PKK, Kürtçülük ve Küresel Planlar

Abone Ol

Son Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme: PKK, Kürtçülük ve Küresel Planlar

Gündem her geçen gün yeni bir boyut kazanırken, bölücü terör örgütü PKK’nın bitirilmesi ve ardından gelebilecek Kürtçülük dalgası ile Türkiye’nin karşılaşacağı olası gelişmeleri tartışmak büyük bir önem taşıyor.

Bugüne kadar Türkiye, terörle mücadele ederken bu mücadelenin ardında yatan büyük küresel güçleri göz ardı edemezdi. Bugün geldiğimiz noktada ise, ABD, AB ve İsrail’in terör örgütü PKK’yı tasfiye etme niyetinde oldukları görülüyor. Bu tasfiye operasyonu, sadece terörle sınırlı kalmayacak, çünkü hemen ardından sahneye Kürtçülük çıkacak.

PKK’nın bitirilmesi ile terör sahnesi kapansa bile bu, Türkiye’nin rahat bir nefes alması anlamına gelmiyor.

Kürtçülük ideolojisinin ve onun ardındaki küresel aktörlerin yaratmaya çalıştığı yeni senaryolar çok daha büyük bir tehdit olarak ortaya çıkabilir. Terör örgütü PKK’nın yıllardır uluslararası aktörler tarafından desteklenmesi, küresel planların bir parçası. Bu planların nihai amacı, Türkiye’nin doğusunda bir sözde “Kürt devleti” kurma hedefini gerçekleştirmektir. Bu niyet BOP denilen illet proje Büyük Ortadoğu Projesinde açıkça ifade edildiği gibi İsrail’de bu niyetini son dönemde aleni bir şekilde beyan etmiştir.

Terör sonrası ortaya çıkacak olan yeni bir “barış süreci” bir tuzak mı?

Batı, PKK’yı bitirip daha homojen ve güçlü bir Kürt siyasi hareketinin önünü açarak, bölgeyi yeniden şekillendirmek istiyor olabilir. Özellikle küreselcilerin “Kürt Kurtuluş Savaşı”nı terörsüz bir şekilde, daha ‘meşru’ görünen bir zeminde yani yıllar önce dillendirilen “Düz ovada siyaset” ile sürdürme niyeti dikkat çekici. Bu senaryonun bir provasının Suriye ve Irak’ta sahte düşmanlarla yani IŞİD unsurlarıyla gerçekleştirildiği, Türkiye için de benzer bir planın devrede olabileceğini gösteriyor.

ABD basınının, Türkiye’nin PKK’ya yönelik operasyonlarını sunuş şekli de dikkate değer. PKK hedeflerinin vurulduğu ve hedeflerin imha edildiğine dair detayların verilmesi, ABD basınında nadir görülen bir durumdur. Bu, Türkiye'ye yönelik uluslararası bir baskı yaratma çabası olarak yorumlanabilir.

Türkiye’nin savunma alanında artan bağımsızlığı ve özellikle TUSAŞ gibi kritik savunma kuruluşlarına yapılan saldırılar, ABD’nin PKK/PYD planlarına karşı Türkiye’nin direncini kırmak için ekonomik ve savunma tehdidini masaya yatırdığı izlenimi veriyor. Saldırıların bu yönü, sadece bir terör eylemi olmaktan öte, küresel bir mesaj niteliği taşıyor olabilir: “Ekonomik baskılar yetmezse, savunma gücünü de hedef alabiliriz.”

Rusya’nın geçtiğimiz günlerde Ukrayna’ya ait 100 SİHA’yı düşürdüğünü açıklaması, dolaylı yoldan Türkiye’ye yönelik bir tehdit mesajı olarak algılanabilir. Türkiye’nin Ukrayna’ya sağladığı İHA ve SİHA desteği, Rusya tarafından uzun süredir rahatsızlıkla karşılanıyor. Bu açıklamalar, Türkiye’nin savunma sanayisine yönelik bir gözdağı niteliği taşıyor olabilir.

