Konuşmasının başında yerel gazeteler konusunda görüşlerini açıklayan Akşener, ballandıra ballandıra ne kadar vefalı olduğunu anlattı.

Akşener “Yerel basınımızın, internet sitelerinin durumu perişan. Onlara söz verdim. Arkadaşlarımızın dertlerini çözeceğiz.

Benim şahsi olarak yerel basın mensuplarına büyük bir vefa borcum var. 1997’den itibaren, bugün olduğu gibi otoritere, vesayete, millete rağmen iş görmeye kalkışanlara itirazı olan Meral Akşener ve Akşener’in benzediği siyasilerin büyüklerimden bahsediyorum bize müthiş bir karartma uygulanmıştı.

Büyük medyanın, yaygın medyanın derin bir karartması ile karşılaşmıştır. Gittiğim her şehirde, gittiğim her ilçede yerel medya ile, onlarla irtibat kurarak onların desteği ile bir dönemi geçirdik. Kişisel olarak hem de bilgi olarak bu arkadaşlarımıza derin bir vefa borcum vardır.” dedi.

BİZE SENİN VEFA ANLAYIŞINI BİLİRİZ

Akşeneri yıllardır tanır takip eder ve ne kadar vefalı olduğunu biliriz. Sırtımıza basa basa bu noktaya geldiğini, kimsenin yüzüne bakmadığı günlerde dalga geçtiği günlerde yanında olduğumuzu, hatta parti kuracağını Habererk iftarında açıkladığını, İsmail Türk’ün videosu gözlerin yaşlı izlediğini sağır sultan bile bilirken, ilk bizi mahkemeye verdiğini de bilirler.

Burada yerel basın mensuplarını uyarıyoruz “Aman Dikkatli Olun” işine gelemeyen ilk haberinizde mahkemeyi boylarsınız. Yaptığı haksızlığı yazdığınız an mahkemeyi boylarsınız.

İSMAİL TÜRK NE DEMİŞTİ?

İsmail Türk, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada "Ana dediğimiz, kadın dediğimiz şefkatli dediğimiz, hoş görü sembolü dediğimiz, demokrasi sembolü dediğimiz, insanın bu duruma düşeceğini tahmin edemezdim.
Bu söylediğimiz şeylerin büyük bir yalan olduğunu, kendimizi kandırmak olduğunu, delilli bir şekilde yaşayarak öğrenmek, gerçekten üzücü.
Benden tazminat almaya çalışmak ve bu kadar para göz olmak neyin nesidir.
Bizin CHP'li olmak için Akşener'e AKP'li olmak için Bahçeli'ye gerçekten ihtiyacımız yok...İkiside bizi biz olmaktan çıkarmaya zorladılar. Allah bunu görüyordur. İlahi adalet tecelli eder. Ama Ülkücüler sorgulamadıkça, neden niçin araştırmadıkça, orantısız bir şekilde biat ettikçe, böyle bela ve musibetlerden asla kurtulamayacağız.
Kırk yılın muhasebesini yaptığımızda, yaşadıklarımıza baktığımızda, kimsesizliğimiz ve vefasız, gaddar insanların peşine düştüğümüzü, daha iyi anlıyorum."

İYİ PARTİ GRUP TOPLANTISI

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu.

İBB'YE ARAZİ SATIŞI

Elimizi nereye atsak, kötü kokular yükseliyor. Gözümüzü nereye çevirsek, bir dümen almış başını gidiyor. İşte size bir örnek: İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde, geçmiş dönemde yaşanan, AK Parti için küçük, milletimiz için ise, oldukça büyük bir yolsuzluktan bahsetmek istiyorum.

Vatan Caddesi'nde, belediyeye ait olan bir yeşil alan, bir firmaya 25 milyon liraya satılıyor. Ardından, bir düzenlemeyle, bu arsa yeşil alan olmaktan çıkarılıp, imara açılıyor. Böylece fiyatı katlanıyor. Sonra ne oluyor? Bir süre sonra aynı arsayı, aynı Büyükşehir Belediyesi, bu kez, 430 milyon liraya geri alıyor.

İki kalem oynatılan bu rezalette, milletin belediyesi, yani milletin bizzat kendisi, 405 milyon lira zarara uğruyor. O para da, o firmanın cebine giriyor. Bitiyor mu? Bitmiyor. Aynı arsa, yeni bir kararla, yeniden yeşil alan ilan ediliyor.

