Kısa adı KURAMER olan "Kuran Araştırma Merkezi" İslam'ın doğru anlaşılması yönünde önemli çalışmalara imza atıyor.
Bu çalışmalardan biri de sekiz makaleden oluşan "Geçmişten Bugüne Müslüman Toplumlarda Para ve Faiz" isimli çalışma.
Faiz meselesi İslam toplumlarında en çok tartışılan konuların başında geliyor. Neyin faiz, neyin faiz olmadığı hususunda henüz bir fikir birliği oluşmuş değil. Bu sağlanamadığı için de faize bulaşma korkusu taşıyanların birikimleri ekonomiye dahil olamıyor. Birikimi olanlar, altın, döviz veya emlak gibi klasik yatırım araçlarına yöneliyor. Bu tür yatırımlar katma değer yaratmadığı gibi istihdama da faydası olmuyor.
Daha önemlisi katma değer yaratacak projesi olanların da faize bulaşma korkusu ile projelerini realize edememeleridir. Oysa sermaye birikimi ile büyük teşebbüsler arasında bir korelasyon vardır. Para varsa hayallerin gerçek olma ihtimali de vardır. Para yoksa her şey düşünce planında kalacak, gerçekleşme imkânı bulamayacaktır. İslam dünyasında ekonomik geriliğin sebeplerinden biri de budur. Faiz meselesinde toplumu ikna edecek bir çıkış yolu gösterilmediği müddetçe, paranın bir kısmı ekonomiden kaçacak, yatırım ve istihdama dönüşmeyecektir.
Elbette ekonomik geriliği sadece faiz meselesi ile izah etmek mümkün değildir. Bugün bırakınız o hassasiyeti, parayı çok hoyratça ve savurganca kullanan büyük bir kesim de var. Arap ülkelerinde son yıllarda yayınlaşan futbol merakı için fiyatının 3-4 katına yapılan transferler, kulüp satın almalar ve çeşitli alanlarda gösterişe harcanan paralar bu -duyarsızlığın- örneklerinden sadece bazıları. Ve bunu yapanların hemen hepsi güya Şeriat'la yönetildiği iddia edilen ülkelerin idareci aileleri ve onların çocukları. Bu, İslam'ı bir ahlak nizamı olarak görmek yerine kol bacak kesme, ukubattan (cezadan) ibaret görmenin bir neticesi.
Kitapta, her biri diğeri kadar önemli makaleler var. Belki de bunlardan en önemlisi, Prof. Dr. İbrahim M.Turhan'ın yazdığı; " İslam İktisadı ve Para: Nasıl Bakmalı?" isimli makale.
Turhan, önce paranın tarihini özetleyip, bilinen ilk paranın 5 bin yıl önce ortaya çıkan Mezopotamya şekeli olduğunu söylüyor. Ancak, o tarihte paradan anlaşılması gereken basılı para değil, mübadele aracı olarak kullanılan emtiadır. Bunlar da arpa, kurşun, bakır, bronz, gümüş ve altındır. Basılı para(meskukat) kullanan ilk topluluk ise M.Ö.6'nci yüzyıla kadar Batı Anadolu'da hüküm süren Lidya Krallığı'dır. Para olarak kabul edilen borç aracı niteliğindeki ilk kâğıt parayı M.Ö. yüzyıldan itibaren Çinliler kullanmış, oradan da önce Batı Asya'ya, 13. yüzyılda Avrupa'ya geçmiştir. Diğer makalelerde Arapların kullandığına dair ifadeler de var.
Makaleyi asıl önemli kılan, bir İslam iktisadının olup olmadığına yönelik yanıdır. Yazar, İslam İktisadı tartışmalarının odak noktasını, Batı'nın ekonomik ve sosyal yapısının Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü olduğu ve bunun İslami bir topluma uygulanamayacağına dair kabulün oluşturduğunu söyler. Bu kabul aynı zamanda "İslamcılığın modern döneme ait bir tepki siyaseti (s.9)" olduğu anlamına gelmektedir. "Buna göre, tarihsel süreçte Avrupa'da din kavramının alanı daraltılmış, bütünlüklü bir hayat tarzı olmaktan çıkmıştır. Oysa İslam, bütünlüklü bir toplumsal ve siyasal yapıya tekabül etmekte kendine has bir ekonomik sisteme sahip bulunmaktadır.(s.9)"
Ayrı bir İslam iktisadının varlığından söz edenlerin çıkış noktası, bir: İslam'ın her alana seslenen bir din olduğuna dair genel kabul, iki: Batı'dan çıkan herhangi bir yapının Hıristiyan veya Musevi orjinli olacağı ve Müslüman toplumlarına uymayacağına dair görüştür. Bu aslında, bir taraftan Batı'nın dinin alanını daralttığını kabul ederken, öte taraftan Batı'dan gelen her şeyi Batı'nın mensup olduğu dinlerle ilişkilendirme paradoksuna düşme anlamına gelmektedir. Batı iktisadı, Aydınlanmanın bir ürünü ve Aydınlanma; -dini kuralların toplumsal düzenin kurucusu olmaktan çıkarılması ise-onu Hıristiyanlık veya Musevilikle ilişkilendirmek bir çelişkidir.