Aynı zamanda Rusya’nın Suriye’de PKK’ya verdiği desteğin artması, Türkiye’nin bölgesel güvenlik kaygılarını daha da derinleştiriyor. Bu bağlamda, hem ABD’nin ekonomik ve savunma tehditleri, hem de Rusya’nın İHA açıklamaları, Türkiye’nin stratejik alandaki hamlelerine karşı doğrudan mesajlar olarak değerlendirilebilir.

Son dönemde dillendirilen, şaşkınlıkla ve endişeyle izlenilen sistematik olarak dillendirilen çözüm planı ve barış çağrıları Türkiye’nin hem içerde hem dışarda ciddi bir sıkışma yaşadığını gösteriyor. Askeri, siyasi ve ekonomik olarak köşeye sıkıştırılmaya çalışılan Türkiye’nin, bu planla bir çıkış yolu aradığı çok nettir. Bu plan, ABD ve AB dayatmalarına alternatif bir taktik mi, yoksa bu güçlerin stratejik hamlelerine direnemeyip mecbur bırakıldığı bir adım mı?

Bu noktada devreye giren terör saldırıları, büyük oyunların parçası olarak okunmalı. Son dönemde yaşanan saldırıların arkasında farklı senaryolar yatabilir.

Bunlar:

Türkiye’nin bölgesel gücünü ve oyun planlarını kendisine tehdit olarak algılayan İran, bu saldırıların arkasında olabilir.

Türkiye’nin alternatif hamlelerine karşı bir uyarı olarak, ABD ya da CIA bu tür saldırıları organize edebilir.

PKK içerisindeki hizipler, Türkiye’nin planlarına karşı koymak ve süreci sabote etmek için bu saldırıları gerçekleştirmiş olabilir.

Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları da bu ihtimalleri güçlendiren nitelikte. Demirtaş, Bölücü Terör Örgütü elebaşı Öcalan’ın siyasetin önünü açma girişimlerine destek olacaklarını belirterek, barış arayışlarının kanla kesilmesine karşı durduklarını söylüyor. Bu açıklama, terör eylemlerinin arkasındaki güçlerin barış sürecini sabote etmek isteyen aktörler olabileceğini düşündürüyor. Aynı zamanda, PKK’nın ABD ve CIA’dan bağımsız hareket edemeyeceği gerçeği, bu tür eylemlerin küresel bir boyuta sahip olduğunun altını çiziyor.

Son yaşanan gelişmeler, Türkiye üzerinde oynanan büyük oyunların devam ettiğini gösteriyor. PKK sonrası ortaya çıkacak Kürtçülük dalgası, küresel güçlerin elinde Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanılacak. Terör eylemleri ve bu eylemlerin ardındaki motivasyonlar, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor dönemi daha da karmaşık hale getiriyor. Terörle mücadele ederken, aslında daha büyük bir stratejik oyunun içinde olduğumuzu unutmamalıyız.

Bu süreçte devlet aklı her zamankinden daha önemlidir.

Zaman daralıyor ve köklü adımlar atmanın vakti geldi. Türkiye’nin, Osmanlı’dan bu yana küresel güçlerin bölgedeki 150 yıllık bir Kürdistan stratejisine karşı vereceği cevap, geleceğini belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacaktır. Terörle mücadelede sağ gösterip sol vuran hamlelere karşı dikkatli olunmalı ve milletçe bu büyük oyunun farkında olmalıyız.

ABD ve Rusya’dan gelen dolaylı ve doğrudan tehditler, Türkiye’nin savunma sanayi ve ekonomik yapısına yönelik baskıları daha belirgin hale getiriyor. Bu büyük güçlerin doğrudan Türkiye’nin içişlerine müdahil olmadan, stratejik hamleleriyle Türkiye’nin duruşunu zayıflatmaya çalıştığını görmek, bölgesel dinamiklerin yeniden yazıldığı bu dönemde daha dikkatli olmamız gerektiğini ortaya koyuyor.