Türk memleketinde Arabesk aklına, diline, kültürüne velhasıl çağına boğulmak istenen bir Müslümanlık anlayışı vardır. “Arabesk” bir Müslümanlıktır bu… Hatırlar mısınız? İlahiyatçı Mustafa Öztürk “ben Arapları sevmem” dediğinde adamı tutsalar, Nesimi gibi derisini yüzeceklerdi; soluğu Almanya’da aldı...
Bunu hepimiz biliriz ve Arabesk İslamcılık meselesinin yeni olmadığının da farkındayızdır. Gerçi Suud prensinin farklı teller çaldığından bahsedilmekte… Malumata bakılırsa oranın Atatürk’ü olacakmış… Prens Salman’ı yerinde bırakıp biz kendimize bakalım: Siyasal İslamcılığın damarları serpilidir ve siyasetle her tarafı sardığı da bu ülkenin gerçeğidir. Giyimde kuşamda, sonradan ortaya çıkmış ve ritüel halini almış işlerde İslamcı düşünce kendini açıkça gösteriyor. X kamu kurumunda çalışan bir arkadaşım anlatmıştı; cümleleri aklımda kaldığınca şöyle idi: “Kurumda bizim bir whatsapp grubumuz vardır. Bu grupta kandil, dini bayram, kutlu doğum tebrikleri sıraya dizilir; fakat hiçbir çalışan 29 Ekim’i, 19 Mayıs’ı kutlamaz! 10 Kasım ile alakalı tek ileti atılmaz”.
İslamcı ideolojik anlayışın esasta kafası karışıktır. Tek düşman belledikleri Kemalizm’e karşı herkesi aynı safta toplama stratejisinin sonuçlarıdır bunlar… Örneğin bir partinin genel başkanı çıkıp, II. Abdülhamid’in Said Nursi’yi düşüncelerinden dolayı tımarhaneye kapattığını televizyon ekranlarında anlatmıştı... O Nurculuğun nelere evirildiğini, memleket çocuklarının nasıl zombileştiğini varın siz hesap edin! Rahmetli Türkeş’e bile bitmek bilmeyen iftira ve kinlerinin sebebi de bu Said Nursi olayı idi… Bu hergeleler yıllarca Türkeş’e, Ülkücülere ve Türkçülere demedik söz bırakmadılar. Haa… II. Abdülhamid’in İslamcılar tarafından medyatik televizyon dizilerinde, olmadık işler kotaran Sultan imajında ümmetçi “ikon” haline getirilme çabası da ayrıca ironidir; ama mesele elbette ideolojik ve politik. Vallahi aziz memlekette ideoloji gözlüğü de körlüğün esas sebebidir.
Bugün cari ve hegemon anlayışta istenen Müslüman tipolojisine itiraz ile biraz sesini yükseltenler hem-an “dinsiz Kemalistler” diye yaylım ateşine tutuluyor, diye bilirsiniz. Kafası atan çarşaflı biri çıkıp Gemlik sokaklarında (Mustafa Kemal’i kast ederek) “yaşasın kâfirler için cehennem!” narası da atabilir. Bir diğeri eline baltayı alarak, Atatürk büstüne taarruz ile temsilde putları kırdığını da zanneder… Şimdi laik Kemalistleri “soysuzlar çetesi” ilan etmek, ilençli konuşmalar yapmak, sokağa çıkarmamak; hatta ekmeği suyu kesmek bile icap eder.
Cumhuriyet değerlerine, kurucu kadroya ve bugün merkezden kovularak savunma pozisyonuna geçmiş seküler-laik sosyeteye hücum, mevcut iktidar anlayışıyla özdeş addediliyor. İtiraz etmeyeceğim mevzu o ki iktidarın karakteristiğinden cesaret alan kalabalıklar elbette vardır. Belki iktidar, özellikle “mümin hassa” kodlamasıyla kimi saldırıları es geçiyordur. Karşılığında ise Özer Kızıltan’ın “Takva; 2006” filminde olduğu gibi tarikat borsası, rantiyesi coşuyordur… Muharrem (Erkan Can) sonuçta çıldırsa da düzenek sürer gider…
Bunların hepsini tartışabiliriz; ama özellikle 15 Temmuz sonrası ve bir kanada MHP’nin yerleşmesi ile iktidar ağzından, yani Ak Parti’den doğrudan Mustafa Kemal ve Cumhuriyet ideolojisine yönelik eleştiri getirildiğine ben şahit olmuyorum. Varsa böyle bir tariz, o halde taramalarımdan kaçmış demektir. Yok, Ak Partililer “Mustafa Kemal’in Askerleri” iddiasında değilim, yanlış anlamayın. Şimdi bunlara bakıp; “ya hu takıyye” mi dersiniz, “hala ara duraklar geçilmedi” mi dersiniz, bu tartışmalar sizindir kıymetli okur. Bir de yeni sistemin zikrettiğim anlamlara dayandığını ve MHP’ye bu uğurda katlanıldığını(!) iddia eden dostlarımıza servistir.