Öte taraftan, "İslam hayatın her yönüyle ilgilenir ve hayatı her yönüyle kuşatır önermesi, varoluş ve uluhiyet arasında bir bağlantı kurmak, insana diğer yaratılmışlara karşı ahlaki davranış bilinci ve sorumluluk kazandırmak anlamıyla okunası gereken bir önermedir. Aksi takdirde İslam'ı, dar kalıplara hapseden bir slogan haline getirme tehlikesi taşıyan bir ifade olacaktır. İslam'ın müntesiplerine hayatın halleri içinde referans olarak kullanabilecekleri yeni bir normatif sistem sağlamış olduğu doğru olmakla birlikte bu katkının aslında varlığın özüne ilişkin farklı bir tanımlamadan ziyade toplumsal ilişkilerde adaleti, dayanışmayı, ölçülülüğü gözetme gibi ahlaki davranışlarla ilgili olduğu görülür. Nitekim Yüzleşme isimli önemli çalışmasında Bardakoğlu' da aynı kanaattedir: Yazar Ondan iktibasla, Dinin etrafımızda olup biten her hadiseye bir çözüm getirdiği, hayatın tek ve kuşatıcı gerçeği olduğu, iyi anlaşıldığında ve yorumlandığında siyasetten ekonomiye ve uluslararası ilişkilere kadar hayatın değişik alanlarına ait kapsamlı projelerinin bulunduğunun görüleceği şeklinde özetlenecek kuşatıcı din anlayışı, askeri ve siyasal yenilgilerin oluşturduğu psikolojinin ve 20. yüzyılda Müslüman toplumları etkisi altına alan ideolojilere karşılık Müslüman toplumları korumak için İslam dinini alternatif bir ideoloji haline getirme çabalarının bir neticesidir. Dinin amacı, insana bir varoluş bilinci kazandırarak, ahlakı insan davranışlarını yönlendiren bir ölçüt haline getirmektir. (s.37-38)
Turhan, ayrı bir İslam iktisadının varlığından söz edenlerin, “geçmişte farklı ortamlarda ve bambaşka bağlamlarda kaleme alınmış metinleri yeniden anlamlandırdıklarını (s.11) ve İslam iktisadını, iktisat bilimi çerçevesinde bir çalışma alanı olarak görmekten ziyade fıkhın bir uygulaması olarak gördüklerini (s.13) buna bağlı olarak da İslam İktisadının ideal Müslümanlardan oluşacak bir toplumda uygulanabilecek model olduğunu açık veya zımni olarak söylediklerini belirtir. Bu belirleme aslında iddia dilen modelin uygulanamayacağının daha işin başında ilanıdır. Çünkü ideal bir Müslüman toplum sadece bir idealdir. Reel olan, bu idealden çok uzakta durduğuna göre, bizzat savunucularına göre modelin bugünün toplumunda uygulanma kabiliyeti yoktur.
"Bir İslam iktisadı metodolojisi geliştirmeye çalışmanın -zorlama -olacağını" söyleyen Turhan, bu düşüncesini şu şekilde temellendirir:" Nasıl -fiziğin İslamileştirilmesi- evrensel kütle çekimi yasasının doğasında bir değişikliğe yol açmayacaksa, İslam iktisadı çerçevesinde de birey ve firma davranışlarının arz-talep yasası tarafından belirlenmeyeceğini ileri sürmek aynı şekilde anlamsızdır. (s.26)" Yazar bu düşüncesine, bilgi kaynağının neredeyse tamamını nakle dayandıran İmam Şafii'nin yolunu benimseyen Gazali'den şu örneği verir:" Hiçbir kuşkuya yer bırakmayan geometri ve matematik gibi kanıtlara dayanan astronomiye dair meselelerde filozofları görüşlerine şeriata atıf yaparak karşı çıkmak yanlıştır. (s.30)" Bu, Gazali'den hareketle, bilimi dinden çıkarmanın yahut onunla refere etmenin yanlışlığına işarettir.