Ve bugünkü piyasa değerine göre, fiyatı, 90 milyon lira oluyor. Şu yüzsüzlüğe bakar mısınız! Şu soyguna bakar mısınız! Milletin hazinesine çökmüş şu arsızlığa bakar mısınız!

Durum ortaya çıkınca, Millet İttifakı'nın Büyükşehir Belediyesi hemen suç duyurusunda bulundu.

Şimdi söz yargının. Milletin hakkını-hukukunu savunacak, bu yolsuzluğun hesabını soracak, onurlu savcı ve hakimleri göreve çağırıyoruz. Süreci yakından takip edeceğiz. Milletimizin helal parasının, bu haram düzeninin yandaşlarının cebine inmesine, izin vermeyeceğiz.

“KANAL İSTANBUL’U BIRAK”

Buradan seni bir kez daha uyarıyorum: Kanal İstanbul’u bırak,

Seyhan’ın, Ceyhan’ın, Sakarya’nın, Kızılırmak’ın suları ile, Konya başta olmak üzere, İç Anadolu’yu sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak,

Fırat ve Dicle’nin suları ile, Güneydoğu Anadolu’yu sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak,

Çoruh’un, Aras’ın suları ile, Doğu Anadolu ovalarını sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak,

Meriç’in, Tunca’nın, Arda’nın, Ergene’nin suları ile, Trakya’yı sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak,

Menderes’lerin ve Gediz’in suları ile, Ege ovalarını sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak, terk ettiğin GAP’a, geri dönmeyi düşün. Kanal İstanbul’u bırak,

Milletini, memleketini, torunlarımızın geleceğini düşün! Bu işten, her beceriksizliğini örtmek için yaptığın gibi, “Hata yaptık, milletimiz affetsin, hakkını helal etsin.” diyerek sıyrılamazsın. Doğa Ana’dan nasıl af dileyeceksin?

Çocuklarımızdan, bu vatanı bırakacağımız sonraki nesillerden nasıl af dileyeceksin?

GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM

Yüzlerce yıl önce yapılan bu tarifteki hikmeti, bugün ibretle anlıyoruz. Devlet idaresinde akıl susmuş, ahlak kalmamış, adalet can çekişiyor.

Ve koskoca Türk Devleti, Partili Cumhurbaşkanlığı denen, bu ucube sistemin pençesinde, ayakta kalmaya çalışıyor. Her zaman söylediğim gibi, Türkiye’nin öncelikli sorunu, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’dir.

İktidarın çarpık zihniyetinin başımıza bela ettiği, ve bugün, doğamızdan mutfağımıza, işimizden sağlığımıza, her alanda dertlerimizin artmasına neden olan, bu ucube sistemin ta kendisidir. Çünkü, yapısı itibarıyla, işleyişi itibarıyla akıldan yoksundur.

Biz akıldan, bilimden, liyakatten yanayız. O yüzden, tek adam değil, ortak akıl diyoruz. O yüzden, “Ben ne dersem o olur.” değil, “Türkiye Milletin Evi’nde, milletimizle birlikte yönetilir.” diyoruz. O yüzden, Milletin Kürsüsü’nde, sözü milletimize bırakıyoruz.

İl il, ilçe ilçe, emekçilerimize, çiftçilerimize, esnaflarımıza kulak veriyoruz. Kadınların, gençlerimizin, işsizlerimizin dertlerini dinliyoruz. İşte bu ortak aklın adına da, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz.

Türkiye potansiyeli olan bir ülke. Türkiye, güçlü, zengin ve mutlu olmak için, ihtiyacı olan her şeye sahip olan bir ülke. Ancak bu potansiyeli bu ucube sistemle harekete geçiremeyiz. O nedenle, ilk sandıkta, memleketin enerjisini çarçur edip, insanlarımızın umudunu öldüren, bu beceriksizliğe, bu umursamazlığa dur diyeceğiz. Türkiye’nin potansiyelini, milletimize zenginlik olarak döndüreceğiz. O zenginliği, eşe dosta değil, doymak bilmeyen o beş müteahhite değil, aklın ve hakkın işaret ettiği şekilde, her bir vatandaşımıza yaşatacağız.

“YAZIKLAR OLSUN”

Bu çarpık zihniyet ne milletini, ne çocukların sağlığını düşünür. Bu çarpık zihniyet işine geldiği yere kadar milli, koltuk tehlikeye girene kadar ise yerlidir. Siz sakın ola sayın Erdoğan’ın ‘yerli ve milli’ nutuklarına inanmayın. Bunların ki gibi sadece sözde olmaz. Yerli ve milli olmak tutarlılık ister. Şahsını milletinin önüne koyanlardan yerli de milli de olmazlar.

