya anne olmaya sıkıştırmak başka bir sonuç doğuruyor. O yüzden de bakıyorsunuz pratiğine, ne yapıyorlar ülkeyi yönetenler? Bir kabine kuruyorlar. Bu kabineye 17 bakan. Bir de Cumhurbaşkanı Yardımcısı atıyorlar, kendisi zaten erkek, 19 ve o kabinenin bir tane kadın var. O kadın, Aile Bakanlığı’ndan sorumlu. Mesaj net: Dışişlerinden anlamazsın, İçişleri Bakanlığı senin için değil, kültür-sanat sana ne, Milli Eğitim’i sen mi bileceksin, hele hele ekonomiyi nasıl yönetebilirsin. Sen kadınsın, evdesin, aileden sorumlusun. Bir tane kadın bakan var, o da hepinizin adına aileden sorumlu ve öyle bir düzlemde toplumsal hafızamıza kazınan kadın cinayetlerinden, daha 17 yaşında öldürülen Münevver Karabulut’u, 19 yaşında katledilen Özgecan Aslan’ı, kızının gözünün önünde yaralıyken ‘ölmek istiyorum’ diye yalvaran Emine Bulut’u unutmadık. İstedikleri kadar bu zihniyetle ülkeyi yönetenler ‘azalacak’ desinler, daha son dönemde İstanbul’da canice katledilen Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i, Van Gölü kenarında ölü bulunan Rojin Kabaiş’i, Adıyaman’da evladının gözünün önünde vurulan Merve Daşcan’ı isimlerini anmadan ve bu son acıları bir kez daha hatırlatmadan geçmeyeceğim.

Daha geçen ay Adana’da aynı gün 5 kadın, 5 ayrı olayda canlarını teslim etti. Sadece geçtiğimiz aylarda Aydın’da 29 yaşındaki Neriman Yükçü, şikayet ettiği eski eşi tarafından, Kayseri’de de 43 yaşındaki Hatice Gül, uzaklaştırma kararı aldırdığı eski sevgilisi tarafından, Antalya’da 57 yaşındaki Fadim Demirhanoğulları da uzaklaştırma kararı da varken boşanma aşamasında olduğu eşi tarafından katledildi. Bu kadınları korumak için yasal düzenlemeler var, uygulamalar var, uygulayıcılar var ama bir şey eksik; eksik şey, kadın cinayeti işleyenlere cesaret veriyor ve birilerine de diyor ki, ‘Talimat böyle’ uygulayıcılara. Çünkü biz 2011’de bütün dünyanın gözü önünde, haklı olarak övünerek, adına da dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’umuzun adını vererek, sonra Meclis’e geldiğinde o gün 4 siyasi partinin dördü birden üzerinde en olumlu şekilde konuşarak, el kaldırarak, kararı alkışlayarak İstanbul Sözleşmesi’ni geçirmiştik. O yıl ilk kez kadına karşı şiddet vakalarında azalma görüldü. O yıl ve takip eden yılda katiller bir durdu, dedi ki, ‘Bunlar kafayı bu işe taktı.’ Hatırlayın kapkaçı, bugün Türkiye’nin gündeminde kapkaç yok. Eskiden kadınların kollarından çantalarını alıp, kadınları yerlerde sürükleyip, bazısının ölümüne sebebiyet veren kapkaççılar vardı. Yaptılar, toplumsal tepki yükseldi, Meclis’te bir kanun çıkardık, dedik ki, ‘Kapkaç, öyle basit bir olay değildir. Cezası 1,5 yıl değil. 11 yıldır üstüne ağırlaştırma, şiddet olmuşsa, zarar görmüşse ve onu nitelikli halini çok da ağır tarif edip kadının kolundan çantayı kapana ‘Bunu tatbik edeceksin’ dedik. Bıçak gibi kesildi. Dedi ki, ‘Pabuç pahalı, bunlar kapkaçı bitirmek için bütün partiler bir araya gelip bu kararı verdi.” Bakın o kapkaç şimdi ortada yok, çok az, çok nadir. Ama bugün kadın cinayetleri artıyor, adam İstanbul’da bir yerde bir kadını bir yerde bir kadını öldürüyor. Sinan Ateş’in katillerinden bir tanesi kelepçelerinden kurtuluyor, 2 kadını öldürüyor çünkü İstanbul Sözleşmesi’nden ilk girdiğimiz ve ülkedeki bütün zorluklara rağmen oy verdiğimiz o sözleşmeden bir gece, bir kişi tek başına hukuksuzca ve aslında uluslararası hukuk açısından da geçerliği olmaması gereken bir şekilde tek başına çekiliyor. Aslında o gece Sayın Erdoğan, o sözleşmeden tek başına çekilirken devletin bütün gücünü, desteğini, kararlılığını, parlamentonun duruşunu kadınların arkasından çekti. O yüzden şu anda sokakta yürüyen kadın yüzde 70 arkasından biri saldıracak mı diye korkarak yürüyor, o yüzden yüzde 38’e vardı bugün kadına karşı şiddet, o yüzden kadın cinayetleri bu halde, o yüzden kadını arkasından devleti kurallarıyla ve kurumlarıyla çeken bu anlayışı reddediyorum ve kınıyorum.