İslam iktisadının varlığına, "faiz almanın ve vermenin, spekülasyon amaçlı alım-satım ve israfın yasak olması ve zekat'ı delil gösterenlere karşı da yazar şu düşünceyi dillendirir:" Sadece bu tekil araçlardan yola çıkarak kapitalist ve sosyalist ekonomik modellere alternatif bir -üçüncü yol- üretilebileceğini iddia etmenin gerçekçi değildir. (s.27)" İslam iktisadı çalışmalarını açmaza sokan, tarihsel olanı mutlaklaştırarak dini ilimlerin ürettiği bilgiyi dinin kendisi haline getirmek, tarihi tecrübeden bir kesite -İslam hukuku- adını vererek onu-Allah'ın gönderdiği, dolayısıyla yenilenmeye gerek duymayan- hatta yenilenmesi mümkün olmayan- evrensel olarak ve tarih boyu uygulanması zorunlu bir sistem olarak görmektir. (s.37)
Alternatif bir İslam iktisadının olmadığını ima eden yazar makalenin finalinde faizle ilgili şunları söyler: "Kuran'da ve Sünnet'te ribanın yasaklandığı açıktır. Ancak yasaklanan işlemin mahiyeti, yasağın illeti ve kapsamı, bir başka deyişle ribanın ne olduğu anlaşılmaya ve yorumlanmaya muhtaçtır. Aradan geçen süre ve ekonomideki muazzam değişimlere karşın ekonomik bir olgunun-yasağın değil- yasaklanan olgunun 15 yüzyıl boyunca hiç değişmeden kaldığını varsaymak başlı başına bir açmaza yol açmaktır. Dolayısıyla İbrahimi geleneğe mensup dinlerdeki ve daha özel İslam'daki faiz yasağını bağlamdan, durumsallıktan ve dönemsellikten bağımsız- faize benzeyen her şeyi- içerecek şekilde genelleştiren bir yaklaşım yerine makasıd (dini hükümlerin gaye ve amaçları) ve mesalih (kamu yararı) bakış açısıyla değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.(s.74)"
Kitapta Hüseyin Al'ın yazdığı "Tarihi Süreçte para ve Orijinine Dair Tartışmalar" isimli makalede, paranın fonksiyonları incelenerek onun bir mübadele aracı, değer ölçütü, tasarruf ve biriktirme vasıtası ve borç ödeme gibi işlevlerine işaret edilir.(s.86) Teknolojik kısıtlardan dolayı ilk madeni paralar standart ağırlıkta olmadığı için mübadelesi ancak tartılarak gerçekleştirilmiştir. Standart paraya geçiş buhar gücünün sikke darbında kullanılmasıyla ancak18. yüzyılda olmuştur. (s.87) Para aynı zamanda bir hükümranlık ifadesidir," ticaret dünyası tarafından keşfedilmiş, siyasi otorite tarafından gasp edilmiştir. (s.91) Zamanla standartlaştırılan para hem toplumda paraya karşı güveni tesis etmiş hem de ticari işlemlere rahatlık getirmiştir. Zira bazı ülkelerde önceleri para basma işi siyasi otoritenin yanında feodal beyler ve bankalar da iken daha sonra merkezi idarenin tekeline geçmiş, zamanla bu iş merkez bankalarının işi haline gelmiştir. (s.99)
Para ile ilgili teorileri ayrı ayrı ele alan Al, Paranın Devlet Teorisini anlatırken şunları söyler: “Devlet neyin para olarak kabul edileceğini dikte ettiği gibi hesap birimini de belirleyen otoritedir. Keynes'in ifadesiyle -devlet sadece sözlüğü icra etme değil, aynı zamanda yazma hakkını talep edendir. (s.107)
Dr. Hakan Şahin, "İslam'ın Erken Döneminde Parasal Uygulamalar ve Kâğıt Para" başlıklı makalesinde, İslam dünyasında paranın tarih ve kullanımını anlatır. Araplarda İslam öncesi dönemden itibaren çek kullanıldığına işaret eden Şahin, bazı sahabilerin çek/senet düzenlemek, havale ve ödeme emri gerçekleştirmek gibi finansal işlemlere aracılık ederek gelir temin ettiklerini belirtir. (s.117)" Senetlerin üzerine lehtar bilgisinin yazılması nedeniyle muhtemel bir soygun veya kayıpta alacaklının zarar görmesini zayıflatan bu tip senetlere -süftece- denilmiştir. İleriki tarihte üzerinde lehdar bilgisi olmayan (hamiline muharrer) senetler de üretilmiş, bunlara -sak- adı