Hayatımız da bizim için çok önemli olan şeylerin kıymetini hep kötü bir olay başımıza geldiğinde anlarız.
Ya ciddi bir trafik kazasında ya mezarlıkta bir sevdiğimizi toprağa verirken ya da kendimizin önemli bir hastalığını haber aldığımızda.
Hemen ilk aklımıza gelen ne olur?
SEVDİKLERİMİZ…
Uçaklar ikiz kulelere çarptığında, ilk aradıkları sevdikleriydi, iş yerleri değil.
Görüşmelerinde nefret, kin ya da intikam duyguları yoktu.
Hepsi de sevgi mesajları göndermişti sevdiklerine.
Belki de söylemekte geç kaldıkları.
Nedense bazı insanlar, bazılarına karşı çok naziktirler, çok sevecendirler.
Ama iş yakınlarına gelince onlara olan davranışlarına aldırmazlar, dikkat etmezler.
Yabancılara karşı son derece düşüncelidirler de, sevdiklerinin ne düşündüğünü, onların beklentilerini hiç umursamazlar.
Aslında kötü bir niyetleri de yoktur.
Onları çok sevmekten, benimsemekten, sahiplenmekten hatta ilişkiyi otomatiğe bağlamaktan kaynaklanır.
Hep şu hataya düşeriz;
Onlar, nasıl olsa sevdiğimizi biliyorlar, söylemeye ne gerek var ki?
İşte bu karşımızdakini ihmal etmeye başlamamıza ve bazen de istismar etmeye kadar gider.
Oysa hangi yaşta olursak olalım hepimiz, gencimiz, ihtiyarımız sevilmek isteriz.
En önemlisi sevildiğimizi duymak isteriz.
Eşimizden.
Evlatlarımızdan.
Torunlarımızdan.
Shakespeare "insanlar sahip olmadıklarının peşinde koşarken, sahip olduklarını unuttuğu için kaybeder" der.
Annenizin, babanızın, eşinizin, sevdiklerinizin yanından geçerken nedensiz öpüverin onları
Dokunun.
Okşayın.
Sarılın.
Asla bir gün şu pişmanlığı kendinize yaşatmayın.
Keşke şu an yanımda olsaydı.
Keşke ona daha çok sarılsaydım.
Keşke onun her sözüne öfkeyle cevap vermek yerine daha yumuşak konuşsaydım.
Keşke daha çok şakalaşsaydık.
Birlikte daha çok gülseydik.
Sevgisini zamanında gösteremeyenler, bir gün ansızın veda bile edemeden onları sonsuza uğurladıklarında, en mükemmel mezarları yaptırıp, sık sık ziyarete gidip telafi etmeye çalışıyorlar.
Siz, siz olun yakınlarınıza sevginizi göstermeyi ihmal etmeyin, asla ertelemeyin.
Hayat öyle kısa ki…
Onları sevin.
Mutlu edin.
Mutlu olun.
Ailenizin, sevdiklerinizin önemli günlerini unutmayın ama kendinizi belirli günlerle de sınırlamayın.
Onları küçük armağanlarla, sürprizlerle mutlu edin.
Örneğin bir pastanenin önünden geçerken, annenin, babanın, anneannenin, dedenin sevdiği pastadan gürdünüz, hemen alın.
Hediyenin fiyatından çok yüklediğiniz anlam ve sunuş biçiminiz önemlidir.
Onlara hediye verirken, hediyenin fiyatı ile değil, onları düşündüğünüz, onların sevdiği şeylere dikkat ettiğiniz için mutlu olduklarını göreceksiniz.
Ailenizin, sevdiklerinizin arkadaşlarınızın neleri sevdiğine dikkat edin.
Beni aldığım armağanlar içinde en çok etkileyen, armağan veren kişinin dikkati olmuştur.
Bana armağan verirken, neleri sevdiğimin, neye ihtiyacımın olduğumun farkında olmaları, bunun için emek ve zaman harcamaları mutlu etmiştir değerinden çok.
Sizin için özel bir şey yapıldığında bol bol teşekkür edin.
Sevdiklerinizden hep alan taraf olmayın.
Veren tarafta olmayı unutmayın.
Hem almanın hem vermenin mutluluğunu birlikte yaşayın.
Elbette ailede tartışmalar, kırgınlıklar ara sıra küsmeler de olacaktır.
Çok normal.
Atalarımız "En büyük küskünlük bile mendil kuruyuncaya kadar" sözünü boşuna dememişler.
Hatalarınızdan ders alıp, özür dilemeyi de bilin.
"Keşke" yerine "iyi ki yapmışım" demenin zevkini yaşayın.
Tartışmalar, kırılmalar, küsmeler olduğu kadar, affetmek, barışmak, sevgiyle sarılıp öpüşmelerde var hayatın içinde.
SİZ, SİZ OLUN HER İKİSİNİ DE YAŞAYIN.
BU ÖLÜMLÜ DÜNYADA,
MUTLU OLUN,
MUTLU EDİN.