Seçimde dünya kadar söz verdiler. Emekliye, ‘sizi asla enflasyona ezdirmeyeceğiz’ dediler. Asgari ücretliye, ‘Yılda iki zam normal, dört de yapabiliriz’ dediler. Çiftçiye, ‘Size Gayrisafi Milli Hasılanın yüzde 1’ini prim olarak vereceğiz’ dediler. Esnafa, öğretmene, gençlere, memura söz verdiler; hiçbir sözü tutmadılar. Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimden önce verip de tuttuğu tek söz var, o söz de HÜDA-PAR’cılara, Hizbullahçılara İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma, bir daha dönmeme sözüdür, bir tek bu sözü tutmaktadır. Peki biz ne yapacağız? Bendeki not, partinin müktesebatıyla, yazılmış belgeleri ile sınırlı. Şüphesiz bu çalıştayın yani ‘Çare eşitlikte’ dediğiniz bu çalıştayın çıktıları ve sonuç bildirgesi yeni çerçevemiz olacak. Öncelikle ilk olarak önümüzdeki ilk seçimde, seçime giderken toplumsal muhalefeti ayırmadan, birbirine düşmesine izin vermeden, sarayın oyunlarıyla ayrı ayrı durmalarına ve yeni seçim yenilgilerine sebebiyet vermeden, sorumlulukla tüm muhalefetle, omuz omuza, kol kola girerek hep birlikte önce ilk iş bu iktidarı değiştireceğiz ve iktidar olacağız. Ardından bu ülkede, eşitlik gelsin diye atılması gereken ne adım varsa hep birlikte buralarda konuştuğunuz, tartıştığınız, ürettiğiniz tüm çözüm önerilerini hayata geçireceğiz. İlk iş, iktidarımızın cumhurbaşkanının atacağı ilk imza İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden Meclis’e yollamak olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin geçirdiği ilk kanun İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden yürürlüğe koyacak. Bana kalırsa halen yürürlüktedir. Kendim de dava açtım Danıştay’da, ikiye bir reddettiler. Sizin davalarınızı da reddettiler ama uluslararası kuruluşlara da yazıyoruz, bizce yürürlüktedir. Ama o gün tereddüt olmasın diye, kararlılığımızı göstermek için ilk atılan imzaları atacağız. O imzaları atmam için yani ya Meclis’teki kanun teklifinin altına imzayı atmam için ve bunu büyük bir gururla paylaşmam için 24’üncü dönemde yani bu parlamentoya ilk geldiğimde birlikte görev yaptığımız kadın milletvekilleri beni bu binada odamda ziyaret ettiler ve bana içinde mürekkebi mor renk olan bir dolmakalem emanet ettiler. O emaneti iktidara kadar saklayıp, o imzayı o kalemle atacağım.”

Kadın cinayetlerinde iyi hal indirimi, haksız tahrik indirimi gibi safsataları gerekli yasal düzenlemeleri yaparak ya da uygulayıcılara gerekli güveni vererek mutlaka ve mutlaka hızla yerine getireceğiz. Adalet sisteminde şiddet mağdurlarının korunması ve haklarının etkin şekilde savunulması için özel birimler kuracağız. Kadın cinayetleri ile mücadele için özel birimler oluşturacağız. 6284 sayılı kanunun etkili şekilde uygulanmasını sağlamak için kolluk kuvvetleri ve yargı mekanizmalarına yönelik özel eğitimler, çalıştaylar düzenleyecek, şiddeti önleyici mekanizmaları güçlendirecek, 6284’ü en sert ve net uygulayanlara teşvik edecek, ödül verecek, orada zayıf davrananlara gerekli işlemleri yapacak, uyarıları yapacak ve devletin hem mevcut kanunları uygulaması hem de yenilerini yapması için ne gerekiyorsa yapacağız. Parlamentoda ve yerel yönetimlerde kadın - erkek eşitliğini izlemek, değerlendirmek, şiddetle mücadele etmek için İzleme Komisyonları kuracağız ve bunların sivil toplumun katılımıyla kararlar almasını, sivil toplumun katılımıyla işlemesini sağlayacağız. Ve söze girdiğim yerden tamamlayayım. Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 bakanı, bir cumhurbaşkanı yardımcısı, kendi dışında 18 kişiden oluşan bir kabinesi var. Onu takip etmek için bizim de kurduğumuz bir gölge kabinemiz var. Recep Tayyip Erdoğan’ın kabinesinde biraz önce söyledim, bir kadın var, o da aileden sorumlu. Bizim kabinemizde 18 kişiden dokuz kadın var. Eskiden böyle salonlara girerdik ve bu salonlarda kadın MYK üyelerimiz üç kişi bir yerde otururlardı. Onların emeği çok, bugünlere geldiysek onlarla. Veya dört kişi bir yerlerde otururlardı. İkisi gelmese, iki kadın MYK üyesi olurdu. Şimdi salona girdim, böyle geldim, geldim, el sıka sıka bitmedi. Parti Meclisi’nde yaş ortalaması 43 olan kotalara tam uyulmuş. MYK‘da yaş ortalaması 46, yarısı kadın olan arkadaşlarımızla çalışıyoruz. Tüzükte bütün dirençlere rağmen üç adımlı bir aşamada eşit temsili tüzüğümüzde getirdik. Her seferinde 40,45, 50. Belki çok daha hızlanması için bir değişikliği de bir başka kurultayda, bir maddeyle yaparız. Ama Cumhuriyet Halk Partisi gelecekte Türkiye’yi nasıl yönetecekse bugün öyle yönetilmeye çalışılıyor. Ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin oluşacak yeni meclis grubunda kadın sayısı Atatürk’ün 100 yıl önce kurduğu Cumhuriyet’e ve 90 yıl önce, 80 yıl önce yaptığı devrime uygun hale gelecek. Eninde sonunda, çok yakında eşit temsile kavuşacak.  

