Saflar belirginleşiyor….

Abone Ol

Türkiye’de siyaset sahnesi yeniden oluşuyor.

Üç ana akım görünüyor;

Pragmatistler:

Her yana dönebilirler, iktidarda iseler, mümkün olduğunca iktidarlarını uzatmaya, yok muhalefette iseler, iktidara gelmek için her yolu mubah, geçerli sayarlar.

Tam olarak Makyavelist çizgidedirler.

Ahlaki, milli, dini, sosyal sorumlulukları sadece kâğıt üzerindedir. Hangisi ne zaman işlerine gelirse onu o zaman kullanmayı tercih ederler. Tabii kullanacaklarının yeri zamanı da çok önemlidir.

Türkiye’yi baz aldığımızda bir siyasetçi Diyarbakır’da bölücü anıtının önünde resim verip İstanbul’da Orhun yazıtlarından örnek vermeye çalışması bu tip pragmatist siyasetçilerin en bariz örneklerindendir.

Millet, devlet, bağımsızlık diye bir dertleri yoktur. Menfaatleri için tüm emperyalist güçlerle masaya oturabilir, anlaşabilirler. Bu durum bazen milletin gözünün önünde, bazen de karanlık odalarda yapılır.

Kendi küçük, küresellerin ise büyük menfaatlerine çalıştıkları için para problemi yaşamazlar.

Toplantılarını, yemeklerini, konaklamalarını hep lüks otellerde yaparlar. Bu durum pragmatistlerin topluma bir güç gösterisidir. Toplumunda gösterilen güç etrafında toplanacağını, yönleneceğini planlarlar genelde de gücün çevresinde toplanma dürtüsünün toplumda karşılığını bulurlar.

TV’lerde, gazetelerde yandaş yazarları ve sözcüleri vardır.

Zaman zaman bu yandaş ve sözcülerin çıkarın büyüğünü alan küreselcilerin amaçlarına hizmet etsin diye kurdukları vakıflardan fonlandıkları, para aldıkları duyulur. Hemen üstü kapatılır, unutturulur.

Fonlara devam, milletin kaynaklarının sömürülmesine devam, satışa devam.

Genelde Türkiye ve Türkiye gibi az gelişmiş, yarı demokrasi, yarı yerleşik düzende yaşayan toplumlarda müstemleke valisi görünümündeki kendi küçük menfaatlerini koruyan ama öte yanda tüm toplumun yüzyıllarca zamanda ürettiği emtialarını, varlıklarını, hatta toplumun geleceğinin ipotek edilmesinin küreselcilerin eline geçmesine göz yuman iktidarlar yönetir.

Bu durumu anlayabilmek için Türkiye’nin 1938’den sonraki iktidarlarına, Türkiye’nin çevresindeki ülkelerin veya yarı demokratik, az gelişmiş kişi başı yıllık geliri 5-10 bin dolar olan ülkelerin yıllara sarih davranışlarına bir bakmak yeterlidir.

Türkiye’de küreselcilere hizmet eden ve edecek olan, kendi küçük menfaatlerine karşı milletin ürettiğini ve geleceğini pazarlayan ve pazarlayacak olan siyasi oluşumlar Cumhur ve Millet ittifakı diye kendilerini adlandıran siyasi menfaat odaklarıdır.

Aslında kendilerini adlandırdıkları Cumhur ve Millet le hiçbir ilgileri yoktur (Tabii sandıktan çıktıktan sonra)

Siyasal İslamcılar:

Türkiye’yi 21 yıldır siyasal İslamcıların yönettiği zannedilir.

Halbuki Türkiye’yi 21 yıldır yönetenler siyasal İslamcılığı kullanan pragmatistlerdir.

Siyasal İslamcılığın kendi içinde bir fikri tutarlığı vardır.

Siyasal İslamcılık, normal sıradan insanların kendilerini gördüğü gibi Türk milletinin mensubuyum, İslam dinine inanırım düşüncesinde değildir.

Siyasal İslamcılıkta Türk milleti diye bir kavram, mensubiyet yoktur.

Sadece İslam dinine inananların kardeşliğini kabul eder.

Yani İslam dinine inanan bir Rus veya Yunanlı kardeşidir, İslam dinine inanmayan bir Türk herhangi bir insandır.

