Rüşveti Besleyen Sosyoloji

Abone Ol

Dün gazeteler yazdı; bir bürokrat eşi, bir koli yumurta için devletin aracını Ankara'dan İzmir'e gönderiyor.

Savurganlığın böylesine tarihin hiç bir döneminde rastlanmadı.

Aylardır ekonomik krizi konuşuyoruz, krizin bir nedeni israf ise, diğer bir nedeni de yolsuzluktur.

Batı'da gazeteler 2015 yılına kadar yapılan ihalelerde 200 milyar dolar rüşvet dağıtıldığını iddia ediyor. Bu neredeyse Türkiye'nin dış borçlarının yarısı. Buna bir de son 5 yılı eklerseniz ortaya devasa bir rakam çıkar.

Bu parayla ne yapılmazdı ki?

Bilimsel araştırmalara göre, bir kişiye istihdam yaratmanın maliyeti 652 bin TL, yani 75 bin dolar.200 milyarı bu rakama böldüğünüz zaman ortaya müthiş bir tablo çıkıyor. Bu para ile 2 milyon 666 bin kişiyi iş güç sahibi yapmak mümkündü. Bu, işsizliğin neredeyse sıfırlanması, milli gelirin 7.500-8.000 Dolar, düzeylerinden 13-14 bin dolara çıkması demekti.

Vatandaşın cebine girmesi gereken para bir kaç ailenin saltanatına gitti.

Bu para ile Türkiye borçsuz veya borcu çok az ülkeler statüsüne girebilirdi.

Batı medyası bas bas rüşvet ve yolsuzluk var diye bağırmasına rağmen bu konuda herhangi bir soruşturma açılmadı.

Kimse bu kadar para kimin küpüne girdi diye merak etmedi.

Sonunda, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD, geçtiğimiz ay Türkiye'yi "Rüşvetle Mücadele Sözleşmesine" uyması konusunda uyarmak zorunda kaldı.

Rıza Zarrab'ın ortağı Zencani İran'da yargılanırken Türkiye'de toplam 8.5 milyar dolar rüşvet dağıttığını itiraf etmişti. Rıza Zarrab da bu itirafları Amerika'da doğruladı.Kalem kalem kime ne verdiğini açıkladı. O itiraflar Türkiye'de haber bile olmadı.Çünkü alan veya alanlar belliydi, yargı ve medyanın dizginleri de onların elindeydi. Yazarak, haber yaparak milletin hukukunu savunmak yerine bir kaç kemik karşılığı susarak suç ortağı olmayı tercih ettiler.

Şimdi herkes ekonomik krizden bahsediyor. Kötü yönetim, demokrasiden uzaklaşma, güdümlü yargı bunun başlıca nedenleri olarak gösteriliyor. Elbette bütün bu sebeplerin krizde büyük payı var.

Ama sadece bunlar mı?

Asıl neden ahlak krizi, maneviyat krizi,namuslu adam yetiştirememe, köleleşmeyi kabul etme krizidir.

John Keane, Yeni Despotizm isimli kitabında, yeni despotların sadaka ve imtiyaz dağıtarak yönetilenlerin sadakatlerini satın aldıklarını, onları suçlarına bir nevi ortak ettiklerini yazar. Despot yönetimlerde, iş dünyası ile hükümetin birbirine karışmasının, iç içe geçmesinin nedeni budur. Rüşvet ancak bu iç içe geçişle mümkün olur çünkü.

Bu tip rejimler dayanıklıklarını toplumun tepkisizleştirilmesinden alırlar. Keane'nin ifadesiyle; "Bu rejimlerin dirençli olmasının garantisi,halkın uyum sağlama,rejimi ve rejimin rutinlerini bozacak hiçbir şey yapmama,işlev bozukluklarına,adaletsizliklere tanık olduklarında gözlerini ve kulaklarını kapatmalarıdır. Dayanaklı despotizmler gönüllü kulluk sistemleridir."

Bunca iddiaya, bunca başarısızlığa rağmen AKP'nin daha hala küçümsenemeyecek bir toplumsal desteğe sahip olması, işte bu gönüllü kulluk ve rüşvet ile alınan bağlılıkla ilgilidir. Yönetenlerle, yönetilenlerin ahlaki açıdan benzeşmeye başladığı yerlerde yolsuzluğu besleyen bir sosyoloji oluşur. Bu sosyolojiyi değiştirecek bir siyasal proje devreye sokulmadıkça, değişimin arzulanan hızda olması beklenemez. Ülkeyi bu sarmaldan kurtarmak isteyenlerin biraz da bu sosyolojiye oynamaları gerekir.