Kadına yönelik şiddetle mücadele için hep birlikte olacağız ve o güne giderken aldığımız karar şu: Biz kadını korumak, güçlendirmek için kadını önce ekonomik özgürlüğüne kavuşturmayı düşünüyoruz. Bunun önündeki en büyük engel, kadının işgücüne katılımındaki düşük oran. Bunun sebepleri yoksulluk ve bunun sebepleri çocuğunu bırakacak bir yerin olmaması. Çalışsa asgari ücret 17 bin lira, çocuğuna istenen kreş parası 20 bin lira ve burada CHP’li belediyelerden önce kreş yoktu. CHP, iki şeye çok önem veriyor: Kreş ve öğrenci yurdu. Belediyelerimiz şu ana kadar 653 tane çocuk bakımevi açtılar. Hepsi çok modern, temiz ama hepsi yoksul, düşük gelir seviyesindeki ailelerin çocuklarına bakıyor. Hatta şimdi gece bakımevleri var, vardiyadaki annelerin de yararlanması sağlanıyor. Günün 24 saati hizmet veren çocuk bakımevlerimiz var.

Ankara Valiliği’nden dün ABB’ye, Manisa Valiliği’nden Manisa Büyükşehir’e ve İçişleri, Milli Eğitim ve Çevre Bakanlıklarından valiliklere gelen yazılar var. Dedikleri şu: ‘CHP’li belediyeler ışık hızında kreş açıyorlar. Bütün anketlerde CHP belediyeciliğinden müthiş bir memnuniyet var. Biz de biliyoruz, onlar da biliyor ve en çok memnun olunan alanların başında kreşler geliyor.’ Binlerce anne işe gitme imkanı buluyor, çocukların karnı doyuyor, süt içiyor, oyun oynuyor. Bu Sayın Erdoğan’ın karnını ağrıtıyor. Bu ‘Anne Kart’ uygulaması hızla yaygınlaşıyor. Seçmen davranışını en çok etkileyen belediye hizmeti olarak tescil edildi.

İstanbul’da sıfır olan kreş sayısı 105’e çıktı. Ankara’da 36 tanesi yeni açıldı ve bütün Türkiye’de 653, bini geçmemiz an meselesi. Tarikatlara gitsinler diye bir tane yurt açmadılar. 70-75 tane yurt açtık. 80’nin üzerinde yurt bu ayın sonunda hizmete açılacak. Milli Eğitim, Çevre ve İçişleri Bakanlığı’na yazı yazmış. İçişleri de valiliklere: ‘Kreş eğitim yuvasıdır, eğitim Milli Eğitim’in işidir, yenisini açtırmayın, eskilerini kapatın.’ Hadi gelin kapatın, hodri meydan. Bu uygulamanın sonuna kadar arkasında duracağız.

Eğer gerçekten iyi niyetliysen, Milli Eğitim olarak gel, protokol yap. Gel Milli Eğitim olarak de ki, ‘Eğitim de verelim’ de. ‘Bu çocukları siz alıyorsunuz, doyuruyorsunuz, bakıyorsunuz, biz de Milli Eğitim olarak atanamayan öğretmenlerden 10 bin tane de biz alalım, belediye kreşlerine de öğretmeni biz yollayalım’ de. Vallahi kabul ederiz, vallahi kabul ederiz.. Ya sen tarikata, cemaate eğitimde işbirliği protokolü yapacaksın, efendim dört yaşında çocukları olmadık yerlere yollayacaksın, oralarda ‘Öğretmen yok’ diyenlere, ‘Onların aldığı eğitim daha iyi, daha önemli eğitim. Bilmem ne’ diyeceksin. Bilmem ne protokolüyle sınıfın ortasına mezar getireceksin, çocuklara mezar başında yas tutmayı öğreteceksin. Gülmeyi öğretmek gerekirken ağlamayı öğreteceksin. Ondan sonra çocukların yüzünü güldürenlere ‘Güldürme, anası babası gelecek seçimde sana oy vermesin’ diyeceksin.