Yukarıda kısa kısa değindiklerimizin hepsi tamam! Ak Parti’yi, İslamcılığı ve bu iki bileşimden çıkmış hiçbir sonucu sevmiyoruz, diyelim. MHP’ye nazar eden milliyetçilerin aklına “deli sorular” da takılmış olsun. İyi ya.. o halde soralım: kendini bir eda ile Kemalist belleyenler n’apıyordu?!. Asırlık Cumhuriyet inkılabını tepe tepe kullananlar şimdiye dek ne halt etmişti?.. Hadi daha ileri.. bu CHP mi?!. 55 yıldır iktidar olamayan Ülkücü Hareket?!. Sağ kanattaki eyyamcı partiler?.. Eğer Ak Parti siyasal bir hegemonya kurmuş ise bu şartları hazırlayan herkestir; bürokrasi ve daha cabası Kemalist sosyete nerelere bakıyordu, ne işle uğraşıyordu?!. Biri yazsın cevabını, köşemde aynen yayımlayayım.
Siyasal İslamcılık ve tarikat şebekelerinin piyasa düzenine ayak uydurup ve her türlü güç devşirimini kotarma kabiliyetlerini artık iyice bellemiş noktadayız. “Bu iktidarın en büyük gücü cehalettir” diyenler var aramızda… İçerebilir, üzerine cehalet, tutuculuk ve ötekileştirme eklendikçe abanan bir anlayıştan bahsedebilirsiniz; gelin tartışalım. O ise ki Türk’ün Müslümanlaşma tarihi ve referanslarını günümüz akledeşinden oldukça farklı kabul edenler vardır ve bu insanlar nerededir… Yesevilik, Maturidilik, hatta mürci yaklaşım ve Bektaşilik damarını öne alanlar, Türk-İslam farklılığını bu temel argümanlara yerleştirenleri kast ediyorum. Söyleyelim; hiç birinin kendini ifade etme şansı, mücadele azmi artık kalmadı. Sanırım uzun yıllık iktidarların ideolojinin gücü ile var ettiği şeylerden çok, yok ettikleri daha fazla oluyor. Fikir hayatımız ve biz bunu doğrudan yaşayan orta kuşak nesle denk geliyoruz.
İlahiyat mezunu bir kız ile Ahzâb 37 ve sonra depremler üzerine konuşmuş ve o bana “siyak ile sibak” meselesini dillendirerek her şeyin dinde cevabını bulduğunu belirtmiş ve ardı sıra selamı sabahı, kelamı da kesmişti; çünkü ondan farklı düşünmüştüm… Zeyd meselesini Arap kültürüne bağlamıştım ve orada bırakarak evrensel bir anlama yoramadığımı belirtmiştim; hoş bakmadı. Mesela Maraş Depremleri, bilimsel gereklilik ve politik handikaplardan değil; ona göre Kur’an mümini olma esvabında bir çıkarsama ile değerlendirilmeliydi. Yani bir İslam iktidarına bu nevi suçlamalar getiren olursa işin aslı imanî zayıflıkta aranmalıydı... Görüşüne göre “imanı zayıf” biriydim ve konuşmaya değmezdim. İddiam basitti, her hadiseyi dinde aramayalım! Bu kızcağız 25 yaşındadır; düşünün… Benim din anlayışım, benim iktidarım, benim doğrularım, benim liderim ve siz, hey ötekiler!.. “Oldu, bitti; al hayrını gör” hesabı…
Dün, yıllarca ezildiğini iddia edenler bugün eziyor ve ezecek bindirilmiş kıtalar yetiştiriyorsa halimiz yamandır! Herkesin düşünce, ifade ve yaşam tarzına dönük bakışın insani ve hukuki gerekçelerini yok sayıp; yerine kendi hegemonyanızı koyarak insanları torna tezgâhından geçmiş müminler halinde sandıklara ve cennete götüreceklerini zannedenler oysa fena yanılgı içindedir. Daha beteri ise büyük çoğunluğun bu yanılgının farkında olmamasıdır.
O halde;
Müjdeler olsun: çok dindarız artık; hayhay! O halde soruyorum; bu dindarlık, yine bu toplumda iyilik üretiyor mu? Etrafınıza bakınca ne görüyorsunuz… Huzur, barış, farklı düşünene tahammül; ne görüyoruz? İktidar militanlaşması ve nesillere zerk edilen ideolojik mutantlık hangimizi kurtaracak ki… Politik dindarlık işte böyle, maşeri vicdanı yok eden bir olgu halinde belirmektedir.
Yine Mustafa Öztürk’ün şu cümlelerini paylaşarak konuyu bağlayacağım:
Türkiye gibi ülkelerde dinin ve dini sembollerin özellikle sözüm ona dindar, cahil dindar kitleleri mobilize etme, kışkırtma, harekete geçirme ve aynı zamanda uyuşturma konusunda çok işlevsel bir role sahip olduğunu biliyorum. Bizim topraklarda din, insanlaşmaya hizmet etmekten ziyade militanlaşmaya, kurşun asker oluşturmaya yarayan bir faktör olarak, sürekli kudretli ellerde ve kudretli zihinlerde istismar edilen, üstünde tepinilen bir şeydir.
Merak ediyorum; şu Horasan Erenleri, Barak Babalar, Sarı Saltuklar bugünkü torunlarına baksalar ne derlerdi… Günün cari dindarlığı bütün kültlerimizi ezmiş geçmiş. El-hak şu erenler ve babalar, inancınız olsun, bizim aktüel din dünyamızdan çok daha huzurlu ve paydaş bir toplumun damarlarında dolaşmışlardır. Onların çağındaki ümmi hâl, günümüz cehaletinden bin kat fazla tercih edilesidir. Ülkemde daha çok politikleşen arabesk bir din yerine, bizi daha çok “insan” eden din anlayışının yeşermesi dileği ile…