verilmiştir. Bu kelime İtalyancaya çek olarak geçmiş ve o şekilde yaygınlaşmıştır. Bu çekleri kullananlardan biri de Hz. Peygamber’dir. Henüz toplanmamış zekât gelirlerinden bağış ya da ödeme yapmak gerektiğinde çek(sak) düzenlettirmiştir. Hz. Ömer, kıtlık dönemlerinde sadece gıda harcamalarında kullanılmak üzere beytül mal tarafından ihraç edilen gıda kuponları dağıtmıştır. (s.117-119) Bunların hepsi birer mübadele aracı olarak para yerine geçen şeylerdir. Hz. Peygamber döneminde parada bir standardizasyona da gidilmiş, bir zaruret olmadıkça sikkenin kesilmesi yasaklanmıştır. İslam tarihinde ilk özgün para Emeviler döneminde halife Abdülmelik bin Mervan tarafından gerçekleştirilmiştir.(s.123)
Yazar, Sak(çek) ), Karz (kredi) ), Ciro (Giro), Keş (Keşide)Kırat (Carat) gibi terimlerin 21. yüzyılda hala kullanımda olmasından hareketle tarihteki parasal dönüşümün Ortadoğu kaynaklı olduğunu ifade eder. Metal para yerine kağıt para kullanımının Avrupa'da Orta Çağ'da yaygınlaştığını, bunun Müslümanların Akdeniz'de fetih hareketlerine girişmesi ile ilişkili olduğunu belirterek, metal paranın taşımasının zor olduğunu bu para iktibasının Avrupa ticaretine büyük katkı sağladığını ifade eder.(s.129) "Avrupa kapitalizmi yaygın olarak İtalyan şehir devletlerine ve orada ilk kez ortaya çıktığı düşünülen modern bankacılık faaliyetlerine dayandırılmaktadır. Bankacılık faaliyetlerini ise esasen İslam toplumlarının altın çağı olarak nitelenen 8-12'nci yüzyıllar arasında yaşamış Orta Doğu kökenli bankacı ve tüccarlar tarafından-hem malzemesi hem de teknikleriyle birlikte- Güney Avrupa bölgesine taşınmıştır. (s.133)
Modern ekonomilerde merkez bankalarının önemine ve rolüne de işaret eden yazar, makalesinin sonunda şunları söyler: "Merkez bankaları para politikası yürüterek toplumun ortak mübadele aracı olan resmi paranın değerini, yani satın alma gücünü ve dolayısıyla fiyatların genel seviyesini etkilerler. Merkez bankalarının sahip olduğu bu güç, onların hükümetten bağımsız ve rasyonel kurallara dayalı olarak çalışabildiği durumlarda olumsuzlukları bertaraf edebilir. Fakat daha sık karşılaşılan durum, merkez bankalarının hükümetin güdümünde gerçekleşen parasal genişleme politikalarına alet edilerek enflasyonun bizzat sebebi haline getirilmesidir. Bu nedenle merkez bankalarına mecbur olacaksak enflasyonun çözüm, para politikasını idare eden merkez bankalarının hükümetten bağımsız olmasında yatar.(S.133-134)
Kitapta daha 5 önemli makale var. Hepsine ayrı ayrı değinmek bir tanıtım yazısının sınırlarını zorlar. Ancak birkaç cümle etmemek de haksızlık olur. Şevket Kamil Aksar "Osmanlı Para Tecrübesi" isimli makalesinde, son derece vukufla Osmanlı'da sikke basımı, kağıt para, paranın tağşişi ve sonuçları, para basım ve ihracının bankalardan alınarak devlet tekeline geçmesi ile ilgili önemli bilgiler verir. Bir nevi iç borçlanma biçimi olan faizli esham ve kaime basımı ve ilgili tartışmalar genişçe anlatılır.1840 yılında dönemin Şeyhülislam'ı arif Hikmet Bey'in önerisi ile yıllık yüzde 12,5 faizli 8 yıl vadeli kaimeler ihraç edilir. Aksar'a göre "literatürde genelde ilk kâğıt Osmanlı parası diye anılmasına rağmen faizli kaimeler bir iç borçlanma senedidir. (s.155) Milli banka imtiyazını Bank-ı Osmani-i Şahane'ye devreden Osmanlı bu devirle birlikte kağıt para basımını da bu bankaya devretmiş, para basma imtiyazından feragat etmiştir.(s.159) Bank-ı Osmani-i Şahane sermayesi yabancılara ait olan ilk milli bankadır. Osmanlı 1844 yılında hayata geçirilen reformla Osmanlı lirasını temel para birimi olarak belirlemiştir.