Çin’in Uygur kardeşlerimize uyguladığı soykırım karşısında sergiledikleri utanç verici pısırıklık yetmemiş gibi şimdide Dünya Uygur Kongresi Başkanının, Türkiye’ye girişine izin vermediler. Yazıklar olsun.

“DURUM PERİŞAN”

Artık bu zihniyeti tanıyoruz. Bu vicdansızlığı biliyoruz. Milletin güvenini suistimal eden bu iktidarın Türkiye’ye verecek hiçbir şeyi kalmadı. Geçtiğimiz hafta Karabük’teydim. Pazartesi günü ise Niğde’ye gittim.

Çiftçilerimizin, esnafımızın durumu perişan. Safranbolu’da lokantacı bir kardeşim, ‘Müşteri yok, biz nasıl geçineceğiz’ diyor. Kahveci kardeşlerim, ‘Açız’ diye pankart açtılar.

Yerel basınımızın, internet sitelerinin durumu perişan. Onlara söz verdim. Arkadaşlarımızın dertlerini çözeceğiz.

Benim şahsi olarak yerel basın mensuplarına büyük bir vefa borcum var. 1997’den itibaren, bugün olduğu gibi otoritere, vesayete, millete rağmen iş görmeye kalkışanlara itirazı olan Meral Akşener ve Akşener’in benzediği siyasilerin büyüklerimden bahsediyorum bize müthiş bir karartma uygulanmıştı.

Büyük medyanın, yaygın medyanın derin bir karartması ile karşılaşmıştır. Gittiğim her şehirde, gittiğim her ilçede yerel medya ile, onlarla irtibat kurarak onların desteği ile bir dönemi geçirdik. Kişisel olarak hem de bilgi olarak bu arkadaşlarımıza derin bir vefa borcum vardır.

Sayın Erdoğan; sen kafanı kuma gömmekte ısrar etsen de bu dertlerin hepsi gerçek. Notlarımızı alıyoruz. Çözümleri için çalışıyoruz.

Allah'ın izniyle ilk sandıkta seni gönderip, hepsiyle ilgileneceğiz. Ama bu sırada, sen sarayında sefa sürerken, milletimizin feryadı her geçen gün artıyor.

Hangi ile, hangi ilçeye gitsem vatandaş dertli. Zor şartlarda devletlerini yanlarında görmek istiyorlar, ama seslerini duyan yok.

Bu insanları, daha ne kadar duymamazlıktan geleceksin? Daha kaç iş yerinin, kepenk kapatmasını bekleyeceksin?

Milletimizin çilesine, daha ne kadar seyirci kalacaksın? Böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi? Böyle bir umursamazlık olabilir mi? Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Yazıktır, günahtır.

MARMARA DENİZİ'NDE MÜSİLAJ SORUNU…

AK Parti iktidarı, Türkiye'yi her alanda beladan belaya savururken, biliyorsunuz, Marmara Denizi de bir felaketle boğuşuyor.

Müsilaj adı verilen deniz salyası, Marmara'daki deniz yaşamını ve kıyılarımızı tehdit ediyor. Bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum: Bu bela yeni değil. İlk olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Bugünküne göre çok daha küçük boyuttaki o felaket, ancak iki yılda temizlenebildi.

Peki sonra ne oldu? 2020 yılının Kasım ayında, yeniden ortaya çıktığında bilim dünyası, başta Bakanlık olmak üzere, ilgili birimleri uyardı, ‘Önlem alın' dedi. Peki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne yaptı?

Mayıs'ın ortalarına kadar, bu salgının sıradan bir plankton artışı olduğunu, numune almaya bile gerek olmadığını söyledi. Ama son bir haftada, musilaj kıyılarımızı sarıp, gündem olunca, nihayet Bakanlık, ‘Acil durum eylem planı' yapmaya başladı.

Onlarca bilim insanının, aylardır yaptığı uyarıya kulak asmayan Bakanlık, sustu sustu, en sonunda Sayın Erdoğan, ‘çevre bizim işimiz' deyince, nihayet adım attı.

İşe bakar mısınız? Şu üstün liyakate bakar mısınız? Devletin bakanı, ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla' demeden işe başlayamıyor. Bilimin uyarısı yetmiyor. Vatandaşın tepkisi yetmiyor. Bu işinin ehli arkadaş, Sayın Erdoğan parmak şaklatmadan adım atamıyor.