Pandemi, sosyal, politik, ekonomik zaaflarımızı ortaya çıkaran bir turnusol kâğıdı oldu. Kendi kendimizde vehmettiğimiz güç iddiasının ne kadar temelsiz olduğu ortaya çıktı.
Kapitalizm, kazanmayı gayeleştirdiği için uzun yıllar toplumun fakir, alt kesimleri ihmal edilmişti. Salgında bu ihmalin boyutları ortaya çıktı.
Daha çok kazanmak için iştahı kabartılan, lüks tüketime alıştırılan toplum katmanları ekonomik kısıtlardan dolayı iyice tedirgin oldu. Tüketim teşvikçiliği zaten bu kitleleri, tatminsiz ve doyumsuz hale getirmişti. Şimdi azla yetinmeye mecbur olmanın travması onları da etkiliyor.
Aşırı tüketimin teşvik edilmesi insanı bir tüketim aygıtına çevirdi. Kapitalizm de zaten bunu istiyordu. İnsanın her an tüketmesini, harcamasını amaçlıyordu.
Pandemi süreci, bu çılgınlığın toplumu nasıl yaraladığını, sıkıntılı anlarda insanları nasıl sabırsız, patlamaya hazır hale getirdiğini gösterdi. Bu yönüyle pandemi artık sadece bir hastalık değil, bizi yeni bir insan tipine, yeni bir toplumsal düzenlemeye mecbur eden bir etken.
Paylaşmayı, sosyal yardımlaşmayı yeniden imdada çağırmamızı isteyen, aç komşunun tok komşu üzerinde hakkı olduğunu ima eden bir etken.
AVM kültürüne, kapalı rezidans hayatının üstünü çizen ve bizi daha dayanışmacı bir yola girmeye zorlayan bir süreç.
Lakin Pandemiye rağmen kapitalist sistem kazanımlarını kaybetmek istemiyor.
Devletleri, toplumları azalan tüketimin getirdiği kayıpları telafi etmek için teşvik paketlerin açmaya zorluyor.
Kayıplarını devletlere, milli ekonomilere yüklemeye çalışıyor. Sanıldığı gibi o insanları düşünmüyor, insanların cebini, alım güçlerinin devam etmesini istiyor.
Bununla kazançlarını, gelirlerini kaybedenlere yardım edilmesin gibi bir anlayışın içinde değilim, aksine tam tersini savunuyorum.
Şimdi daha çok yardım edilmeli, daha çok teşvik paketleri açılmalıdır.
Kapitalizme oksijen vermek için değil, insanlara içinde bulundukları mahrumiyet durumunda moral vermek, umutlarını, beklentilerini, dirençlerini canlı tutmak için.
Ancak eski sistemle gidilmeyeceği de ortadadır. Bir tüketim tanrısına dönüştürülen insanın makul insana dönüştürülmesi gerekiyor.
Devletlere, toplumlara, eğitim kurumlarına, din adamlarına bu konuda büyük görevler düşüyor.
Ne yazık ki uzun zamandır kendimiz gibi yaşamıyoruz. Kanaati, yetinmeyi, kaybettik, israf etmemeyi unuttuk. Bu değerleri toplumsal hayatımıza yeniden çağırmamız gerekiyor.
Değerleri yağmalanmış bir toplum hiç bir sosyal felakete direnemez. Nitekim direnemiyoruz.
Her gün vatanın bir köşesinden intihar haberleri geliyor. Kendini asanlar, trenin dibine atanlar, kafasına kurşun sıkanlar direncini ve dayanışma şuurunu kaybetmiş toplumların hikâyesidir. Bu tür hikâyelerin en az bizim gibi toplumlarda olması gerekirdi. Ama tam tersi oluyor, çünkü omurgamızı kaybettik.
Sadece kendi kendimize bakan dünyayı kendimiz için isteyen bir toplum olduk.
Bu savruluştan kurtulup kendi kendimize dönmediğimiz takdirde insanlığımızı kapitalizme kurban vermekten kurtulamayız.
Kapitalizm insanın aç canavarlara dönmesini engelleyen değerlerin düşmanıdır. Bu gidişatı önceden görüp söyleyen ya da birileri tarafından söyletilen biri vardı,
2015 yılında Antalya’da yapılan G-20 zirvesinde Ali Koç basına şu ifadeleri kullanmıştı; “Ben de işverenlere tavsiye ediyorum, biraz az kazanın ve kazandığınızı dar gelirli olanlarla paylaşın bunu başarmamız lazım. Neden? Fakiri tahrik etmeyelim ve paylaşımcı anlayışı hayatımıza egemen kılalım. Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir ”Onun bizi insanlığımızdan savuran saldırılarını ancak bir değerler toplumu oluşturarak savabiliriz. pandemi bizi bu muhasebe ve yola götüren bir vesile olmalıdır."