Prof. Dr. Ömer Karaoğlu'nun "Osmanlı Para Vakıfları Tecrübesi ve Faiz Tartışmaları Etrafında Değerlendirmeler " isimli makalesi de son derece aydınlatıcı bilgiler taşıyor. Para vakıflarının kuruluşu esnasında yapılan tartışmalar, menkul malların vakfedilip edilmeyeceğine dair ileri sürülen görüşler genişçe ele alınmış. "Para vakıflarına ilk örneklerine 1423 tarihinde rastlanır. İstanbul Tahrir defterlerine göre en eski para vakfı 1456 tarihlidir. Nakit paraya dayanan vakıflar kısa bir yasaklama döneminden sonra 1548 yılında Şeyhülislam Ebusuud Efendi’nin örf ve maslahat ilkelerine dayanarak resmiyet kazanmıştır. Bu vakıflar bir nevi kredi kurumu işlevi görmüş, kişilerin ailevi, tüccarların ticaretleri ile ilgili finansman ihtiyacını karşılamıştır.(s.170) Ebusuud efendi ile Kemalpaşazede'nin fetvalarına karşılık Çivizade M. Mehmed efendi ile İmam Birgivi bu vakıfların meşru olmadığına dair fetva vermişlerdir. Ancak uygulamada cevaz fetvası geçerli olmuş, para vakıfları uzun yıllar faaliyet göstermişlerdir. Paranın işletilmesine cevaz fetvalarında sadece nakit vakfına meşruluk verilmekle kalınmamış, şer'i faiz sınırı da belirlenmiştir. Feyzullah Efendi’nin fetvasına göre bu sınır yüzde 15'tir. 1596 yılında tespit edilen para vakfı sayısı 3180'dir.(s.175)Bu da, bir tür proto banka olan bu tür vakıfların ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir. Nakit karşılığı alınan faiz, daha çok vakfın personel, kira gibi giderlerine harcanmıştır. Uygulamada ise şöyle bir yol izlenmiştir:" Ödünç talep edene vadeli borç (karz) olarak verilen paranın yanında sembolik bir mal (kumaş, kaftan, kitap vb) aynı vadeyle(genellikle bir yıllık) ve verilen para miktarının bir oranına(genellikle faiz oranı olan miktara) tekabül edecek şekilde satılmaktadır. Bu malı satın alan kişi üçüncü bir kişiye(çoğunlukla vakıf mensubuna) hibe etmekte, hibe alan da tekrar vakfa hibe ve teslim etmekteydi. Para aynı miktarda herhangi bir faiz işlemi uygulanmadan geri ödenirken yapılmış olan ilave satışın karı vakfa kalmaktaydı. Böylece elde edilen fazlalık faiz değil satılan şeyin geri hibe edilmesi ile elde edilen meşru bir kar ve fazlalık olmaktaydı.(s.177) Yazar bunun rıbh mı(kar-kazanç) riba mı olduğunu makalesinde uzunca ele alır.
Kitapta, yine Hüseyin Al'ın "Osmanlı Devleti'nde Modern Bankacılığın Gelişimi, Beklentiler ve Realtiler, Esma Gül Yetişen ile Şevket Kamil Akar'ın birlikte kaleme aldıkları, "Osmanlı Devleti'nde Modern Borçlanmanın Gelişimi" ve M. Fatih Ulu'nun Yakın Dönem Para ve Enflasyon Teorileri" isimli her biri dikkatle okunması gereken önemli makaleleri var. Bu makalelerde, hem ekonomi ile ilgili genel bilgilere, hem merkez bankalarının kuruluşu ve para basma yetkisinin bankalardan alınması süreciyle ilgili derli toplu bilgilere ulaşmak mümkün.
Kitapta, neyin faiz, neyin faiz olmadığı gibi konulara girilmemiş. Daha çok olgu ve para faiz politikalarının gelişimi ortaya konulmuş. Her makale bir kitap hacmini aşan bilgilerle dolu. Tarihsel tecrübenin, ekonomiyi nereden nereye getirdiğine, kendi dünyamız ve insanlığın tecrübeleri ışığında ayna tutulmuş. İslam'ı ideolojileştirmenin ve geçmişi kutsayarak onu tekrar etmenin mümkün olmadığı gözler önüne serilmiş. Her şeyi dinle ilişkilendirmenin proje düzeyinde değil, ahlak düzeyinde olması gerektiği, özellikle Prof. Dr. İbrahim M. Turhan'ın makalesinde son derece ikna edici bir şekilde ortaya konulmuş. Dikkatle okunmayı hak eden bir kitap. KURAMER'e bu güzel çalışmalardan dolayı teşekkür ediyor, daha nice eserlere vesile olmalarını diliyorum.