Bazı siyasal İslamcılar Türk milletinin tarihini İslamiyet’i kabul ettikleri 920 yılından başlatma absürtlüğünü bile gösterir.

Siyasal İslamcılara göre İslam tek bir millettir, İslam milletinden olmayanlar ise kafir milletindendir.

Aslında Hristiyanlıkta ve Yahudilikte de bu tür ümmet anlayışı vardır.

Türkiye’de küreselcilere hizmet eden siyasetçiler 1970’li yıllarda bir Türk- İslam sentezi diye bir fikri üretim yaptılar. Toplumuzda halen de etkilerini sürdüren bu tasarı yarı ideoloji Türk Milliyetçiliği ile İslamcılığı harmanlayıp birlikte kullanma projesi idi. Çarpıcı ve ilgi uyandıran bu fikir sonuçta Türkiye’de FETÖ ile son bulacağa benziyor.

Siyasal İslamcılığın kendi içinde bir enternasyonalitesi var.

İslam dini dünyanın 1/6 nüfusunun kabul ettiği, genellikle dünyanın en yoksul, en terörize, en sömürülen ve en sömürülmeye müsait toplumlarının yaşadığı coğrafyalarının dini.

Türkiye’de dini cemaatler yolu ile teşkilatlanmış siyasi yapılar olan dini kurumlarda biatçılık, edilgenlik, tam teslimiyet, müritlik gibi insanları kişiliksizleştiren, pasif hale getiren, sürü psikolojisine sokan, birey olma özgürlüğünü elinden alan kuralları olduğu için küreselcilerin tam olarak kullanımına açık yarı siyasal yapılar olarak addedilebilirler.

Emperyalizmin siyasal İslamcı dini cemaatleri nasıl kullandıklarını Kıbrısi ve FETÖ yapılarında görebiliyoruz. Daha önce Şeyh Sait örgütlenmesinde ve isyanında da görmüştük.

Siyasal İslamcı cemaatleri aslında birer ayrı ayrı menfaat gurubu siyasi parti olarak düşünmeliyiz. Çünkü öncelikleri asla millet, toplum veya halk değildir.

Önce cemaat menfaati sonra şahsi menfaatleri gerisi yok.

Kabul etmeliyiz ki Türkiye 400 yıl siyasal İslam despotizmi ile yaşadı 1517’den 1923’e kadar.

Toplumumuzda yüzyıllar süren despotizmin getirdiği alışkanlıklar var tabii.

Sorunumuz siyasal İslam’ın despotik davranışlarının bize milli değer olarak yutturulmaya çalışılmasıdır.

Türkiye’de siyasal İslamcılığın Türk milleti ile ortak hiç bir bağı yoktur siyasal İslamcılık, pragmatist emperyalizmin hizmetindeki siyasi oluşumlar kadar toplumumuza milletimize uzaktır.

Ama Türkiye siyasi sahnesinde bir tercih olarak Türk milletinin önüne sunulmaktadır.

Türk Milliyetçileri:

Uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Bağımsızlıkçı, dünyaya millet penceresinden bakan, toplumcu, milletin toplam menfaatlerini merkezine alan, Atatürk’ün yolunda giden, bir yerde İstiklal Marşımızı gördüğünde 10 kıtasını baştan sona okuyan, okurken duygu seli yaşayan, şanlı bayrağımızı bir yerde gördüğünde ağlamaklı olan toplumsal sindirilmiş çoğunluk.

Türk milleti kendi yoluna kendisi karar verecek.

Ya küreselcilere hizmet eden ve edecek olan aparatları kendisine yönetici seçecek, ya da kendisinden kişileri, milletin gerçek evlatlarını yönetim mekanizmalarının başına getirecek.

Ama hayat sadece 2 metrekare çevremiz değil.

Sadece kendi evimizin içi değil.

Yaşadıklarımızı, üç aşağı beş yukarı yaşayacaklarımızı biraz analiz etmemiz gerekir.

Nasıl istiklal savaşını yapan nesil kendisinden sonraki nesillere bağımsız bir vatan teslim etmişse bizim de bizden sonraki nesillere bağımsız bir vatan teslim etme görevimiz olduğunu unutmamalıyız….